saat 14.30 da lider galatasaray ile lig sonuncum vefa karşı karşıya gelecektir. maçın normal olarak sarı -kırmızılılar lehine neticelerimesi beklenir. hattâ iyi gününde olacak bir galatasaray rakibi önünde skora da gidebilir. ancak ldier takım işi gevşek tuttuğu takdirde, ligdeki durumu her hafta biraz daha kötüye giden vefanın, bir beraberlik için çalışacağı da unutulmamalıdır.
futbol kalitesinin düşük olduğu maçla ilk güzel hareket receb'in direkten dönen frikiği, ikincisi de sağhaf suat'ın gol olan volesi idi
halit kıvanç
bir piyesin ilk temsili için halk tiyatroyu doldurur. herkes heyecan içindedir.
perde açılır, temsil başlar. fakat piyes o kadar kötüdür ki, daha ilk perde biter bitmez, halk çıkmak üzere kapılara hücum eder.
işte bu anda bir münekkidin ayağa kalktığı ve bağırdığı duyulur: «- lütfen telaşlanmayın! bütün felâketlerde olduğu gibi, burada da önce kadınlar ve çocuklar çıkacak...»
eğer dünkü galatasaray - vefa maçının ilk devresi bittiğinde halk kapılara hücum etmediyse ve bir münekkid de kalkıp «önce kadınlar ve çocuklar» demediyse, bunu her şeydeln evvel seyircilerimizin inanılmayacak kadar sabırlı ve müsamahalı olmalarında aramak lâzım.
evet, biri «yirminci», öteki «birinci» durumdaydı ligde... ama sahadaki oyunun kalitesi, futbol olarak belki «yirmi birinci» sınıf bile değildi. öylesine sönük oyundu ki. şimdi bol köşeden dağıtıverdiğimiz yıldızlar dahi, bu maçı parlak göstermeğe yetmezdi.
hattâ recebin direkten dönen fekalâde frikik atışı, hattâ hattâ suat'ın şahane volesinden nefis gol bile, oyunun kalitesini yükseltmek için kâfi gelmemişti. aksine, öylesine kötü oyunda böylesine güzel hareketler görmek, seyircileri yadırgatmıştı. zaten maçtan sonra hatırda kalanlar da, bu hareketlerden fazlası değildi.
sönük bir devre...
hele ilk 45 dakikada «iyi ki gece maçı değil» diye teselli bulmaktan kurtulamamıştık. yoksa karanlık bir gecede bu tip bir oyun, projektörlerin bütün aydınlığına rağmen, çok seyirciyi tribünlerede, hem de horlaya horlaya uyutuverirdi.
ne görmüştük o koca ilk devrede? ta 28 inci dakikaya kadar hiçbir şey... ve tribünlerden ilk uyanış, ancak 28. dakikada farkedildi: recep, frikik atışından yolladuğı topla ilk alkışı topluyor, direğe çarparak dönen aynı top tribünlerde ilk «aaah!» ı yükseltiyordu.
üstelik sinirli bir havada geçiyordu maç... evet, biri «lider» öteki «sonuncu» durumda iki takımın maçı, bir «final asabiyeti» ne bürünmüştü. ne olurdu, asabiyetine değil de, bir «final kalitesi» ne bürünseydi ya futbolü de... fakat hayır, sanki ille de futbol oynamamak isteyenler toplanmıştı bir arada... ve işte bunların arasında, «emektar» recep birkaç pası, birkaç akını ile oynananın bir «futbol maçı» olduğunu hatırlatmağa çalışıyordu.
herhalde geçen haftalara nisbetle daha durgun, daha derli toplu gözüken vefalılar «lidere te golle, zorla yenildik» diye teselli bularak daha fazla sevinebileceklerdi. galatasarayın oyununu beğenebilmek için ise, sadece ve sadece «1 gol - 2 puan» diyecek kadar iyimser olmak gerekirdi. doğrusu canlı ve heyecanlı bir beşiktaş - feriköy karşılaşmasından sonra, böyle bir galatasaray - vefa müsabakayım görmek, tatlıdan sonra turşu yemekle kıyaslanabilirdi. ve galiba bizzat sarı - kırmızılı taraftarların staddan çıkarken yüzlerindeki buruşukluk da, turşunun ekşiliğinden çok önlerindeki uzun şampiyonluk yolculuğunu düşünmekten doğuyordu.
ikinci yarı ve gol
ikinci yarı, ilkinden biraz daha hareketli başlamıştı. nitekim devrenin 2. dakikasında suat'ın şandelinden doğan tehlike, vefa kalesini karıştırmış, fakat «gününde» turgut iki mükemmel müdahale ile «gol» ü kurtarmıştı. ama gene aynı turgut, gene aynı suat'ın yaratacağı bir diğer tehlikeyi önleyemeyecekti. aslında bu, «kurtulmaz» bir tehlikeydi de... niyazi'nin soldan ortasına suat'ın yapıştırdığı vole, gerçekten «gol» olmağa yaraşır ölçüde «şahane» di. işte maçın sonucunu tayin eden hareket de, bu oldu.
fırsatları arkadaşlarından değil de, rakip kalecilerden beklemeğe alışan bahri'yi hafa, geride aksayan b. ahmet'i forvete alan galatasaray, bu devrede birinci yarıdan daha tesirli görünüyordu. ancak vefa kalecisi turgut, birinde receb'in altı pastan «bomba» sını, bir diğerinde niyazi'nin aşırtmasıyla giden topu, bir üçüncüsünde de b. ahmet'in kaleye yönelmiş akınını, hem de tam kale ağzında kurtararak bir başka gol fırsatı vermiyecekti. bir de, son dakikalarda niyazi'nin korner atışından gelen top filelere giderken, mürvet kafayla çevirecekti golü...
böyle parmakla sayılacak kadar az «güzel» hareketin görüldüğü oyun biterken, tribünlerde alınan geniş nefes, maçlara rağbetin niçin azaldığını iyi anlatmağa yeterdi. o, gece yarıları stad önünde yatan futbol aşıkları, sanki sınıfta tek ayak üstüne cezaya kalmış ilkokul öğrencileri gibi fırlıyorlardı staddan...
galatasarayın vefayı, daha doğru su «lider» in «sonuncu» yu yenmesi tahmin ediliyordu. fakat bu derece kalitesiz bir futbol seyredileceğini tahmin eden bulunamazdı.