ali sami yen stadyumu'nun ankara 19 mayıs stadyumu'na uzaklığı: 443 km.
birkaç hafta önce "ali sami yen'deki son lig maçına gidelim" diye düşünmüştük. günler yaklaştıkça hava durumu netleşmeye başladı. bahar gibi giden hava sıcaklıkları cumadan itibaren ciddi düşüyor ve kar yağışı geliyordu. kararımızı verdik ve otobüs biletlerimizi aldık. cuma günü 18.30'daki otobüse yetişmek için 17.15'de turan güneşten dolmuşla yola çıktığımda ankara'da bugüne kadar gördüğüm en sıkışık trafiği gördüm. azcık yağmur yağmıştı ve böyle olmuştu... 20 dakikada turan güneşten sadece atakuleye gelmiştik ve hoşdere tamamen dolu idi... dolmuştan inip karşıya geçip taksiye bindim. taksici "zor yetişiriz" hareketleri yapsa da oran-konya yolu şeklinde büyük bir şans eseri otobüse son dakikada yetiştim. işin en kötü yanı istanbula 35 liraya giderken atakule-aşti arasında da 35 lira vermiş olmamdı...
istanbula vardığımda kafama dank eden ilk şey yanıma gençler atkısı almayı unutuğumdu. neyse ki istanbul'da ki arkadaşım erdim'de (aka pascal nouma) vardı da onu kaptım.
cumartesi günü erdem ve istanbuldan maça geleceklerle taksimde buluşmak için yola koyulduğumda, ara sıra yağan karı bir anda buza çevirip önüne alan ve sert bir şekilde savuran rüzgarla yüzleşiyordum.
cumartesi günü taksimde bile çok seyrek insan olması zaten havanın normal olmadığını gösteriyordu. biletix'den biletimi cebime koyup, kısa bir süre önce istanbul'a taşınan adem'le buluştum. biraz muhabbetin ardından aramıza ankara'dan gelen erdem (aka zeynel soyuer) katıldı. eşim (aka lucarelli) telefonla arayıp "maç öncesi karaegrafi ve gösteri olacakmış" dediğinden 18 gibi stadta olmak üzere yola koyulduk. stada girdiğimizde bir süpriz karşılıyordu bizi. geçen sezon tribünde 30 kişi iken bu sefer sadece 6 kişi idik. istanbul'daki gençlerlilerden sadece 2 tanesi gelmişti. hayıflandık bu duruma...
maçtan önce hem takımın oynadığı oyunu hem de sakatların çokluğunu düşününce hiçbir beklentimiz yoktu. hatta kendi aramızda "keşke 2002-03 sezonundaki takımla buraya gelmiş olsaydık" dedik. sonra da konya maçında kaleyi bol bol şutlayan hurşut'un bu maçta şut çekmesinin tek gol pozisyonumuz olabileceğini konuştuk. maç başladı karşı kaleye doğru saldıran gençlerliler'den top kaleciye gitti. hemen akabinde topu tekrar kazandık ve hurşut çaprazdan çektiği şutla topu filelere gönderdiğinde çılgına dönüyorduk. gol o kadar hızlı olmuştu ki hepimiz şaşkındık. ben hemen dönüp skorboard'a baktım. 43. saniye idi. sonradan öğrendik ki gol 35. saniyede gelmiş... hemen lucarelli'yi arayıp "40. saniye 1-0" dediğimde "o kadar çabuk mu yedik ya" dedi. güldüm "hayır biz attık" dedim :)
kötü oynamıyorduk ama bundan önceki 3 maçta (kasımpaşa-sivas-konya) önce yenik duruma düşüp ardından beraberliği yakalayınca oynadığımız defansif oyunu düşününce tırsmıyor değildik. tribünün önlerinde olduğumuzdan yağan kar tipi şeklinde yüzümüze çarpmaya başlayınca yukarıya doğru çıkmaya karar verdik. tam arkamızı dönüp hızlı hızlı çıkarken "bir şey" oldu (ki bu şeyin ne olduğunu bilmiyoruz. hissettik sanırım) ve hep birlikte kafamızı çevirdik. orhan (ki biz o anda oktay olduğunu sanıyorduk) çaprazdan kaleye doğru gidiyordu. pas verir diye düşünürken şut çekti ve işte o an hep birlikte tribünlerden aşağı doğru koşuyorduk... galatasaray'ın golünü çekmek için kale arkasına yerleşmiş gazetecilerden birinin dönüp bizi fotoğraflıyordu... mehmet abinin "burası uğurlu, burada izleyelim sözlerine" hep birlikte katılıp aynı yere konuşlandık.
