başkentte oynadığı 2. maçta da a. gücü ile berabere kalan f. bahçe 1 puan daha kaybetti
19 mayıs stadı seyirci rekorunun kırıldığı maçta iki sarı-lâcivertli takım da tesirsiz ve başarısızoyun çıkardı
namık sevik ankara'dan bildiriyor
fenerbahçe, korktuğu, çekindiği, hattâ yıldığı ankaragücü’ne da bir puan kaptırdı.
korkmakta haklı idi fenerbahçeliler. zira, dünkü rakipleri, gençlerbirliği'nden daha da ağır basıyordu, üstelik maca asılma hırsı ve azmine sahipti.
daha onbeş gün önce de kendilerini türkiye kupasından elememişler miydi? milyonluk forvet, yıldız futbolcuların kadroya toplanışı, bir yerde işe yaramıyordu. zira bu yıldızları her ieyden önce bir pota içersinde eritmek, onlara bir «takım şu uru» vermek icabetmekte idi. işte bu görüşten mahrum ve her biri kendini kurtarmak için oynayan futbolculardan kurulu idi fenerbahçe.
bir gün önce g. birliği karşısında dökülmüş ve sahada bir sabun köpüğü gibi eriyip gitmişti. koşmuyordu yıldız futbolcular, didinmiyordu, gayret göstermiyordu ve hattâ terlemiyorlardı bile..
eeee sen gel de, profesyonellik anlayışı bu olan, bu ekiple, kendi sahasında ve kendi seyircisi önünde
ankaragücü'nü yen!.. gerçek şu ki, fenerbahçe, dün ankaragücü karşısına çıkarken, böyle ham bir hayale kapılmadı. tehlikeyi sezdi. bir gün öncesine kıyasla bir parça daha gayretli oluşlarının, bizce sebebi, görünen köy kadar açık olan bu tehlikeyi sezişlerinden ileri gelmekteydi. gerçi yine şenol koşmadı, gerçi yine birol, o alışılan nefis paslarını veremedi, gerçi yine aydın karşısındaki rakipleri tesbih tanesi dizer gibi geçemedi. ogün'ün âni parlayışları da bir netice vermedi: ama müdafaa, hiç olmazsa sahaya çıktıkları 0-0’lık neticeyi korumayı başardı.
ankara'da iki puanın, şehir verilmesine ortaya konan futbol bakımından acımamak icap ederdi. kaldı ki, o fırtına ankaragücü de gitmiş yerine sönük, her an teslim olmaya hazır bir ankaragücü gelmişti. bir hayri'nin, sakatlığı sebebiyle forvet hattında yer alamyışı, bir takıma bu derece tesir etmemeliydi. durgun, heyecansız bir karşılaşma seyrettik.
iddiaların, büyük lâfların, maç başlar başlamaz daha 10 dakikalık bir zaman içersinde birer balon olduğunu anlamakta hiç kimse güçlük çekmemişti. 13 dakikada, candan'ın bir gölge gibi kendisini tâkip eden ismail'den kurtularak yaptığı orta ve turan'ın patlattığı sert şut, hafif bir heyecan rüzgârı estirdi tribünlerde. bunu 25. dakikada osman'ın bâriz bir hatâsı tâkip ediyordu. ertan topu kaparak ve kaleye havale edecekti, bereket versin özcan, aliyi de aşan bu topu kalenin içerisinden iyi bir tâkiple uzaklaştırıyordu, yoksa...
osman'ın bu hatâsına 30. dakikada şehmuzbir karşılıkta bulundu. bu defa da onun geri pasına şenol daldı. ama ayaklarına sanki kurşun bağlıydı şenol'un. yunus ondan çok daha atik davranarak tehlikeyi önliyecekti.
ikinci devre tamamen bir «hababam» futbolu şeklinde geçti. iki taraf da topu minare gibi dikiyor, tribünlere sallıyor, ceza atışlarında ağır hareketle vakit kazanmaya çalışıyor.
anlaşılan taraflar birer puana çoktan rıza göstermişlerdi. bir trafik polisi kadar sık sık düdük çalarak maça her an müdahale eden hakem de, gerek f. bahçe, gerek ankaragücünün bu arzusunu kolaylaştırmıştı. hakkı gürüz bir maestrı gibi el hareketleri yapıyor, futbolculara ?kur geçiyor ve hiç lüzum yokken elini cebine atıp kalem kâğıt çıkararak ihtar yağdırıyordu. sanki maç değil, futbol hakkında bir konferans vermekteydi his küpü hakem... maçın son dakikaları gelip çatmıştı. şenol, avdın‘ın bir ortasını, ham de altı pas çizgisi üzerinde yakalıyor, fakat beceriksiz bir vuruşla topu dışarı atıyordu. bir dakika sonra talih yine şenol'a gülecek, fakat şenol yine ağır hareketi ile takımını bir golden edecekti. maç başladığı gibi bitti. futbolda heyecan arayan ankara seyircisi bir gram bal almak için kilolarca keçi boynuzu kemiren insanlar gibi stadı terkettiler.