daha hâkim oynayan siyah - beyazlı fakımın tek golünü ahmet attı
kahraman bapçum
çıkartın bu can denen adamı takımdan... ne kaldı geriye? yâni dün, fenerbahçe adına sahada ne vardı, candan gayri? haksızlık etmiyoruz: her şeye rağmen kendine düşeni başaran bir şükrü'yü, yaşı, formsuzluğu şu hu gibi hir sürü handikapa rağmen hâla güvenilir adam olan basri'yi, sebep olduğu penaltıya rağmen sahanın en iyilerinden biri olan özcan'ı görmemiş veya unutmuş değiliz .. ama atın bu can denen adamı takımdan, yüzbinlerce taraftar başını hangi taşa vurur, on binlerce seyirci neyi seyreder ve bu takım ligde hangi rakipten iki puan alır?
işte dün beşiktaş böylesine yok, böylesine bitik, böyesine üçüncü sınıf bir fenerbahçeden iki puan aldı...
şimdi birçok kimseler siyah - beyazlı takımın dünkü saha ve top hâkimiyetini ve aldığı iki puanı düşünüp bu takımın düzeldiğini zannedeceklerdir. hata ederler. beşiktaşın geri müdafaası kifayetsiz, akıncıları dağınık, hafları ancak rakip bastırmadığı anlarda iyi.. işte bu kadar iyi bir beşiktaş, formda bir kaya'nın desteklediği ve takipçi arif'in, yırtıcı ahmet'in, netice alıcılıkları dillere pelesenk olmuş şenol - birol ikilisinin, zeki ve becerikli muharrem'in temsil ettiği bir beşiktaş, fenerbahçeyi dünkü gibi yakalarsa üzerinden silindir gibi geçer giderdi...
beşiktaş dün fenerbahçeden iki puan aldı. ama gelecek haftalarda adı fenerbahçe kadar büyük olmayan, fakat iyi mücadele eden her milli lig takımı siyah - beyazlılara bu kadar kolay teslim olmayacaktır.
şimdi bu maç için söylenecek, yapılacak bir mukayese ve en kısa söz gene de beşiktaşın lehine olacaktır:
fenerbahçe her gün biraz daha bozulup gitmekte, fakat beşiktaş her gün biraz daha toparlanarak ümitlenebilmektedir. ama bu beşiktaş bu hali ile değil form grafiğinin bu yükselişi ile ümitlenebilir.
maç
bulanık bir hava... yağıp dinen, dinip yağan bir yağmurla ıslanmış kaygan bir saha... bütün tecrübesine rağmen kaide ihlali kararını verirken mütemadiyen hata eden bir hakem... sesi çıkmayan, çıkarsa kısılıp kalıveren bir fenerbahçe seyircisi... biraz evvel oynanmış olan genç takımlar maçındakinden daha zevksiz, daha kalitesiz, bir futbol... 90 dakika necmiye bir tek şüt atılmayan, şükrünün iki şütü kurtarıp bir penaltıyı kurtaramadığı, bir ka. defa da müdafaanın top çıkardığı bir oyun... saha ortasında ise alabildiğince acemi bir sürü didinme... işte maç...
ikinci devrenin 20 nci dakikasında gerilerden yay gibi açılan bir kontratakla orta çizginin biraz ilerisinde topu kapan şenol fırladı, kaçtı ceza sahası içine girdi. defansı ekarte etmiş, şut için doğrulmuştu. özcan takip ediyor ve bastırıyordu. uzandı ve ayak koydu, şenol topu kaybediyor ama özcanın topa koyduğu ayak şenola da tırpan oluyordu. ahmet'in arkadaşlarının ısrarı ile mesuliyeti alıp çektiği penaltıda top plonjon yapan şüktüye mi, yoksa direğe mi çarpıp içeri girdi... göremedik. işte gol...
her aldığı topu futbol oyununun en üstün adamlarına yakışır bir üslup içinde kullanan, meşin topa bir cambaz alışkanlığı ve rahatlığı içinde hükmeden bir adam... hele beşiktaşın golünden biraz sonra taç çizgisi üzerinde topu rakipten söküp imkansız intibaını veren bir çabukluk ve kıvraklıkla ortaya kayıp, kaleye sokulup topun dibine bir dokunuşu var ki. «top kaleye girmemiş... ne çıkar» dedirityor taraftarına. işte bu da can...
ve dünkü maç böylece bir hercümerçten, bir penaltı golünden, bir de can'dan ibaretti.
beşiktaşlılar «takım düzeliyor» diye ümitleniyor ve muhteşem (!) fenerbahçe oynadığı 13 maçta 11 puan kaybederek puan cetvelinde kaybedilen puan hesabı yapılırsa onbirinciliğe düşüyordu.