fenerbahçe, hem de 10 kişi ile eline geçirmiş olduğu bir galibiyeti maçın son dakikalarında kaçırıverdi. sarı - lâcivertlilerin saymadığımız 11 inci adamı ne hakem tarafından oyundan çıkarılmış, ne de sakallanıp sayılmayacak hâle gelmişti. bu, aslında çok büyük futbolcu olan, fakat senelerdir yakasını kurtaramadığı sakatlığını daha yeni yeni yendiği için, vücutça böyle dev maça henüz hiç hazır olmayan ergun'du. buna mukabil beşiktaş'ın da kocaman bir dezavantajı vardı. forvetin oyun kurucusu birol takımda yoktu. fenerbahçe muhakkak ki, ruh haleti bakımından daha rahattı. zira ligdeki durumu öyle tir tir titreyecek kadar kritik değildi. beşiktaşın riski çok olduğundan her halde onun kadar yumuşak olamazdı. oyun başlayıp dakikalar ilerledikçe iki takımın düşünceleri de sahada adeta okunmaya başladı. beşiktaş, bir an evvel gol atıp rahatlamak için çalışıyor, fenerbahçe ise daha çok adamlı bir müdafaa kurmuş, «ilk önce arkamı sağlam tutayım da, ileride selim, nedim, mustafa fırsatını bulur bir şeyler yaparlar» diyordu. nitekim, onlar değil ama, basri nefis bir kafa golü atınca bu düşüncelerini daha da ileri götürüp işte istediğimiz oldu, şimdi ne bahasına olursa olsun gol yememek gerekir deyip, hem büsbütün koyu bir müdafaaya ve yanı sıra da lüzumsuz vakit öldürme laktiklerine giriştiler. beşiktaş ise, adeta her haltı ile yüklenirken, selim bir punduna getirip, kurnaz bir ikinci gol atıverdi. fakat beşiktaş oyunu bırakmadı. ilk golünü attıktan sonra, ikinci golün yolunu bıkmadan, usanmadan aradı durdu. birçok güzel fırsatlar da yakaladı. ne tuhaftır ki, beraberlik golünün doğrudan doğruya fenerbahçe kalecisinin bir hediyesinden elde ediverdi. maçın en büyük husisiyeti de stattan ayrılan üç büyüklerin taraftarlarının birbirinin de üzüntülü görünmeyişi idi. fenerbahçeliler ikinci maçlarında da beşiktaş'a yenilmemişler, beşiktaşlılar, 2-0 lık bir mağlûbiyetten kurtulmuşlar, galatasaraylılar da lig lideri beşiktaşla başabaş oluvermişlerdi...