halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından maçla ilgili anısı;
ilk maçımı yurt dışında anlatmıştım. ilk milli maçımı da yurt dışında anlattım. bir türk takımının galibiyetin i yurt dışından anavatana duyurmuştum. türk milli takımı'nın galibyetini de ilk kez yurt dışından vatanıma duyurdum.
tarih, 19 mayıs 1957 idi. yer varşova'nın santral stadı...
polonya futbolu o günlerde de sonraki günleri kadar güçlüydü. kaç ülkenin takımına boyun eğdirmişti. üstelik kendi toprağında oynuyordu. 60 bin seyirci, 60 bin polonyalıydı. ve ben varşova radyosu mikrofonu başındaydım. oyun alanı kenarındaydım. spiker kulübesinden filan değil... sıcak bir bahar günüydü. az ötemde niyazi sel ağabey de türkiye radyoları'na anlatacaktı maçı... ben ise, özel bir çağrıyla varşova radyosunun türkçe yayınıyla anavatana iletecektim milli maçı... çifte yayın yani... biraz ilerimde de gazeteci olarak gelmiş pertev tunaseli oturuyordu çimler üzerinde. sonraki yıllarda nefes kesen bir spiker olarak isim yapacaktı pertev tunaseli... güney amerika spikerlerini hatırlatan temposu ve stiliyle...
işte o gün de latin amerika tarzında bir maç spikeri olmayı isterdim. bir brezilyalı, bir arjantinli gibi... dakikalarca bağırabilseydim "gooooool" diye... çünkü öyle bir golün spikeriydim o gün... yıllar boyunca polonya kalesinde öyle bir golü çok, hem de pek çok arıyacaktık. sonraki yıllarda polonya ile maçımız oldu muydu, toplar hep bizim kaleye girip çıkacaktı. 8-0'lık rekora dayanıncaya kadar... varşova yolculuğumuz, bir bakıma bir yıl önce moskova'ya gidişimize benziyordu. bu kez lefter'i uçak korkusundan vazgeçirememişlerse bile, uçağa binmeye razı etmişlerdi. ancak lefter'le mehmet ali uçak buluta girip de biraz sallanmaya başladı mıydı, koltukların dan fırlayıp yere oturuyorlar, ağlamaklı oluyorlardı. o maçta milli takımın teknik sorumlusu macar szekelly hoca'ydı. istanbul'dan viyana'ya geldikten sonra, havaalanında lefter'le mehmet ali, hocaya yalvarmaya başlamışlardı.
"ne olur." diyorlardı. "sorun soruşturun. tren mi olur, otobüs mü olur, neyse binelim gidelim." szekelly ile yanyanaydık tesadüfen.. bana eğildi, lefter'le mehmet ali'nin anlamasını önlemek için almanca olarak "şimdi söyleyeceğimi sen de onayla" dedi. onlara döndü: "siz ne diyorsunuz? viyana ile varşova arası 15-20 dakikalık bir uçuş. değer mi bu zahmete? sorun bakın halit'e..." çaresiz bu meşru yalana katılmak zorundaydım. hiç değilse yalancılığa ağzım ortak olmasın, dedim ve başımla "evet" işareti yaptım. böylece bindik uçağa... onlarda bindi. havada şöyle böyle bir saat geçmişti ki.. iki büyük futbolcu "bizi aldattınız. hani 15 dakikaydı" diye isyan ederken, uçağın birden sallanmasını ve lefter'le mehmet ali'nin korku içinde koltuklarına yapışmasını hiç unutamam... şimdi deplasmana otobüsle gidilince yakınan bazı genç futbolcuları gördüğüm zaman o büyük yıldızları hatırlıyorum, "hey gidi" diyorum. onlar uçak istemezlerdi. şimdikiler ise uçak yok, diye şikayet ediyor.
varşova'da turgay şeren'in kaptanlığındaki takımımız o zamanın düzeni içinde 2-3-5 dizilişiyle şöyleydi: turgay (gs), b. ahmet (bjk), basri (fb), mustafa (ank. muhafızgücü), ergun (gs), nejat (vefa), isfendiyar (gs), mehmet ali (adalet), metin (gs), kadri (gs), lefter (fb).
