beşiktaş, geçen devre 2-0 yenildiği rakibiyle yapacağı karşılaşmaya bir gün kala takım teşkilindeki güçlükleri atlatamamıştır. geçen maçlarda sakatlanan güven'in bu sabah tekrar denenmeye tabii tutulacağını açıklayan idareciler, denemeden müsbet netice alındığı takdirde bu futbolcunun sağiç oynatılacağını söylemişlerdir. hafif bir sakatlığı bulunan kaleci necmi de sahaya çıkacak durumda olmadığı takdirde yerii özcan'a bırakcaktır.
fenerbahçe ise 2-0'lık galibiyeti revanşında lefter'siz tertibiyle çıkmak kararını almıştır. dün röntgeni alınan edim'in oynaıp oynayamıyacağı ise bugün belli oalcaktır.
maçın iki taraf için önemi
bu müsabaka şampiyonlukla iddia sahibi beşiktaş için daha büyük bir önem taşımaktadır. geçen haftaki beykoz beraberliğinden sonra, diğer şampiyonluk adayı galatasaray'dan sadece 1 puan farkla ileride bulunan siyah - beyazlılar, yeni bir mağlûbiyet veya beraberlik halinde çok zor ve kritik bir durumda kalacaklardır.
puan cetvelinden de anlalışacağı gibi, fenerbahçe'yi şu anda iki ezeli rakibi kadar milli ligde ümidli kabul etmek zordur. 11 kayıp puanla üçüncülüğü koruyan sarı - lacivertliler, bu maçtan da galip çıkmak için oynayacaklardır. fenerbahçe'nin bugün beşiktaş'ı yenmesi, milli ligin şampiyonluğunun kaderini değiştirebilir.
milli lig maçları ankara'da olduğu gibi istanbul, izmir'de de saat 15 ve 17 de başlayacaktır. spor yazarları birliğinin maç başlama saatlerini erkene aldırabilmek yolundaki teşebbüsü. federasyon, kulüpler ve bölge tarafından müspet karşılanmıştır. bu haftadan itibaren başlayacak yeni saatlere göre anadoludaki, sporseverlerin her iki maçı birden zamanında okumaları mümkün olabilecektir.
beşiktaşlı futbolcular, sanki bugün fenerbahçe ile oynamayacakmış gibi sakindiler ..
ve hepsi pazar gübü beykoz'a verdikleri 1 puanı düşünüyorlardı. hele kaptan necmi «nasıl olur, yordan bunu nasıl yapardı?» diyor ve yediği tekme ile şişen sağ dizini gösteriyordu.
sessizliği şenol bozdu. «böyle bir fikstür olursa biz de, galatasaray da, fenerbahçe de ve diğer takımlar da çok puan kaybeder. biz galatasaray'ın 2 puan arkasında idik. 2 puan öne geçtik, fark şimdi bire indi» dedi.
şenol'a hak vermemek kabil değildi, bütün futbolcular şenol'un bu sözünü tasdik ederken, sabahattin «bütün masörlerin, muayenehaneleri futbolcu ile dolu. kimi sakat, kimi yorgun, eskiden haftada 1 defa masaja gidenler şimdi bunu ikiye hattâ üçe çıkardılar» diyordu.
bütün bunlar siyah - beyazlı futbolcuların fikstürden şikayetçi olduklarını ve dolayısiyle üst üste maçlar yapmaktan yorgun bulunduklarını gösteriyordu.
sözü biraz da fenerbahçe maçına getirmek istedik ve «şimdi her şeyi bir yana bırakın da biraz fenerbahçe maçından konuşalım» şeklindeki suali ortaya atınca kampta bulunan 14 futbolcu da çeşitli cevaplar vermeğe başladı.
fakat hepsinin birleştiği nokta şu idi: «milli ligde şampiyon olabilmek için bu maçın kazanılması lâzım. ancak, beşiktaş'taki son haftalardaki durgunluğa mukabil, fenerbahçe'de bir canlanma var. buna rağmen fenerbahçe korkulacak bir takım değil. kozlar bu gece paylaşılacak.»
