büyük maç, ille de büyük oyun oynanan maç değildir. nitekim dün gece de, bu gerçeğin bir ifadesi olddu. ezeli rekabetin yanısıra, puan, heyecanının ateşlendirdiği bu «büyük maç», «küçük oyun» kalitesinden öteye geçemedi. ve eğer geçtiği anlar olduysa, bunlar sadece iki kalecinin, özcan'la, turgay'ın başarılı kurtarışlarının seyredildiği sıralardı.
futbolcuların aşırı heyecanına karşılık, seyirciler beklenmeyecek kadar sakindi. galatasaray takım halinde «favori» olmanın heyecanından kurtulamıyor, fenerbahçe de maçın öneminden doğan heyecanla ezeli rakbinden aşağı kalmıyordu.
sahayı aydınlatan elektrik dışında, maç fazla elektrikli de değildi. nasıl ki, dün gece mithatpaşa stadında parlayan projektörler dışında, sahada parlayan oyuncu sayısının pek az olduğu gibi.
bütün bunlara rağmen, neresinden bakılırsa bakılsın, bir galatasaray - fenerbahçe maçıydı bu... ve hakem cezmi başar da, bütün sukunetine rağmen her an gürültüye bürünüverecek karşılaşmayı mükemmel idare etmeyi başardı. aslında maç sakindi, ama bunun, bir fırtına öncesi sükûnet olduğu daima hatıra geliyordu.
haaa, bir de hatıra gelen şuydu: acaba garip bir taktikle görevlendirilen bahri, «faraza» 90 dakika boyunca özcan'ın degajman yapmasını önlemek için fenerbahçe kalecisinin önünden ayrılmamamış olsa... özcan da, gene «faraza» 90 dakika boyunca, kaideleri ihlal etmeden topu yere vurup kendi sahası içinde dolaşsa... stadın yapılmış, yapılmamış tribünlerini dolduran onbinlerce seyirci, bir «maç» göremeyecek miydi? dersiniz...
kısacası, ezeli rakiplerin mithatpaşadaki ilk geece maçında, «fener»in ışığı çok parlak olmayışına rağmen, galatasaryı gölgelemeğe kâfi geldi.