...gecenin serinliğinde ve karanlığın ortasındaki beyazlıkta birol'u seyrediyorduk... zaman zaman rivera'yı hatırlıyordu kaçışları... iki ayağını futbol zekâsının sür'atiyle kullanıyor, boş sahada adetâ bir krallık kuruyordu... ve, oyun devam ediyor, galatasaray fırtınayı atlatıyor, biz bu defa beşiktaş kalesinin önünde adam marke eden, en tesirli akınları öldüren bir başka birol seyrediyorduk... hele, maçın henüz başında, soldan rahmi'nin uzattığı topu alıp, önündeki şenol'a kaçırışı vardı ki; bu hareketi avrupa sahalarında yapabilen yıldızları seyirciler şapkalarını çıkararak selâmlıyorlardı. tabii dün geceki büyük maçın tek büyük oyuncusu sadece birol değildi. sayılamayacak kadar çok, iyi futbolcu vardı sahada. tekmesiz, futbolün karakteri icabı normal kabul edilmesi lazımgelen sert, favl'süz ve hareketli oyunu yaratanlardı bunlar... bir kaya seyrettik... defanstaki başarısı bir tarafa, attığı golün harikulâdeliği, unutulacak şey değildi. sabahattinler, yükseller, şenol ve erkanlar...
mağlûp galatasaray da, bu futbol kasırgası zenginliğinin diğer sahibi kabul edilebilirdi. belki takımın dizilişi isabetli değildi, belki eksikleri vardı ama pekâlâ şampiyon adayı hüviyetinden fazla bir şey kaybetmedi... nihayet, büyük maçın bu taraftaki iyilerinden metin'in, galatasaray'a beraberliği getiren golü? bir bilardo masasında, stekanın ucu ile, bir topun, diğer topa dokunuşu ile kazanılan bir sayı gibiydi metin'in golü... beşiktaş kalesinin önünde uzanan boşluktan bir bombanın geçeceğini tahmin edenler yanılıyor ve metin'in incecik, zarif ve şeytanca vuruşu beşiktaş filelerine asılıp kalıyordu.
bunlar, dün geceki beşiktaş - g. saray maçından kalan hâtıralardı...
böyle bir maçı avrupa sahalarında seyretsek, kimbilir ne kadar heyecanlanır ve vazgeçilmez kötümserliğimizle «canım, adamlar bu işi biliyor...» derdik... yalan mı?