şimdiye kadar gazeteci olarak gittiğim her yerde, taş köşkteki kadar candan karşılandığımı hatırlamıyorum. daha doğrusu, hiç başımdan geçmemişti böylesi...
geçen pazar günü bir otomobil kazasında hafif yaralamamı şeref duymuş ve birbiri üzerine eklenen şayialar beni her tarafı kırık hastahaneye yatırmıştı. fakat, birden bire böyle sapasağlam karşılarına çıkmama önce antrenör kokotoviç hayret etmiş ve «oh, herr togay, siz hastahanede değil miydiniz?» bir anda hepsi etrafıma toplandılar. sorulan suallerden nefes alabildiğim bir sırada buraya röportaj yapmaya geldiğimi hatırladım ve «sualleri sormak sırası bende, siz nasılsınız bakalım?» dedim.
avni'nin bu sorumu espri ile geçiştirmek istemesine rağmen, fenerbahçelin yakacık kampında bir büyük maç havası mevcuttu. ve neden bahsettiğimi anladıklarını ispat edercesine: «şansın yine bize güleceğinden eminim» diyen selim hepsine tercüman oluyordu.
antrenörün heyecanlı ve endişeli bahçede aşağı yukarı dolaşması, ergun'un mahallenin meraklı çocuklarına verdiği konferanslar arasında kampta bâzı eksiklikler olduğu belli oluyordu. bir defa, evet. evet. lefter yoktu... oysa yaptığımız konuşmalarda kurt futbolcunun kampa katıldığını söylemişlerdi. nihayet antrenörden meseleyi öğrendik. lefter tek başına adada kamptaydı. ve maç sabahı arkadaşlarına iltihak edecekti.
diğer eksiklik ise nedimdi. ayak parmaklarının sakat olan fenerbahçenin «küçük mehmetçiği» i tedavi için istanbul'a inmişti.
öğlene doğru yakacık'ın ufak sahasında yapıları antrenman ve kuzu kebabı, süt ve meyveden müteşekkil yemekten sonraki uyku fenerbahçe'nin beşiktaş'a ciddi bir şekilde hazırlandığını ispat ediyordu. kısacası sarı - lacivertliler revanşı kaptırmamakta kararlıydılar...
şampiyon namzetlerini hizaya getiren maçta fenerbahçe, galibiyet kaçırdı
maçın 69 uncu dakikasında 2-0, 87 nci dakikasında ise 2-1 önde olan sarı - lâcivertliler güvenin golüne mani olamadılar: 2-2
necmi tanyolaç
gözlerim iki futbolcuyu aradı dün gece sahada; fenerbahçe'de lefter'i, beşiktaş'ta birol'u... tecrübeli ve yaşça ileri olmanın yokluğu fenerbahçe için eksiklikti...
delikanlı olnaın yokluğu ise beşiktaş'ın eksikliği... bu hareketli, bu canlı, bu hızlı maçın sahada olmadıkları halde, gönüllerde arzulanan adamlarıydı bunlar....
«lefter olsa» diyorduk, «kurnazca atılmış iki golün sağladığı 2-0'lık skoru, zekası ve lasıyla bağlar, bu alınmış maçın verilmemesi için, didinir, çırpınır, genç arkadaşları kadar çabuk vazgeçmezdi 2 puandan.»
birol'un idaresindeki beşiktaş'ı da, bu derece kötü, bu derece endişeli bir hava içerisinde göremeyeceğimiz muhakkaktı. «birol olsa» diyorduk; «beşiktaş'ı bu dağınıklıktan kurtarır, derler, toparlar, şampiyonluğu kaybedecek duruma düşmekten kurtarırdı...»
belki, bu futbolculara çektiğimiz özlem yüzünden, dün geceki kadar maçının çocuklarını gücendiriyorduk. ne yaparsınız ki; oyunun çizdiği grafik, iki büyük takımın da oyun içerisinde birer kumandana ihtiyacı olduğunu gösteriyordu. gerçi, fenerbahçe - beşiktaş maçının iyi adamları birer birer kendilerini gösteriyordu sahada... basri gibi, şeref gibi, özcan gibi... beşiktaş'ın da vardı çalışanları tabii: güven gibi, rahmi gibi... ama, ama, hiç biri çıkıp oyun içerisinde birer idareci olamadılar.
fırtına gibi oyun...
bu sebeple iki takım da oyunun sonun düşünmeden, hırsla birbirlerine girmişlerdi. oyun sür'atle gelişiyor, iki kale önünde f. bahöe - beşiktaş maçları için alışılmış son nefes cereyan ediyordu. henüz 2. dk da güven'in uzaktan gelen topu yere indirişini alkışlarken, bir güzel fırsatı kalabalıkta harcayışına kızıyorduk.
mamafih, fırtınanın daha çok fenerbahçe yarı sahasından koğtuğunu söylemek gerekecekti.. nedim, ileride tek başına beşiktaş defansıyla uğraşırken, böyle bir maça konulmasını hata saydığımız ergun ve mikro mustafa'dan bir sayı bekliyorduk. geriye boylu adam olarak selim kalıyordu ki; o da gerilerde top kovalayan adanı oluvermişti.
