eskişehir atatürk stadyumu'nun ankara 19 mayıs stadyumu'na uzaklığı: 236 km.
fikstür çekildiğinde, bu maça rafi abiyle birlikte gitmeyi planlamıştık. fakat 3. haftadan sonra verilen milli maç arası tüm planlarımızı değiştirdi. 15 eylül'de rafi abiye veda ettikten sonra 16 eylül pazar günü 11 treni ile 3. kez eskişehir deplasmanına yola çıkarken, yan vagonda ömer abim ve 13 yaşındaki oğlu alperen de 2. deplasmanları için (ilki 2009'daki kocaelispor'u 2-0 yendiğimiz maç) yola çıkıyorlardı. yaklaşık 1 saat 45 dakikalık rahat bir yolculuğun ardından gara indiğimizde etrafta birçok gençlerli vardı. en son 2010'daki eskişehir deplasmanımda polisler bizi formalı görünce toplamış ve doğruca stada götürmüşlerdi. bunun bilinci ile bu sefer üzerimizde gençlerbirliği ile ilgili hiçbir şey yoktu. ama ortalarda polis de yoktu.
hava oldukça sıcaktı ve alperen "açım, ölüyorum" gibi cümleler kuruyordu. porsuk'a doğru ilerledik. bir yandan laklak ederken, bir yandan da çiğ börek yiyeceğimiz bir yere bakıyorduk. porsuk turunun başlangıç noktalarından birinin dibinde yer alan bir börekçiye oturup siparişimizi verdik. bu arada alperen benimle raffaello'suna böreğin gerçek adının çiğ mi yoksa çi mi olduğuna iddiaya giriyordu. biraz google araştırmasının ardından alperen, yüzüne yapıştırdığı “acıların çocuğu” ifadesi ile "amca 5 liram var. onu da hatıra atkısı almak için getirdim. ama ne yapayım üçlülerinden alabilirim o paraya" diyordu. “neyse” dedik.
yemekten sonra, her deplasmanda olduğu gibi önce bilet işini halletmek için stadın yolunu tuttuk. ama daha önce geldiğim 2 deplasmandan farklı olarak bu sefer stadın diğer tarafından yani reşadiye cami tarafından stada geldik. ilk kez "stad gişesinde" kredi kartı ile satış yapıldığını görüp mutlu olduk. daha önce bize tahsis ettikleri "portatif" kale arkası tribünü yerine, bu sefer kapalının (şeref tribününe göre) en solunu vermişlerdi. gişe görevlisi dalgınlıkla 15 lira çekti. ben uyarınca teşekkür edip bir 15 daha çekti ve ardından "behzat ç.'de geliyor mu" diye bize takıldı. gülüştük.
biletleri aldıktan sonra 3 saatimizi değerlendirmek için ya odun pazarı'na ya da porsuk'ta tura katılacaktık. pınar'dan ön bilgi ve ural'dan "az önce oradaydık"lı sıcak bilgi aldıktan sonra odun pazarı'nda karar kıldık ve yürümeye başladık.
stada yürüyerek 10 dakikalık mesafedeki odun pazarı'nın ön tarafında restore edilmiş koyu/sert renkli eski evler vardı. onların arkasındaki sokağa girip, yıkık dökük eski evleri gördüğümüzde, ömer abim, "pazarcıların iyi malları öne, kötülerini arkasına koyması gibi olmuş" diyordu. sokak aralarından dolaşarak çağdaş cam sanatları müzesi'ne vardık.
müze, ortasında çeşme bulunan, avlulu, balkonlu eski bir ev idi. içerideki cam çalışmalarından bazıları gerçekten çok ilgi çekiciydi. bir süre inceledikten sonra görevliye başka nereleri gezebileceğimizi sorduk. o da, kurşunlu külliyesi'ni önerdi.
birkaç hediyelik dükkanına uğrayıp bakındıktan sonra ana yola çıktık ve oradan külliyeye doğru ilerledik. bu arada cadde üstünde gördüğüm gecekondu-apartman şeklindeki “kahve evi” çok enteresan geldi.
