sarı - kırmızılıların altay'ı 2-1 yendiği maçta varol'un iki hatâsı karşılaşmanın neticesini değiştirdi
kahraman bapçum
...ve eğer varol, iyi kaleci, tecrübeli kaleci, birinci sınıf kaleci, formda kaleci varol. recepin o hiç de isabetli olmayan kafa vuruşunu kurtarabilse galatasaray dün de altay karşısında puan verip gidecekti.
bu da hiç garip olmazdı galiba... çünkü galatasaray dün altaydan daha iyi futbol oynamadu. hele hücumcular içinde bahri, ayhan ve mete gibi öyleleri vardı ki, anlatılmaz bile...
başı bu...
doğrusu ilk dakikalardaki canlı, deplâsmanlı galatasarayı görünce peşin bir hüküm vermeğe bile kalkmıştık: «eh!» demiştik. «nihayet galatasaray bu, dün mağlûp oldu diye bugün de mahkûm olmasına sebep yok ya! elbet de toparlanacak ve...» ama, bu oyun ancak 6 dakika sürdü. yedi değil. tam altı dakika. altaylılar kendi yarı sahalarında, hattâ ceza sahaları içinde oynadılar. sonra kurulu bir yay gibi açılıp... nailin 25 pastan yaptığı bir şütle gollerni yapıverdiler. bu golün güzelliği, evvelâ nailin hiç de şüt atacağı zannedilmeden vuruşunu yapması, sonra da topun fişek gibi gidip direği sıyırarak ağlara girişi idi. bir kaleci için bu topu çıkartmak ancak şans olabilirdi.
böylece galatasaray bir gün evvel karşıyakaya iki puan verdikten sonra bu maçta da altaya yenik düşüyor du. zannedilirdi ki, sarı - kırmızılı takım bu golü yedikten sonra şahlanacak ve... ama bu da yanlış bir zan olacaktı. çünkü dakikalar geçtikçe bir taraftan oyundaki kalite düşüyor, bir taraftan da galatasaray hakimiyeti diye birşey kalmaz oluyordu. ve oyun ikinci sınıf bir amatör maçı kadar zevksiz, sürüp gidiyordu. recep'in arada sırada sağa sola dağıttığı toplar olmasa seyredilecek hiçbir şey kalmayacaktı.
nihayet metenin ve bahrinin sol taraftan düşe kalka, ite kaka ve itile kakıla getirdikleri bir top metenin ayağından ortaya aktarıldı. altay mudafaası bütün maç boyunca yaptığı en büyük hatayı yapıyor ve recep'in orta yerde bitip topu kafa ile kaleye aşırmasına imkân veriyordu. fakat asıl hatâ bundan sonrakl idi: varol, yumuşak ve hafif kafa vuruşunu takip edemedi. kendisi için ve her hangi bir kaleci için mutlaka çıkarılacak bir topu kesemedi.
beraberlik... bu, altay için yıkım sayılmazdı. başa baş oyun oynuyorlardı ve daha kırkbeş dakikalık devre vardı. hattâ devrenin son dakikasında turgayın kalesinde tam golün girdiği tarafa aynı güzellikte bir şütü bu defa da cengiz gösterince, iş neredeyle büsbütün değişiyordu. ama bu top kıl payı farkla avuta gidecekti.
ortası bu...
ikinci devrede ne büyük ahmetin 6. dakikada patlattığı ve varolun karşılayıp bloke edemediği topu, yeniden dalıp havaya dikişi.. ne 13. dakikada tam kale ağzında ayhanın pozisyona girdiği anda doğan'ın akıllıca bir ayak koyuşuyla kornere çıkarışı... ne şu, ne bu... hiçbiri galatasarayın rakibine üstün olduğunu kabul ettirecek birşeyler göstermiyordu. hattâ, 19 uncu dakikada sağdan yapılan bir serbest vuruşta defansı aşıp sola doğru inen bir topa metenin kafa vuruşunu seyreden varolun top ağlara takılırken de hiç bir şey yapamaması ve skorun 2-1 olması da galatasaraya «üstün» olmak vasfını vermiyordu.
skor 2-1 olmuştu ve maç aynı tatsızlık ve altayın mahkûm olmadan mücadeleye devamı ile gidiyordu. göze çarpan tek şey recebin hareketleri idi. 25 inci dakikada aynı recep bir de varolun kalesinin üst direği ile sol direğinin birleştiği yerde bomba gibi patlayan bir frikik çıkarttı ki...
özeti de bu...
altay sadece mücadele etmekle iktifa edecek kadar hafif kalıyor, galatasarayın bütün kadrosu yorgunluğun affetmez pençesine düşüyordu. ve tabii maç alabildiğine yavaşlıyor... uyku getirici oluyordu.
... ve eğer varol o golu yemeseydi bu maçın berabere bitmesi o kadar tabii, o kadar beklenen bir şey olacaktı ki...