sarı - lâcivertlilerin üstünlüğü 30. dakikaya kadar daha çok bir zorlama halinde geçti beşiktaş, durgun ve karmakarışıktı bu devre içerisinde... 30. dk. fenerbahçe bir frikik kazandı. osman'ın ceza atışını yaptığı yer beşiktaş kalesine 20, 25 metre uzaklıktaydı. top havalandı ve kalabalıkta basri'nin sıçradığını gördük. alnı ile topu beşiktaş filelerinin dibine indiriverdi. basri hazırlanışı güzel, yere indirilişi hârikaydı topun. 1-0'lık öne geçiş. sarı - lâcivertli takıma devre sonuna kadar süren yeni bir üstünlük sağladı. , fakat, artık baskı halini alan bu yükleniş karşısında kötü oynayan beşiktaş'ı da ikinci golü yemekten biraz da şansı kurtaracaktı....
2. yarıda 3 gol atılacaktı...
oyunun ikinci yarısında ise tam 3 gol atılacaktı. 60. dk. daydık. avni'ye yapılan faut hazırladı ikinciyi. selim, kale önünde diz boyu yükselen topa ayağının dışıyla uzandı... o kadar. ceza vuruşu yapılmış, selim gole gitmişti...
beşiktaş'ı, bu iki farklı durumdan artık mucize kurtarır derken. rahmi''nin 30 metreden patlattığı şutun direkten dönüşü fenerbahçe'ye ilk alarmı verdi. gelgeldim, sarı - lâciverliler oyunu yavaşlatmakta ısrar ediyor ve ilerideki dağıtıcı oyun şeklinden kaçıyorlardı. beşiktaş, yüklendi, yüklendi ve 69. dakikada beraberliğin ucunu yakaladı.. bu defa beşiktaş bir ceza atışı kazanmış, güven kale önünde yükselerek, kafayla topu kaleye bırakmıştı...
ilk devrede, hattâ ikinci devrenin bir parçasında iyi oynayan fenerbahçe, bu korkak düzenden çıkmazsa, ikinciyi de yiyecekti ve öyle oldu. maçın bitmesine 3 dakika kala sabahattin'in bir frikiğine güven fırladı, aşırdı topu, hâzım, çok kötü çıkmıştı topa. basri, son hamleyi yapmak istedi. ama, topun kurtarılacağı zamanı hazım geçirmişti. topun arkasından bir yığın beşiktaşlı futbolcu da fenerbahçe kalesinin içinde bayramlaştılar: 2-2...
fenerbahçe, hem de 10 kişi ile eline geçirmiş olduğu bir galibiyeti maçın son dakikalarında kaçırıverdi. sarı - lâcivertlilerin saymadığımız 11 inci adamı ne hakem tarafından oyundan çıkarılmış, ne de sakallanıp sayılmayacak hâle gelmişti. bu, aslında çok büyük futbolcu olan, fakat senelerdir yakasını kurtaramadığı sakatlığını daha yeni yeni yendiği için, vücutça böyle dev maça henüz hiç hazır olmayan ergun'du. buna mukabil beşiktaş'ın da kocaman bir dezavantajı vardı. forvetin oyun kurucusu birol takımda yoktu. fenerbahçe muhakkak ki, ruh haleti bakımından daha rahattı. zira ligdeki durumu öyle tir tir titreyecek kadar kritik değildi. beşiktaşın riski çok olduğundan her halde onun kadar yumuşak olamazdı. oyun başlayıp dakikalar ilerledikçe iki takımın düşünceleri de sahada adeta okunmaya başladı. beşiktaş, bir an evvel gol atıp rahatlamak için çalışıyor, fenerbahçe ise daha çok adamlı bir müdafaa kurmuş, «ilk önce arkamı sağlam tutayım da, ileride selim, nedim, mustafa fırsatını bulur bir şeyler yaparlar» diyordu. nitekim, onlar değil ama, basri nefis bir kafa golü atınca bu düşüncelerini daha da ileri götürüp işte istediğimiz oldu, şimdi ne bahasına olursa olsun gol yememek gerekir deyip, hem büsbütün koyu bir müdafaaya ve yanı sıra da lüzumsuz vakit öldürme laktiklerine giriştiler. beşiktaş ise, adeta her haltı ile yüklenirken, selim bir punduna getirip, kurnaz bir ikinci gol atıverdi. fakat beşiktaş oyunu bırakmadı. ilk golünü attıktan sonra, ikinci golün yolunu bıkmadan, usanmadan aradı durdu. birçok güzel fırsatlar da yakaladı. ne tuhaftır ki, beraberlik golünün doğrudan doğruya fenerbahçe kalecisinin bir hediyesinden elde ediverdi. maçın en büyük husisiyeti de stattan ayrılan üç büyüklerin taraftarlarının birbirinin de üzüntülü görünmeyişi idi. fenerbahçeliler ikinci maçlarında da beşiktaş'a yenilmemişler, beşiktaşlılar, 2-0 lık bir mağlûbiyetten kurtulmuşlar, galatasaraylılar da lig lideri beşiktaşla başabaş oluvermişlerdi...
