adalet, istanbul’da bir eski takım adı mı? tanıl bora 18/12/2012 genclerbirligi.org.tr
tanıl bora beşiktaş maçını bizler için kaleme aldı.
adalet, istanbul’da bir eski takım adı mı?
dört haftadır kazanamıyorduk, fener ve trabzon maçlarıyla ligin en çok gol yiyen takımlarından birine dönüşmüştük, üç gün önce kupada mersin’e neredeyse gamsızca elenmiştik. rakip, süklüm püklüm başladığı ligde şampiyonluk iştahı edinmiş beşiktaş’tı. ne umabilirdik? bir hafta önce kasımpaşa deplasmanında oynadığımız ve hakkını alamayan akıllı oyunun ‘geri gelmesini’ umabilirdik.
geldi de çok şükür. maçın ilk yarım saatini akılla oynadık. petroviç-özgür-azofeifa, fuat çapa’nın sık sık yeniden karmak zorunda kaldığı orta saha destesinin en “güzellerinden” biriydi o yarım saat. diri ve konsantre bir petkoviç’in ne çok şey ifade ettiğini bir defa daha anladık. 20. dakikada bir serbest atışta kalabalığın arkasına saklanan kulusiç’in vuruşuyla öne geçtik. (bu sezon 25 golümüzün 12’si duran toplardan.) farkı ikiye çıkartmadan rahat edemeyeceğimizi biliyorduk. o fırsatları da bulduk aslında. ah, 33. dakikada lekiç mükemmel yükseldiği kafa topunu kaleciye nişanlamasaydı! gençlerbirliklilerin mühim kısmı hâlâ lekiç’ten ümitvar, yatırlara çaput bağlıyorlar. iki dakika sonra, oraya buraya çarpan bir langırt golü yedik, tadımız kaçtı.
ikinci yarının büyük kısmı, o tad kaçıklığıyla geçti. beşiktaş yüklendi, santrforları (oligarşik takımların oyuncularının adını anmamayı mahir ünsal eriş’ten ilham aldım!) iki-üç karşı karşıya pozisyonu kaçırdı. medyanın bu maça çıkarttığı özet de kaçan o siyah-beyaz goller oldu. oysa sonlara doğru da kırmızı-siyah goller vardı kaçan. jimmy’nin nefis frikiğini kaleci üst direk dibinden kornere çeldi, son dakikalarda ürettiğimiz karambolde kendi kalelerine tipliyorlardı, jimnastik kulübü kalecisinin jimnastikçiliği tuttu. beraberliğe bağlandı maç.
takım tribüne selamını vermiş giderken, maratondan bir “özgür” tezahüratı koptu. hele azo ve petroviç’in yorgun düşmesinden sonra acil durum kiti gibi devreye giren, sadece enerjisiyle rakibi bozmayıp edindiği topları hep akılla kullanan özgür ileri’yi ödüllendirdi seyirci. bir arkadaş, “mehmet nas gibi” diye mırıldanmıştı yanımda; “saçları da benziyor”. mehmet nas, beş sene oynadı burada ve yeteneğinden çok devamlılığıyla ve çalışkanlığıyla sevildi. özgür’ün de en az beş yıl burada kalmasını dileriz; üstelik o 19 santim daha uzun ve yeteneğiyle de sevileceğine dair kıvılcımlar çaktırıyor ara ara…
“şimdiye kadar hakemler hakkında hiç konuşmadım. ama bu müsabakanın hakemi…” diye lafa başlayan ve en az ellinci defadır lafa böyle başlayan teknik direktörler vardır, bilirsiniz. gençlerbirliği taraftarlarını bu sezon o duruma düşürecekler. elazığ, sivas, fener, trabzon maçındaki ‘seri’ hakem hataları, bıkkınlık yarattı. beşiktaş maçında ‘serinin bozulmadığını’ görmek, fazla şaşırtmadı tribün ahalisini. penaltı şüphesi taşıyan pozisyonları, kartlardan atış yeri tespitine her nevi çift standardı bir yana bırakıyorum, maçın son düdüğü, her şeyi sembolize ediyor bana kalırsa. normal süreye ilave edilen “en az 3 dakika” henüz dolmuştu, top beşiktaş on sekizinin içinde, gençlerbirliklilerin ayağındaydı, ceza alanı karışmıştı, bir akın sürmekteydi. düdük öttü, “buraya kadar” dendi. tribünde birbirimize baktık. birisi “böyle bir şey daha önce gördün mü?” diye sordu. ben 1978 dünya kupasında brezilya-isveç maçında iptal edilen son dakika golünü hatırlıyordum (zico atmıştı); hakem, kornerden gelen top havadayken düdü ğünü çaldığını iddia etmişti. o maçtan sonra meslek kariyeri sona erdi. “bizim” hakemin kararı o kadar dramatik değildi kuşkusuz, mesleğinde de muvaffakiyetler dileriz ama pozisyonun önem derecesini boşverin, sembolik anlamına bakın siz. idare-i maslahat düdüğü, “aman bir şey olmasın” düdüğü, “neme lazım” düdüğü.
sahadaki adaletsizlik, tribündekiyle tamamlandı. bir grup beşiktaş taraftarı, gençlerbirliği taraftarının oturma odası olan (bu sene gayet kalabalık oturulan, neşeyle oturulan) maraton tribününde yer tuttular, atkı ve küfür salladılar. “güvenlik” onların orada kalmasını tolere etti. gençlerbirliği taraftarlarının sırtından tolere etti. istanbul’da, üç istanbullu’nun “misafiri” olan deplasman takımı taraftarlarının, kendilerine ayrılan izbelere bile zor zahmet, bin bir eziyetle girebildiğini biliyorsunuz değil mi? üç gençlerbirlikli inönü stadında beşiktaşlılar arasında atkılarıyla sakin sakin oturmaya kalksalar, “güvenlik” tarafından derhal derdest edilirler, biliyorsunuz değil mi? evet, gençlerbirliği toleransı diye bir şey var, bunla gurur duyuyoruz – ama rakip taraftarın ganimeti olmasın o tolerans…
vefadan bahsedenlerle “istanbul’da bir semt adı” diye alay ederler ya… adalet de istanbul’da bir takım adı galiba. (o adalet de 1980’de alibeyköyspor adını aldı zaten…)