dünkü maçın doksan dakikası içinde hakiki futbol oynana vakiti hesaplarsak, en fazla tyirmibeş dakika ya tutar, ya tutmaz... gerisi taca, havaya giden savruk toplar. iki ayaktan fazla dolaşmayan paslaşmalar. ötesi de kaba bir mücadele...
fakat düşünürseniz futbolla dolu galatasaray - fenerbahçe maçları da zaten sayılacak kadar azdır. hepsi de kalb durdurucu heyecanla dopdolu oldukları halde...
kısacası bu maçarı taraftarları daha çok, sadece neticeyi gözleyerek seyrederler. dün bütün faktörler iyi oynamak ve kazanmak için fenerbahçe'ye daha yakındılar. fenerbahçe mevsim başında çok iyi ve pahalı isimler toplamıştı... ve bu isimli takım lig maçlarında henüz tam beklenileni vermemişti... geçen senenin çift şampiyonu karşısında bu takım pekala kendini ispat etmek fırsatını elde edebilirdi. sonra, galatasaray yorgun. fenerbahçe ise dinçti. ben bütün bunları maçtan evvel hesaplıyarak, fenerbahçe'yi samimiyetle favori göstermiştim. bazıları bunu bir maç öncesi taktiği kuırnazlığı sanmışlarsa o, başka...
gelgelelim, maçta her iki takım çok ince düşünülmezse tamamıyla beraberlikten fazlasını haketmeden oynadılar. ince düşülmezse, deyişim, galatasaray'ın bu eşitliği bozacak hakimiyeti zaman zaman rakibini dağıtacak hale getirişini söylemeğe pek lüzumlu görmeyişimdendir. zira bunun arkası «ya fenerbahçe'nin kaçırdığı fırsatlar?» «ya, galatasaray'ın kaçırdıkları?» faslına girer ki, yukarıda bahsettiğimiz keçi boynuzu tatlı futbol içinde bunların hesabını yapmak da yersizdir.
hakemler maçı iyi götürdüler. ve hiçbir zaman futbolcuların sertleşmelerine müsaade etmediler. bu damaçın sonuna kadar fevkalede müsamahakar olup, sonunda ise oyuncu atmalar ile şöhret yapmış hakemlerimize ders olmalıdır. maçın bitiminde galatasaray'lı ve fenerbahçe'li futbolcular bu oyunda birbirlerinden kat'iyen üstün olmadıklarını kabul edercesine sahayı elele, kolkola terk ettiler.