kuvvetli bir rakip önünde tesadüfen 2-0 lık avantaj sağlayan her hangi bir takım bu avantajı kaybetmemek için kendini müdafaa zannedilen şuursuzluğa kaptırır ve galibiyeti kaçırırsa mazur görülebilir. fakat 2-0 lık avantajı sağlaan takım fenerbahçe ise ve bu avantaj, rakibininkinden üstün olduğu pek belli bir oyun neticesi meydana gelmişse aynı müdafaa şuursuzluğuna galibiyeti kaçırmanın mazur görülecek tarafı olamaz.
fenerbahçe dün beşiktaş karşısında 2-0 lık galibiyeti buluncaya kadar mücadeleci, dinamik, şuurlu ve galibiyete hakikaten lâyık bir oyun çıkardı.
ancak durum 2-0 olduktan sonra bütün takımı kaplayan bir «bu neticeyi muhafaza» kompleksi ile kendi kabuğuna çekilerek, ancak bu takdirde gol atması mümkün rakibinden iki gol yedi ve maçı berabere bitirdi.
dünkü oyunu ile, müdafaaları iskambil kâğıdından yapılmış ve püf desen yıkılacak bir binayı. hücum hattı pek akortsuz sazın meydana getirebileceği ahenksizliği hatırlatan beşiktaş takımı zannederim sahayı en ehven netice ile terk etmiştir.
fenerbahçe iki farkla ileri geçerken hiç de iyi futbol oynamamıştı. iki farktan sonra da muhteşem bir beceriksizlikle bu farkı kaybetti.. beşiktaş da rakibinden daha üstün değildi. tesadüf kokulu iki golü yedikten sonra, iki tesadüf kokulu da onlar attılar... evet iyi futbol olmadı. ikinci devrede oyunu yavaşlatmak isteyen fenerbahçenin, bu işi «teknik» yolla başaramayıp göze çirkin gelen «sun'i» yollara başvurması da kalitesi büsbütün düşürdü. ama herşeye rağmen sûr'at, heyecan, mücadele hırsı bir fenerbahçe - beşiktaş maçı için alışılmışın üstünde idi.
ve hakem görülecek şeydi: avusturya'dan değil de mütevazı bir anadolu kasabasından gelip böyle bir büyük maç idare eden adam olsa, gene de yaptığı kaide hatâları, görüş yanlışlıkları, acaip davranışlar affedilemezdi.
beşiktaş sevinçli, fenerbahçe ve galatasaray üzngündü. bugüne kadar, mithatpaşa'da oynanan pek çok karşılaşmada üç büyükleri böylesine alakadar eden hiç bir müsabaka olmamıştı. birinin sevindiğine, diğer ikisinin üzüldüğü pek ender görülen bir vak'a idi.
fenerbahçe, iyi girdiği yarışı devam ettiremedi. halbuki, takım teşkili de hatâlı idi... avni ve ergun gibi iki ağır insaydı hücum hattına almak, buna mukabil atletik ve fizik kabiliyetleri çok üstün olan elemanları müdafaaya yerleştirmek daha başlangıçta, beraberliğe rıza göstermek oluyordu.
düşünülenin ilk devrede meyve verdiği inkâr edilmez. plâstik forvet netice alacak, çelik müdafaa ise verdiği iki gedikle son dakikada, avuçlarının içine konan galibiyet kuşunu kaçıracaktı.
şampiyonlukta iddialı beşiktaş'a gelince, sarı - lacivertliler karşısında büyük bir üstünlük sağlayamadıklarını söyleyebiliriz. hırçın girdikleri maçla, zaman zaman da lüzumsuz sertliğe kaçtılar. futbol, biraz da sert oynanır. bu doğru. ama sertlik demek, hiç bir zaman tekme atmak mânasına gelmez.
maçın avusturyalı hakemi ise bizce, büyük çapta müsabaka idare edecek değer ve kabiliyette değildi. hani, israilli hakemi dahi arattığını söylemek pek hatalı olmayacaktır.
