zaman zaman sis altında oynanan kalitesiz maçta iki taraf da karşılıklı sayısız fırsatları kullanamadılar
kahraman bapçum
gün fenerbahçenin ve nedim'in günü idi... ama ne nedim, ne fenerbahçe bu «gün» ü değerlendirmeyi başardılar. alışılmışın aksine dalıcı, bastırıcı, dağıtıcı bir oyun tutturan fenerbahçe bu işle başarısını kabul ettirdi. ama başarı bununla kaldı... oysa, mesele sadece rakibe futbol oynatmamak ve ondan daha çok topla oynamak değildi. maçın büyük bir kısmını âdeta pres yaparcasına yüklenerek geçiren, adam adama mücadelede hemen daima üstün çıkan fenerbahçeliler bir şeyi unutuyorlardı: top tutarak zaman çalmak «kaybetmek istemeyen» in çaresidir; «kazanmak isteyen» ise zamanı kullanmalıdır...
fenerbahçenin dünkü maçına, oyunun karakterini yapan adam olarak, nedim imzasını attı. giriyor, bastırıyor, dağıtıyor ve zaten oyunu kendi sahasında kabul etmeye hazır gibi görünen galatasaray kalesi önünde arkadaşlarını yerleştiriyordu. oysa, değneğini bellemiş bir körün daima uzun yoldan dolaşması gibi, her zaman enine pas arayan, aradan sızıp parlayacak hamleyi yapamayan bir forvet kuruluşu vardı fenerbahçe'nin..
ve galatasaray, eğer biraz şansı olsa, ya da bir metin’i olsa alır giderdi maçı. tabii buna, yalnız metin de yetmeyecekti: gerilerden âni top açışlarla kontrataklar hazırlayan adamlara ihtiyacı vardı galatasarayın... nitekim, ne zaman fenerbahçe'yi iyice çekip yandan ortalara top açsalar sarı - lâcivert'li defansı yelpaze gibi açılmış buluyorlardı... eeee! doğrusu metin de bunca yıldır böyle yelpazeleşmiş defanslarla iyi konuşmuştu. gel gör ki, ne o metin vardı dün, ne de beklediği topları atan...
sisin oyunu
ilk yirmi dakikayı sür'atli, heyecanlı, seyredilir bir oyunla geçirdik. fenerbahçenin ogün ve aydın'ın ayağından kaçırdığı iki fırsattan sonra, gittikçe koyulaşan sisin en baskın ânında metin'in attığı şutun hâzım’m - belki de sisten göremediği için yanlışlıkla - koluna çarparak kurtuluşunu bir tül arkasından görür gibi hayal meyal seyrettik.
36 ncı dakikada maçın en kritik pozisyonunu solaçık yerinde dört kişiyi çalıma dizip geçen ve çizgiden ortalayan nedim yarattı. turgay'ın güç yetiştirdiği yumrukla ogün'e gelen topu, o da önü tamamen açık olan aydın’a geçirdi. aydın kaleye değil de ters tarafa dönüp düzelinceye kadar bastırıp aldılar tabii...
devrenin bitmesine üç dakika kala ayhan ortadan daldı. ceza sahasına girerken ercan beline sarıldı. ayhan sıyrıldı, kaçtı. hakem çalmadı. ayhan pozisyonunu ve avantajını kaybetmemişti tamamen kurtuldu, vurdu top fırlayan hâzım'a çarptı ve çıktı. ayhan sahip olduğu avantajı kullanmıştı. hakem haklıydı.
ikinci devre, ilk kırkbeş dakikadan daha durgun bir hava ile başladı. fenerbahçenin saldırıcı dörtlüsü - yâni nedim, selim, yaşar ve ogün - yorulmuş gibiydiler. gene de çok zaman galatasaray oyunu kendi sahasında kabul ediyordu. metin ilerilerde «ânını» bekliyordu. birkaç top uzattılar. onları da iyi gününde olan ercan ilk pozisyonlarda bastırıp aldı oysa, fenerbahçe gerilerine uzun paslarla giriş her zaman gedikler bulacaktı.
70 inci dakikada fenerbahçe'nin sağdan kazandığı frikiği özcan kaleye ortaladı. karambolda, selim turgay'dan söktü topu... ceza sahası içinde selim'le turgay’ın yerlerde taklalar attığı bir kargaşalık seyrettik.
sonra sarı - kırmızılı defans açtı topu...
maçın son onbeş dakikasında galatasaraylılar artık - biraz da rakiplerinin boş bıraktığı - orta sahaya yerleştiler hız, mücadele, hırs yavaş yavaş hafifledi, hafifledi. bitti. maç da beraber.