lig'in puanlı heyecanına ve o ölçüde iyi futbol’e susamış onbinlerce sporsever, ilk 45 dakika sonunda, çölde serap gürmüşçesine mahzundu. sahanın orasından burasına koşuşan futbolcular, günlerdir devam eden «kaçak güreş» havası içinde, ortaya hiçbir şey koyamamışlardı. yöneticilerinin, hocalarının «favori» görünmekten kaçtıkları gibi, onlar da şimdi gerçekten «favori» olmadıklarını ispat yarışında gibiydiler. futbol'den kaçıyor, toptan kaçıyor, rakipten kaçıyor hattâ hattâ pozisyona girmekten, gol atmaktan bile kaçıyorlardı. sade suya lâpa’dan farksız ilk devre, hak ettiği sonuçla, sıfıra sıfır kapandı.
ikinci 45 dakika ise, hiç olmazsa, heyecan temposu yönünden hayli yüksek ve hareketli geçti. seyircilerin çoğunluğu da, ödedikleri bilet parasını, bu devredeki heyecanın hatırına helâl ettiler. yoksa dün «futbol» olarak uğranılan hayal kırıklığı, hani maçı bedava seyretmenin bile angarya sayılacağı kadar fazlaydı. tek tek güzel hareketler, oynanan futbolün kalitesini keçi boynuzu yiyerek tatlılanmağa çalışmaktan öteye geçirmiyordu.
beşiktaş, kendi şansını bir bakıma kendi yok etti. yusuf’un, başlarda kale ağzından semaya yükselttiği fırsat, belki de maçın düğümü olabilirdi. güven'in ıskaladığı top da, belki siyah - beyazlı lara iki puan getirebilirdi. ama turan'ın, gerçekten serinkanlı davranarak attığı gol, oyunun kaderini değiştirdi. galiba bu maçtan hatırda kalacak olan da, turan'ın akıllı golünden başkası değildi. ve «iyi oynayan kazandı» diyemesek de, «kazanan, iyi oynayandır» diyen ingiliz sözüne hak vermekten başka hükmünüz olamazdı.