1525’de yapılan külliyenin içinde en hoşuma giden yerlerden biri lületaşı müzesi idi. özellikle lületaşından yapılmış pipoların üzerindeki çok ince motifler çok başarılıydı.
sema gösterilerinin yapıldığı odanın duvarları ve kubbesi ise çok etkileyiciydi. hiçbir yerde çizim, süsleme yoktu ve sadece tuğla idi. her şey çok sade ve güzeldi.
bir süre banklara oturup meyvelerimizi yedikten sonra stada doğru yola koyulduk. bu arada alperen’in isteği ile karikatür müzesi’ne uğradık. 31. uluslararası nasreddin hoca karikatür yarışması’na katılan 65 eserin yer aldığı müzeyi gezdikten sonra eskişehir atatürk stadına doğru yola devam ettik.
tribüne girdiğimizde kale arkası tribününün 2 katı fiyatı olan kapalıda bize ayrılan yerin açı olarak ankara 19 mayıs stadındaki kale arkalarının en uzak köşesi olduğunu fark ettik. buna özellikle ural çok bozuldu.
yerimize oturup sahaya döndüğümde, önümüzde ısınanların üzerlerinde 2 numaralı siyah ediz forması vardı. önce eskişehirliler sandım ama bir süre sonra bizimkiler olduklarını fark ettim. esesliler de üzerinde benzer bir forma vardı. tribüne gelen bir gençlerbirlikli, saygı duruşunda havaya kaldırmamız için evden gelirken hazırladığı harfleri ve ediz fotoğraflarını taraftarlara dağıttı. bir başka taraftar, içinde badem şekerleri sarılı, kırmızı fileli ve siyah kurdeleli üzerinde “allah rahmet eğlesin” gibi bir yazı bulunan “mevlüt şekerlerini” dağıtıyordu. bu arada bir taraftar da elindeki beyaz torbadan çıkarttığı ve eskişehirli taraftarların gönderdiğini söylediği halleyleri tribüne dağıtıyordu.
açık tribüne "ediz bahtiyaroğlu tribünü" adı verilmiş. tribünün sağındaki (kapalıya göre) ışık direğinin üstünde ediz bahtiyaroğlu'nun fotoğrafı, solunda ise 25 yaşında kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden kalecileri sinan alaağaç'ın fotoğrafı asılıydı.
maçın hemen başındaki saygı duruşu, akabinde 2. dakikada açık tribünün yukarıdan aşağıya doğru açtığı 2 numaralı ediz pankartı ve yanlarına açtıkları kanatları izlemek derken bir türlü maça kanalize olamıyorduk. 13. dakikada ceza sahamızın solunda hurşut’un öylesine/pasif bir şekilde yaptığı hamle ile dede’nin onu geçmesi ve golü atması ile maç izlediğimizin farkına vardık. golden sonra uzun süre beraberlik için bilinçli bir baskı kurduk. lekic’in direkten dönen topu ve hurşut’un sağdan, jimmy’nin soldan getirdiği ve ortaladığı toplarla bir sürü pozisyon harcadık. ama sahaya yansıtılan oyundan ötürü 1-0 yenik olsak da umutluyduk. derken devrenin bitmesine 1 dakika kala eskişehir köşe vuruşundan skoru 2-0’a getirdi.
devre arasında “60. dakikaya kadar bir gol bulursak maça ortak oluruz” hesapları yapıyorduk. ama takım ikinci yarıya oldukça dağınık başladı. tabi esesli topçuların kapalı defans yapmasının bunda etkisi de vardı. derken, ersun yanal takımlarının ortak özelliği olan “topluca hızlı hücum”un 3 tane örneğini arka arkaya yaşadık ve bunlardan 2 tanesi gol oldu. atılan her golden sonra anonsçu golü atan oyuncunun soyadını söylüyor, tribünlerde “ediz” diye ismi tamamlıyordu. skor 4-0 olduğunda tüm gardımız düşmüştü ve daha maçın bitime 35 dakika vardı. tek düşündüğümüz “bari fark olmasa” idi. ardından yapılan değişikliklerle ve tosic’in soldan yaptığı bindirmelerle 2 tane gol bulduk. 83. dakikada fark ikiye indiğinde tekrar maça bağlanıyorduk. birkaç dakika sonra zec’in kaçırdığı gole ise oldukça üzüldük. çünkü fark bire inseydi son 5-6 dakika oldukça çetin geçebilirdi. fakat olmadı ve maç 4-2 sona erdi.
polis bizi bekletirken, biz de ilk kez deplasmana gelen pınar’a maçtan sonra “işte deplasmanlar böyledir. en azından 2 gol attık. dönüş yolu hep sıkıcıdır ama allah’tan mesafe uzak değil” gibi öğütler veriyorduk. ardından arabaya atlayıp dönüş yoluna koyulduk. ural-zeynep ve pınar yol sırasında laklak ederken ben arada dalıyordum. gözlerimi açtığımda konuya devam etmek istiyor ama o gücü bulamıyordum. derken eve ulaştım ve duş alıp, gençler.org’u güncelledikten sonra yatağa girdim. sabah serviste kitap okurken bir ara elim yüzüme gitti ve sakallarımı kesmediğimi fark ettim. oysa dün gece eve vardığımda 2 kere aklıma gelmiş ve 2 kere kendime keseceğime söz vermiştim…