sanıyorum 1970/71 sezonuydu. ankara'dan ''solo'' gittiğim ilk istanbul maçıydı. birileriyle gitmiştik mahalleden. tuna abilere emanet etmişti annemler beni. onlar da istanbul'a maçlara giden ankaralı fenerlilerdi.
ligin son haftası oynanıyordu. galatasaray, fenerbahçe'nin 1 puan önünde liderdi. averajı da fener'den iyiydi. son haftada ankara'da ptt-galatasaray, istanbul'da ise fenerbahçe, beşiktaş önündeydi. ptt küme düşmüştü. acaba küme düşen ptt, galatasaray'ı yenebilir miydi? ''neden olmasın?'' diye düşündüm. bizi hem de 3-0 yenmişlerdi bu sene. hep nefret etmiştim ptt'den. iki yıl önce bizi, hem istanbul'da hem de ankara'da 2-1 yenmişlerdi. ankara'daki maça gitmiş ve yıkılmıştım hatırlıyorum. ziya aylarca benimle alay etmişti. üstelik bu sezon istanbul'da ancak berabere kalabilmiştik ''postacılarla''. hep fenerbahçe'den puan alırlar, galatasaray'a ise yatarlardı. nasıl nefret etmezdim ptt'den? sabah saat 10'da gümüşsuyu'ndan dolmabahçe'ye sırtımda, sarı-lacivert çizgili ve köşesinde küçük türk bayrağı olan, bayrağımla inerken bunları düşünüyordum. ama bugün fanatik bir ptt'liydim. kulağıma ''şşşş... şşşşş... şşşşş... pe... te...te...'' sesleri geliyordu. ankara 19 mayıs stadı'nın skorbord tarafındaki ptt taraftarlarını, sarı-siyah bayraklarıyla görür gibiydim. itiş-kakış içinde yeni açık tribündeki fanatik fenerbahçe taraftarları arasındaki yerimizi aldık. amigo çetin, o zamanlar daha genç bir amigoydu. ''daha genç'' diyorum çünkü çetin bana her zaman doksan yaşındaymış gibi gelirdi. sırtında ''fenerbahçe'' yazan sarı eşofmanıyla ve kavanoz dibi gözlükleriyle hikayeler anlatıyordu beş-altı metre önümüzde.
''abi, beşiktaş maçı. şu önümüzdeki kalede nedim soldan ceza sahasına girdi, sanlı itti, nedim yerde... kolları iki yana açık dizlerinin üstünde ve yüzü acı içinde ağlamak üzere bir çocuk gibi... hah.. ha.. ha... penaltı hakem bey! diye bağırdı... hakem oyna diyor ama anam avradım olsun nedim o noktada 30 saniye kolları açık öölece kaldı... haa... haa.. ha...'' herkes kahkahalarla gülüyordu bu hikayeye çünkü hepimiz biliyorduk nedim'in fenerbahçe'ye gelmiş geçmiş ''en iyi penaltı itirazı yapan oyuncu'' olduğunu. yanlış anlamayın. kendini yere atma falan değil, hakeme en tatlı ağlayan, en şirin itiraz eden oyuncumuzdu nedim. her neyse. dört saat sonra, yani artık kıçımız kuruduktan, saçma sapan, berbat şeyler yedikten, defalarca başka başka insanlarla tavla oynadıktan, bütün eski beşiktaş maçlarının hikayelerini dinledikten sonra fener sahaya çıktı. yavuz, ercan, ziya, ogün, nedim ve diğerleri.
maç başladı, fener bastırıyor, beşiktaş direniyordu, bir yandan tribünlerden ''pe... te... te...'' sesleri yükseliyordu. devre 0-0 bitti. ikinci yarıda fenerbahçe bunaltıcı bir baskı kurdu. sanıyorum son on dakikaydı. ankara'dan haber gelmiyor, ben gözümü saatimden ayıramıyordum. nedim üç kişi arasından ara pasını yolladı, ogün kontrol etmeden vurdu, top birine çaptı ve kaleci şükrü'nün hamlesine rağmen filelere takıldı, goool, gooool! 1-0
fenerbahçe şampiyonluğa gidiyordu. ''acaba ankara'da ne oluyor?'' diye düşündüm, kimse bilmiyordu. maçın bitiş düdüğüyle ayağa fırladık sevinçle, bir takım fenerbahçeli taraftarlar sahaya indiler. ''şampiyon, şampiyon'' sesleri vardı ama bütün stad katılmıyordu. fenerbahçeli futbolcularda sevinç vardı. ''tanrım şampiyonuz galiba''
başkan faruk ılgaz'ın sahaya girip forması üstünden çıkarılmış nedim'le sarmaş dolaş olduğunu gördüm. herhalde başkan ptt maçının skorunu biliyordu. diğer futbolcular numaralının önünde bir şeyler konuşuyorlardı, içimde tarifi zor, kuşkulu bir sevinçle önümde oynayan filmi seyrediyordum. birdenbire oyuncular soyunma odasına yöneldiler. yeni açığın önündeki tünel girişinde bize kollarını kaldırarak selam verip, tünelde kayboldular. bir anda arkadan hayatımın en felaket haberlerinden biri geldi. ''7-1! 7-1 yenmiş gallsaray!''. ''ne 7-1 mi? nasıl olur? niye sevindiler, başkan falan... yok yaa!'' dedim. ''evet, evet 7-1 yenmiş gallsaray'' dediler yine. ''ulan kansız ptt!'' diye düşündüm, ''bari yenildiniz, 7-1 ne demek? niye hezimete uğruyorsunuz? allah da belanızı versin!''.
kabul edemiyordum, ptt yenilmemeliydi, fener son maçta görevini yapmıştı, beşiktaş'ı yenmiştik...
tabii galatasaray 1 puan farkla şampiyon oldu. ''sezon bitti, üç ay futbol yok, daha gece otobüsle ankara'ya döneceğiz, galatasaray şampiyon''. bayrağımı sopasına sardım, sessizce çıktım staddan, yerlerde gazeteler, ezilmiş köfte-ekmekler, herkesin yüzünden düşen bin parça, ağır ağır gümüşsuyu'ndan taksim'e doğru çıkmaya başladım. dönüp bakmadım bile o çok sevdiğim stadın denizle birlikteki inanılmaz manzarasına. bir fenerbahçe galibiyetinden, hele hele beşiktaş'a karşı olan bir galibiyetten sonra demek bu kadar üzgün ve yıkılmış olarak bu stadı arkamda bırakacaktım. bu acıyı hakediyor muydu 11 yaşında bir çocuk? hem de kimseye kötülük de yapmamıştım bugüne kadar...