devre arası merdivenlerden inip daha korunaklı olan stad girişine yöneldik. haliyle telefonlar susmuyordu... ankara'dan birkaç arkadaşın "stadtan hatıra getirin" sözlerini düşünüyor ve "ne götürebiliriz ki?" diye geyik yaparken eski açıkdaki taraftarların stadı yıkmaya başladığına şahit olduk. tekmelerde takır tukur koltukları kırıyorlardı. "hatıra" dedik önce...
ikinci yarının başında soğuk artmıştı. bir yandan donuyor bir yandan maçı takip etmeye çalışıyorduk. ama bu arada yapılan makaralar ve eğlence görülmeğe değerdi. tribünde 6 kişi olunca 3 erli gruplara ayrıldık ve 3ümüz "yan taraf yan taraf" diye tezahürat yaptık. diğer 3lü ses verincede ben "siyah" erdem ve mehmet abi ise "gençler gol gol gol" diye bağırınca erdem "ulan 6 kişi organize olamıyoruz" diyince bir kahkahaya boğulduk... mehmet abi'nin önümüzde gol kaçıran billy'nin pozisyonu ardından "hurşut, hurşut" diye bağırmasına "abi iyi de o billy" diyerek güldükten sonra "mehmet abi bizle ta**ak geçiyor" diye tezahürat yapmamızda son derece eğlenceli idi. arada galatasaray taraftarlarının yönetim istifa tezahüratlarına da katıldık...
bir ara galatasaray taraftarı gençlerlilerin paslaşmalarını "oleylemesi", kaleci ufuk ve ayhan'ın topa değdiklerinde ıslıklamaları da enteresandı. daha en teresan olan ise 2. yaırda ayhanın neredeyse hiç topu ayağında tutmaması ve bu yüzden ıslıkların çok garip bir hal alması idi...
ikinci yarının ortalarında gs tribünleri maçı bırakmış koltukları kırıyorlardı. bizim daha önce "hatırla" diye düşündüklerimizin dışında bunları sahaya atmak için sökenlerin olduğu da çok geçmeden anlaşıldı. şeref tribünün karşısındaki tribünden bir koltuk sahaya atıldı. ama bunla da kalmadı. belki dünyanın hiçbir yerinde yaşanmayacak bir olay oldu... ne olursa olsun maç devam ederken tüm tirbünlerden sahanın tartan pistine doğru koltuk yağıyordu. bu duruma ne bir yönetici, ne hakem ne de güvenlik güçleri herhangi bir müdahalede bulunmuyordu...
gökhan zan'ın bir pozsiyonda sinirlenip topu hakeme şutlaması üzerine hakemin sadece sarı kart vermesi de maçın enteresan notlarındandı. zira, son 2-3 haftadır tüm kamuoyu bir refleks olarak hakem kararını "kısaca" alkışlamak ya da kart işareti yapmaya verilen sarı kartları tartışırken böyle bir olayın da sadece sarı ile cezalandırılması garip geldi doğrusu. yani "kart" diye ufak bir hareketle sarı kart görmek yerine hakeme topu nişanlamak daha "amaca yönelik" gibi bir izlenim yarattı bizde...
maçın başında tibüne gelen ve yukarı doğru çıkıp orada maçı takip eden bir turist vardı. maçın heyecanı ile tanışma şansımız olmadı. ikinci yarıda konuşurum demiştim kendi kendime. ikinci yarının başında da maça dalıp unuttum. 80lerde dönüp baktığımda da gitmişti. sonradan çok kızdım kendime zira belli ki istanbula gelen ve oynanan bir maç görünce hemen bilet alıp tribüne gelen bir "futbolsever" di. muhabbet etmek güzel olabilirdi en azından neden bu koltukların sahaya yağdığını az da olsa anlatabilirdim...
maç artık bitmek üzere idi ve telefonum çalmaya başladı. 6 kişilik dev taraftar topluluğumuzu televizyon göstermişti ve onun için arıyorlardı... maç sonunda "armağanımız olsun bu galibiyet size" dedik arayanlara. maçtan sonra taksim'e doğru eğlenmeye giderken içimiz kıpır kıpırdı haliyle. taksim'de sıcak bir şeyler yemek için oturduğumuz yerdeki televizyonda maçın özeti gösteriliyordu. sürekli erdemle birbirimize dönüp "o ha! gençler 2-0 yenmiş olm!" gibi şaşkınlık tepkileri verip ardından kahkahayı basıyorduk. nefis bir gündü!