yirmi iki kızgın adam... bir piyes yazarı dünkü maçı seyretmiş olsaydı bu başlıkla sahne hayatımıza iyi bir eser kazandırırdı. her bir şahsı ayrı ayrı görüş zaviyelerinden ele alır, doksan dakikada geçirdiği iç fırtınalarını hassas bir sezişle ortaya döker, faullerde, frikiklerde kaleye atılan ani şutlarda pek çoğumuz için karanlık olan neler, düşündüklerini, neler hissettiklerini ve yapmak isteyip neleri yapamadıklarını bizlere anlatırdı.
yirmiiki adam kızgındı. ve bu kızgınlığın üzerine avusturyalı hakem de sık sık oyunu keserek soğuk su döküyordu.
yalnız yirmiiki adam mı kızgındı? ya tribünler? belki de, belki değil, muhakkak en azından yirmiiki bin seyirci de kızgınlığını aleyhte tezahürat yaparak dışarıya döküyordu. atılan şişeler ve küfürler
herhalde bir memnuniyetin tezahürü olmasa gerek... fenerbahçeli kızgındı... hakem bir trafik polisi gibi her an düdük çalıyor ve hemen her hareketi sarı - lacivertli takım aleyhine veriyordu... üstelik bir de ahmet'in yaptığı bariz penaltıya gözlerini yummuştu. ya galatasaraylı taraftarlar? onlar üzgündüler... zira sevdikleri sarı - kırmızılı renklerin takımı hakikaten galibiyeti hak eden bir oyun çıkarmıştı. o haftalardır her bir hattı ayrı ayrı dökülen galatasaray dün ezeli rakibinin karşısında toparlanmış, adeta granitleşmiş, sert bir heykel hâline gelmişti
işte ezeli rekabet buydu. fakat maalesef demek icapedecek, bu ezeli rekabetin yarattığı sinirli hava yüzünden son yıllarda kaliteli bir futbol maçı seyredemez olduk. dünkü maç da bunlardan biriydi ve hafızalarda en ufak bir iz dahi bırakmadan sona erdi...