* galatasaray zürich'i, fenerbahçe linfield'i düşünmekten birbirlerini öylesine unutmuşlardı ki... hatırlamaları için, 10 dakika geçmesi icap etti. seyredilir oyun da bu 10 dakikaya sıkıştı, kaldı işte...
* sahada uçuşan tekmelere bakıp da tribünde sinirlenenler, aslında haksızdı. çünkü ezeli rakiplerin dünkü maçı, ebedi dostluğun cenk bir tablosuydu: iki takım da. rakibi üzülmesin diye, gol atmamak için çırpındı durdu.
* stad büfecileri «sahaya bir şey atmayın; ekmeğimizle oynuyorsunuz» diye bir yazı asmışlardı saha kenarına... tribündekileri bilmem ama, sahadakilerden bazısının, başkasının ağzındaki ekmekle değil kendi ayağındaki topla bile oynayacak hali yoktu dün.
* federasyonun ne kadar zeki olduğu da dün anlaşıldı. «siz misiniz yabancı hakem isteyen?» demiş ve öyle bir hakem getirmişti ki... adam, yalnız pasaportuna göre değil, bazı futbol kaideleri karşısında da gerçekten «yabancı» idi.
* bir oyuncu topu elle çıkardı da,penaltı vermedi, diye kızdılar hakeme... halbuki penaltıyı vermemiş değil, görmemişti. çünkü arkası dönük, bir futbolcuya bir şeyler anlatmakla meşguldü o anda.. «beni apar topar buraya niçin çıkardılar? anlıyamadım. ben mâsum bir turistim...» filân mı diyordu yoksa?..
* her şey bir yana. dün iki takımdan biri galip gelseydi, hakikaten yazık olurdu. ikisi de hak etmemişti kazanmayı... zâten öyle oldu: galatasaray'la., fenerbahçe oynadı... ve beşiktaş kazandı.
* maçın tek memnunluk yaratan özelliği, kavgasız, döğüşsüz bitişiydi. az önce kapışan oyuncular rakipleriyle sarıldılar. öpüştüler... galiba maçın en güzel tarafı da. 91 inci dakikadan sonraki bu kısmıydı.