hafta başında futbolcularımızla uzun uzun konuştuk. geçen maçı acı acı tartıştık. gelecek maça nasıl hazırlanmamız gerektiğini düşündük. onlara kampsız, hattâ kontrolsüz bir hafta geçireceğimizi, her şeyi kendilerinin vicdanlarına bıraktığımı söyledim. şampiyonluk bizim için, hâlâ var mıydı, yok muydu bunun lâfını hiç etmedik. yalnız kazanılması gereken bir maç vardı. hiç değilse futbolculuk gururu ve izzeti nefsi bakımından kazanılması gereken bir maç...
turgay: «bugüne kadar taraftarlarımız galatasaraylılar bizlere karşı sabırla müsamaha ile davrandılar. fakat artık hepimiz için bir karara varacaklar. buna inanın arkadaşlar» diyordu metin: «şimdi ne desek boş. hele şu 90 dakika bitsin. elbirliği ile iyi bitirelim de...» diye söyleniyordu. tarık: «bu sezon galatasaray’a bir şey veremedim. ona çok borçluyum. ah bir borcumu ödeyebilsem...» deyip duruyordu.
diğerleri fazla konuşmuyorlardı. yahut aralarında hırslı hırslı konuşurlarken ben yaklaşınca susuyorlardı. zaten ben de konuşmuyordum. anlayacağınız, bütün hafta sessiz bir bekleyişle daha doğrusu dillerin değil içlerin konuşmasıyla, fakat arzu ile çalışarak geçti gitti. bundan sonrası da allahın bileceği işti.