ispanya ve avrupa'da beyaz şimşeklerin yıldızı yine parladı. bir büyük talihsizlik olmazsa türkiye’de de 1966 siyah - beyazlıların başarı yılı olacak.
çöktü, dağıldı, artık bir daha toparlanamaz denmişti real madrid için. beşiktaş için söylenenler de pek bu kadar ağır olmasa bile «ne var siyah - beyazlı takımda?» «hangi oyuncusu beynelmilel klâsta?» «diğer rakipler karşısında ne yapabilir?» deniliyordu. biri avrupa kupasına iddiasız girdi diğeri türkiye ligine. ve bu iki takım iddialı konuşanları şu anda yayan bırakmış bulunuyor. beşiktaş ile real madrid arasında bence bu bakımdan bir kader benzerliği ve aynı zamanda büyük bir dostluk vardır. bu dostluğun tarihi 13 kasım 1958‘de başlar. ( https://macanilari.com/13...iktas-195819595001--.html) şampiyonluk yolculuğuna çıkan siyah - beyazlı takımla izmir’e giderken ben bu hâtırayı yaşadım. sekiz sene evvel real madrid maçını takibe ben görevlendirilmiştim. dört sene üstüste şampiyonluk kazanan beyaz şimşeklerle, türkiyeyi temsil eden beşiktaş chamartin stadında avrupa şampiyon kulüpler turnuasının ikinci tur eleme maçını oynayacaktı. muazzam stad... 125 bin seyirci... hem de ateşli.. çılgın mı, çılgın... tipik akdeniz insanları.. dillere destan bir forvet.. değeri 1 milyon dolar... kopa, rial, di stefano, puskas, gento.. gerilerde santamaria'lar... santisteban'lar... alonso’lar.. çığ gibi büyümüştü siyah - beyazlı çocukların gözünde...
maç gece oynanıyordu. pırıl pırıl aydınlanmış yemyeşil bir saha... ağzına kadar dolu tribünler.. ve toptoy bir beşiktaş takımı... bu ihtişam, bu korkunç manzara karşısında hepsinin iliklerine kadar titrediğine ve dillerinin tutulduğuna şâhit olmuştum. sakat olduğu için o gün sahaya çıkamayan şimdiki menecer recep adanır, «ağabey allah esirgesin ama bir hezimetten korkuyorum» diyordu. içlerinde beşe, altıya râzı olmayan futbolcu yok gibi idi. o günkü takımda oynayan kaya, k. ahmet, yedek bekleyen kaptan necmi, ümitsizliğin çukuruna düşmüş gözüküyorlardı. bir sembol olduğu için beşiktaş kafilesine katılan baba hakkı «canım biraz gayret edersek mağlup olsak dahi rezil olmayız, bu kadar korkacak ne var» diyordu. yılların kurt kaptanı aslında kendi de ümitsizdi ama neticeyi umursamaz gözükmeyi beceriyordu. eeee korkulmayacak gibi değildi ki real madrid. dile kolay bu, maçtan bir hafta önce bir kupa karşılaşmasında yabancı bir takıma tam 13 gol almışlardı. ya böyle olursa? ne yüzle türkiye'ye dönerdi beşiktaşlılar? ama hepiniz iyi biliyorsunuz korkulan olmadı. beşiktaş dev rakibine kafa tuttu. kaleci varol hayatının en güzel oyununu çıkardı. ahmet berman, kopa denilen o virtüöz futbolcuyu yürüyemez hale getirdi. allah'ın oğlu rial top oynamaktansa, meleklerle görüşmeyi tercih etmiş olmalı ki sahada gözükmemişti bile. yırtınan takım kaptanı di stefano idi. şımarıktı... mağrurdu- kendisine tekme atan münir'e tokatla mukabele etmişti. bu arada kaya da bir tokat yemişti di stefano'dan... santiago'nun taçsız kralı dokunulmazlığa sahipti. italyan hakemle göz göze geldiler. oyundan çık işareti vermişti hakem. di stefano arenayı terk eden bir boğa gibi kabarık sert bir şekilde sahadan çıkıp gitmişti. bize o gün büyük yakınlığı türk dostu puskas göstermişti. türk seyircisinin onu sevişi yersiz değildi. büyük futbolcu di stefano ise, buün yaşlılığın maddi ve mânevi çöküntüsü içinde zaman herşeyi değiştiriyor. yıkılmayacak zannedilen mâbutları yıkıyor, putları deviriyor. sonra real madrid'i istanbul'daki 1-1 lik revanş maçında türk futbolseverleri de seyretmişti. berbat sahada iyi bir futbol ortaya koyamamıştı beyaz şimşekler. ama o yıl yine bütün rakiplerini yenerek avrupa şampiyonu oldular. kulüplerinin kurucusu bernabeu, «dünyanın en şöhretli futbolcularını bir araya getirdim. halka futbol zevki veriyorum. bir gün bu zevki veremeyecek hale düşebilirim. fakat real madrid kulübü bir müessesedir. yıkılmaz» demişti bana bir konuşmamızda... hakikaten öyle oldu. real madrid şöhretli futbolcularını kaybetti. üstüste mağlûbiyetler aldı ve herkesin çöktü, bitti, dağıldı dediği bir sırada yine iberik yarımadasında bir granit kaya gibi yükseliverdi. yıkılmaz zannedilen futbol diktatörü herrera, kafasını bir sert kayaya vurmuş ve hâlen onun dibinde yatıyor. işte beşiktaş da böyle. senelerce toparlanamadı. vefasız bir sevgili gibi şampiyonluk hep son dakikada elinin içinden uçup gidiverdi. ama yıkılmadı yine toparlandı ve ayağa kalktı. bütün bu anıları bana kaya'nın uçakta «ağabey saat kaç» demesi hatırlatmıştı. saatime baktım 15'i gösteriyordu o da kendi saatine baktı ikimiz de real madrid marka saat taşıyorduk. ispanyadaki maçta şöhretli kulüp bize hâtıra olarak kendi armasını taşıyan birer saat hediye etmişti. «iyi gidiyor» dedim. ben saati kasdetmiştim. o ise zekice gözümün içine bakarak şu cevabı verdi, «evet ağabey. bu yıl hem biz hem de real madrid iyi gidiyor.»