ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
bir lufthansa uçağıyla aktarmasız olarak münih'e indik. bizi alpler'de isny yakınlarındaki bölgenin en eüzel otellerinden birine götürecek otobüsümüz çoktan hazırdı.
yamaca yaslanmış olan ve tipik bavyera tarzını yansıtan otel en yüksek beklentilere bile cevap verebilecek düzeydeydi. bir takım kampı için idealdi ve antrenman sahalarıyla maçların yapılacağı yerlere en kısa yoldan ulaşmak mümkündü.
futbolcular, 4000 metre yüksekliğinde 10'dan fazla dağdan oluşan almanya, avusturya ve isviçre alpleri'nin manzarasını gözler önüne seren bu muhteşem doğanın içinde kendilerini çok rahat hissediyorlardı.
hemen ertesi gün odamın balkonundan oyuncuları, doğal çimenle örtülü çayırdan yakındaki ormana doğru koşarlarken gördüm. kendi başlarına ve kendileri için koşuyordu kimileri. diğerleri grup halinde ya da ikili olarak, karşı konmaz bir çekicilik yayan dağların çiçekli dünyasından gelen tertemiz dağ havasını ciğerlerine doldurarak koşuyorlardı.
mustafa ve ahmet antrenmanı mumkun olduğu kadar eğlendirici bir biçimde organize etmek ve aynı zamanda oyunculardan tam randıman alabilmek için her yeni yeni fikirler üretiyorlardı.
amatör takımlarla yapılan maçlar hem değişiklik oluyor, hem de ağır antrenmanların getirdiği yükün stresinden kurtulmayı sağlıyordu.
ilk üç maçımızı kempten, bodensee ve augsburg'da yaptık. bunları kazanmak bir görevdi. ne de olsa, rakiplerimizle biz profesyoneller arasında iki üç gömlek fark vardı.
bu nedenle sadece kazanmakla değil, başarılı, çekici ve güzel bir futbol sergilemekle de yükümlüydük.
mümkün olduğunca çok gol atmalı, istekli oynamalı, becerildigi zaman oyunculara büyük güven veren cesur çalımlan oyunlar ve yanıltmacalı kombinasyonlar sergilemeliydik.
tempolu oynamanın yanı sıra hızlı ve tek pas yapmalıydık. alman seyirci dışında her hafta alman ligi'ni izleyen ve almanya'da yaşayan türk futbol seyircisine de göstermeliydik kendimizi. çünkü onlar şimdi, bir alman antrenörün çalıştırdığı galatasaray'dan uluslararası düzeyde futbol bekliyorlardı.
ayırca, almama'daki günlerimizde ortak noktalarımızı bulup çıkarmak, sohbet etmek, birbirimizin düşüncelerini anlamak ve geleceği değerlendirmek için de zaman buluyorduk.
tabiî uzun ve doyurucu uykuya da zaman ayırıyorduk. yüksek performans gerektiren sporlarda büyük müsabakaların kolayca üstesinden gelebilmek, ancak hızlı reaksiyona ve konsantrasyon birikimine sahip olmak ve öncelikle sağlam sinirlerle mümkündür.
yeni bir takım oluşuyordu, kaynaşarak. kendi aramızdaki ilişkiler bir aile, dost çevresi ilişkisinden daha ileriydi. bu ortamı hissetmek ve yaşamak hepimize iyi geliyordu. bu oluşumda yeni kaptanımız cüneyt'in payı büyüktü. takım içindeki birliği korumaya çalışıyor, takımı tek bir ruh gibi bir arada tutuyor, yönetime, basına ve taraftarlara karşı gerektiği gibi temsil ediyordu.
kolay bir görev değildi bu; fakat, yüksek karakter seviyesi ve örnek tutum ve davranışıyla onun kaderinin bir parçasıydı bu görev. hedefini sağlam bir şekilde ortaya koyan ve ona ulaşmak için hiç yılmadan yoluna devam eden futbolcu ve kaptanlardan biriydi cüneyt. ayrıca fevkalâde çok yönlü oyunculuk niteliklerine sahipti. bu ise antrenör olarak bana, onu takımın güçlü kılınması gerektiği yerlerde öylesine devreye sokma fırsaveriyordu ki, rakip, yeni ve değişen taktiğimize ayak uydurabilmek için hep zaman harcamak zorunda kalıyordu.