soyunma odasında f. bahçe antrenörü böyle konuşurken, spajiç de "sarı - lacivertli takım da sportmen değil" dedi
togay bayatlı — nurhan aydın
fenerbahçe soyunma odasında haklı bir üzüntü vardı. koskoca bir galibiyet kaçmıştı. idareciler, antrenör ve futbolcular hepsi düşünceli ve sinirliydi. soyunma odasını arşınlayan antrenör kokotoviç beşiktaş teknik adamları ve hakem hakkında şöyle konuşuyordu: «hakem maç boyunca acaip kararlarla aleyhimize çalıştı. bariz bir penaltımızı vermedi. beşiktaş'a gelince belki biraz ağır söyleyeceğim ama her maçta nedense iki üç futbolcumuzu sakatlıyorlar. şayet bu bir taktikse futbol ahlakına sığmayacak kadar çirkin bir şey. fakat yine de son dakikalarda topu ayağımızda tutabilseydik maçı kazanırdık.»
fenerbahçe umumi kaptanı rüştü dağlaroğlu hakemin tarafgir hareketlerine temas etmiş futbol federasyonunu itham ederek şunları söylemiştir: « gederasyon istanbul teşkilatı beşiktaşlılardan kurulu. israil hakemi gelir, tosyalı. singer adında beşiktaşlı tercümanı gönderir, avusturyalı gelir yine aynı adam tercümanlık yapar. netice de böyle olur işte.»
futbolculara gelince maçta en büyük hasar şerefe yapılmıştı. bu futbolcu bütün maç boyunca şiş omuzu ile oyuna devam etmiş ve kolu bağlı olarak evine gidebilmişti. diğer üzüntülü adam ise hâzımdı. cefekar kaleci golleri yediğini hiç affedemiyor ve sakat olduğunu belirtiyordu.
büyük bir maç daha bitmiş ve sahne arkasında fenerbahçenin ışıkları bu şekilde sönmüştü.
beşiktaş odasında
beraberliğe sevinen beşiktaşlılar arasında özcan'ın teessürü büyüktü. gollerde kendini kabahatli buluyordu. bir ara odaya giren eski takım arkadaşı basri'nin şakaları, genç kalecinin neşesini yerine getirmeğe kafi geldi.
beşiktaş'ın teknik adamları ise şöyle konuştular:
anterenör sppajiç: «biz daha iyi oynadık. kazanmamız lazımdı. fenerbahçeliler ise sportmence oynamadı; bizim forvetleri elle tutmaktan veya itmekten başka bir şey yapmadılar. nedim hakikaten büük futbolcu. bu gün şeregi de çok beğendim. neticeden memnunum. herhalde, galatasaray'la yapacağımız maça kadar iki takım da çok puan kaybedecektir.»
menecer ibrahim tusder: «mağlûbiyetten kurtulduğumuz için sevinçliyim. ilk devre f. bahçe, ikinci devrede biz daha iyi oynadık.»
"f. bahçe, türkiye kupasını muhakkak kazanmalıdır"
fenerbahçe kulübü reisi ismet uluğ dün profesyonel takım futbolcuları ile bir konuşma yapmış ve «bu sene mutlak suretle türkiye kupasını kazanmaksın!» demiştir.
futbolcuları, beşiktaş karşındaki oyunları sebebiyle sert bir lisanla tenkid eden uluğ «fenerbahçe, çok mağlup oldu, fakat hiç bir zaman mahkûm olmadı. ben, fenerbahçe tarihinde böyle bir şey görmedim. altı gol de yenir, fakat kalenin içine çekilinmez.» şeklinde konuşmuştur.
milli ligden sürprizleri göz önüne alarak şampiyonluk ümidinden vazgeçilmemesini tavsiye eden kulüp reisi, laubali oynayan futbolcuların oyun sırasında dokuz kişi dahi kalınsa takımdan çıkarılacağını açıklayarak, «geçen sene, sizlerin şampiyoon olacağına inanarak transfer yapmadık, fakat beni mahçup ettiniz. ne olursa olsun, bu akşam 10'dan sonra yatmanıza benim tahammülüm yok.» demiştir.
uluğ muhtelif mevzular hakkında basın mensuplarına da şu izahatı vermiştir: «bizi müşkül mevkie sokmak ister gibi bilhassa son zamanlarda getirilen ecnebi hakemler ihtimamsız ve şartsız bir surette istendiğinden, en düşük kalitede olanlar memleketimize gönderilmektedir. bu itibarla fenerbahçe olarak temennimiz, hakemler memleketlerinden ikazlı ve en iyisi olarak istenmeli, ayrıca bunlar şehrimizde bitaraf muhitlerde tutulmalı ve tesir altında bırakılmamalıdır.»