oyun devamınca inatla defans yapan beşiktaş karşısında g. saray galibiyete ulaşamadı: 0-0
sert ve hırçın geçen maçta, hakem zoroğlu, hakim oynayan sarı-kırmızılıların iki penaltısını vermedi. talât'ın çıkarılışı hâdise yarattı
halit kıvanç
dünkü maçın yorulmayan adamı, sayı levhasını değiştirmekle görevli kişiydi. oyunun başında iki «0» yerleştirdi renklerin hizasına... ve 90 dakika boyunca da ne kendisi kıpırdadı yerinden, ne de levhaya taktığı «0»lar... maç, başladığı gibi bilmişti: «0-0»...
ancak, dünkü karşılaşmayı anlatırken belirtilecek «sıfır»lar, sayı levhasına takılı olanlardan ibaret kalmaz. oyunun idaresinde göze çarpan hatalar, hatta sahanın gerçek «futbol»a müsaade etmeyecek derecede çamurlu oluşunu dahi kenara itti. evet, böylesine hava ve saha şartlarında, puan mücadelesine girişen 22 gençten, ille de iyi bir futbol beklemek, biraz insafsızlık olurdu. buna rağmen, gene de zaman zaman bir şeyler gösteriyorlardı. çalışıyor, çırpınıyor, hani ya, hiç değilse meşin topu kudretlerine yakın kullanmağa gayret ediyorlardı. fakat hakemler triosunun, bu gücü kırma bahsinde hava ve saha zıorluklarından geri kalmayacağı doğrusu pek beklenmezdi.
uzun cümleleri kısa misallere ekleyiverelim: ilk yarının 36. dakikasında şandellenen topa bahri atak yaptı. necmi çıakrken, sabahattin'in göğsüne çarpan top, beşiktaş filelerini buldu. hakem bu sayıyı muteber addetmediğini ilân edince, tribünlerde «ofsayt vardı», «faul vardı» tartışması başladı. evet, ya ondan biri vardı ya da hiçbir şey yoktu.
ancak, ikinci yarının hemen başında metin'in ceza sahasına dalışında sertçe hem de biraz fazla sertçe durduruluşu!!! bak işte, bunda «penaltı» kokusu, taa tribüne kadar rahat rahat gelmişti. ve eğer bu kokuyu duyamayanlar olursa, maçın bitimine tam 10 dakika kala, bu defa da bahri'nin kale önünde tepetaklak edilişinde, «futbol buna ne der?» diye sormaktan kendilerini alamamışlardı.
galiba maçı da size anlattım. bunlar dışında bir de talât'ın (85. dakikada) bir favulden sonra hakeme söylendiği (ne söylediği oralardakilerin malûmu) için oyundan çıkarılışı. oyunun duruşu... itirazlar... idarecilerin sahaya girişi... talât'ın antrenörünün yardımıyla çıkışı... maçın bitişi... tribünden uçan minderler... korunmak için eğilen hakemler... ve «bir maç böyle bitti»...
beşiktaş'ı son olarak romanya'da seyretmiştim. rapid'e 3-0 yenilmiş ama inatçı bir müdafaa oynamadığı için takdir edilmişti. dünün gazeteleri hattâ bizzat sarı - kırmızılı kulüp yetkilileri de, beşiktaş'ı «favori», gösteriyordu, galatasaray karşısında... o halde ne beklenirdi? siyah - beyazlıların bir «favori» azmiyle maça girişmesi... atılması... saldırması... şahlanması...
bir de gerçeği dinley: beşiktaş sahaya çıkıyor, yüksel'in sırtında «9» numaralı forma ve düdükle birlikte geriye çekiliyor. yani maçın kaderini 4 forverde bağlayan taktik... ligde daha dördüncü maçını oynayan, müsabakanın «favori»si gösterilen takımın taktiği bu... ne yalan söylemeli, bu garipliği yadırgamakta mithatpaşa tribünlerinin dünkü 18 bini aşkın seyircisi belki de ittifak halindeydi.
evet, maça böyle başlanabilir ve sonra vurucu, atak taktiğe geçilebilirdi. ama beşiktaşlılar, 1. dakikadan 90. dakikaya kadar, aynı diziliş içinde oynadılar. galatasaray'ın şansını her an biraz daha arttırdılar. gayet tabii sarı - kırmızılılar, bir rakip forverdin geri çekilmesini, yan haflardan birini ileri çıkarmak için fırsat taydılar. mustafa, galatasaray forvetinin altıncı adamı olarak, akınları coşturdu.
bununla beraber sarı - kırmızılı hücum hattı, beylik deyimle «gününde» değildi ve çeşitli imkanları cömertçe harcayıp durdu. beşiktaş'ın kontrataklarında ise, galatasaray'ın başarılı geri hatları - özellikle hafları -tehlikeleri kolay savuşturdu. nihayet böylesine bozuk ve kaygan sahanın «kaleci katili» olduğunu bilenler, dünkü necmi ve dünkü turgay için de «iyi» notunu rahatça verdiler.