30, 31 ve 32 sene önce almış olduğumuz üç mağlûbiyetin revanşı bugün oynanıyor
-halit kıvanç
italya'da bir millî maçtan önce telâşlı bir müşteri lokantaya girer. kendisine arzulâdığı yemeği soran garsona: «getir, der, ne getirirsen getir!.. bugünkü maça bilet bulamadıktan sonra ne iştahım kaldı ki...»
garson müşterinin kulağına eğilir ve hafifçe mırıldanır: «isterseniz bende bir açık tribün bileti var.»
müşteri hemen yerinden fırlar. «ver, kaç para istersen râzıyım... bin liret... iki bin liret... üçbin... beşbin... onbin...»
fakat müşterinin teklif ettiği her miktar karşısında garson dudak büker. nihayet adamcağız son bir gayeyle: «bak, diye bağırır, kapıda otomobilim duruyor. onu elindeki biletle değişelim.»
garson gayet soğukkanlı sorar: «kaç model?»
* * *
bir açık tribün biletine otomobilini vermeğe razı olan maç hastasıyla alay etmeğe veya bir otomobil karşılığında bir açık tribün bileti vermeğe nazlanan karaborsacıya kızmağa kalkışmayalım. şu anda değilse bile bu ana kadar çoğumuz ayni dertle yoğrulduk ve pek çoğumuz ümidini kesip radyo başına çökerken şimdi pek azımız stadın yolunu tutuyoruz.
garip bir hadise... artık millî maçlar arifesinde takımın şekli veya taktiği, rakibin kuvveti veta tekniği hiç mühimsenmez oldu. işte size bir rakam; dün matbaaya bilet istemek için belki 133 kişi, fakat takımı sormak için sâdece 3 kişi telefon etti.
halbuki tanımadığımız, bilmediğimiz polonya futbolü karşısında gireceğimiz imtihan, küçümsenecek gibi değildir. bizzat polonyalılar «macaritan galibi türkleri yememiz zordur» derken, ister istemez kısır neticeli son hazırlık maçı gözlerimizde canlanıyordu. fakat hemen ardından teselli buluyor, «bütün iş ay-yıldızlı formayı giyinceye kadar...» diyorduk. hakikaten nice başarısız hazırlık maçlarından sonra nice büyük başarılar elde etmiştik.
hem içimizdeki his, bizi çok defa aldatmıştır. mithatpaşa stadında millî takımımızın kalesine ikiden fazla gol girdiğini gördük mü hiç? o halde gene ümit kaynağımız «uğurlu» mithatpaşa stadında toplanıyor.
üç maç... üç mağlubiyet...
geriye, çok geriye dönelim. otuz iki sene evvele... türk millî futbol takımı olimpiyatlardan dönerken lotz'da polonya ile karşılaşıyor. tarih: 29 haziran 1924... hakem ivançiç adında bir macar...
bir sene sonra, 2 ekim 1925 de bu defa istanbul'da taksim stadında gene polonya ile karşı karşıya geliyoruz. hakem bugünkü alman futbol federasyonu başkanı dr. bauwens...
«hâmit - kadri, m. nazif - k. rifat, nihat, sahih - mehmet, alâettin, zeki, mithat, bedri» onbiri de bir yıl evvelki netice ile 2-1 mağlup olmaktan kurtulamıyor. bu seferki tek golümüzü atan fenerbahçeli zeki rıza değil beykozlu o zamanki süratiyle «bahriyeli» zeki'dir.
aradan bir yıl daha geçiyor. 12 eylül 1926 da lemberg'de iki takım üçünccü karşılaşmalarını yapıyorlar. çek gejnar'ın hakemliğindeki maçta şöyle bir tertiple oynuyoruz: «rasim - kadri, burhan - k. rıfat, h. ragip, burhan - mehmet, m. nazım, zeki, sami, muslih.»
oyun içinde takım değişiyor. alaettin ve vahi giriyorlar. fakat ne değişiklik yapsak beyhude... maçı, hem de çok açık farkla kaybediyoruz: 6-1. tek gol alaettin'in eseri...