o sıralarda ahmet berman (büyük ahmet) beşiktaş'taydı. daha sonra galatasaray'a geçecekti. mehmet ali has da fenerbahçe'den adalet'e transfer olmuştu. maç bir bakıma "kalecilik savaşı"ydı. polonya kalesinde döneminin yıldızı szymkowiak vardı. bizde de turgay... polonyalılar 60 bin seyircisinin coşkusuyla, evsahipliği avantajıyla hızlı başlamışlardı. oyun alanı kenarında maçı radyoda anlatırken, hemen yakınımda sevimli yönetici ağabeyimiz hasan ekin'in bağırışları mikrofona kadar geliyordu. "aman çocuklar, dayanın çocuklar. şu ilk daklkalan gol yemeden atlatalım. haydi aslanlarım" diye boyuna bağırıyordu hasan ağabey... polonyalılar durdurulabilecek gibi değildi. dalga dalga geliyorlardı üstümüze.. her an gol pozısyonundaydılar, başta turgay, basri, mustafa, iyi dayanıyorduk. neredeyse ilk yarı bitecekti. ah şu ilk devreyi gol yemeden kapatabilseydik... işte maçın 40'ıncı dakikasına gelmiştik. ve o anda... evet, tam 40'ıncı dakikada... polonya forvetinin yine çok hızlı ve sert atağında kempny topla daldı. kaderde gol varmış, derken.. turgay rakibinin ayaklarına uçarak bu muhakkak golü önledi. ama öyle kaldı. kıpırdamıyordu kalecimiz.. antrenör szekelly ve sağlık ekibi koştular. tedavi yarar sağlamıyor, turgay oyundan alınıyordu. mikrofonda "büyük şanssızlık, değerli dinleyiciler, turgay da çıkıyor. bu ana kadar kalemizi başarıyla koruyan turgay da sakatlandı. işimiz iyice zorlaşıyor" derken, ümitsizdim. şimdi kaleye fenerbahçeli şükrü ersoy geçmişti. oyun yeniden başladı. dakikalar ilerliyordu. 43'üncü dakikayı bulmuştuk. iki dakika daha dayanırsak, devreyi 0-0 kapatabilecektik. ve ben anlatıyordum: "sadece iki dakika var, sevgili dinleyiciler... başarılı bir oyunla güçlü rakibimize evinde gol şansı vermedik. şimdi top mustafa'da. ortalarda mustafa.. hızlandı birden.. lefter'e yuvarladı. lefter şöyle bir baktı, sonra sol yanındaki mehmet ali'ye... şimdi mehmet ali'de top dalıyor mehmet ali.. güzel, çok güzel... mükemmel geçti. karşısına çıkan polonyalı.. kornyt bu... kornyt'yi çalımladı. iki kişi birden geliyor bu defa.. geçiyor geçiyor, onları da geçiyor mehmet ali... evet, iki polonyalı'nın arasından uzattı topu. kendi de sıyrıldı. kaleciyle karşı karşıya... vurdu... ve gol... mehmet ali vurdu.. ve gol.. gol. sevgili dinleyiciler.. gol gol gol.. türkiye 1 - polonya 0... türkiye 1 - polonya 0... gol gol gol... mehmet ali nefis sürdü, nefis attı golü... gol yemiyelim. aman devreyi böyle 0-0 bitirsek derken şimdi golü atan biziz.. galibiz galibiz, polonya'da 60bin seyirci önünde polonya'ya karşı galibiz şimdi..."
ikinci yarı? onu hiç sormayın. ben nasıl anlattığımı bilemiyorum. çocuklar da nasıl oynadığını... şükrü kalede panter gibiydi. turgay'ın başarısını devam ettiriyordu. büvük ahmet'in yerine büyük ali (gs), isfendiyar'ın yerine hilmi (vefa), metin'in yerine abdullah (beykoz) giriyordu. son dakikalarda takımca savunmadaydık artık. yapacak başka şey de yoktu. galibiyetimizi, bu altın galibiyetimizi korumalı, korumasını bilmeliydik. avusturyalı hakem grill son düdüğünü çalgında, oyundaki futbolcularımız, kenardaki yedeklerimiz, yöneticilerimiz, hasan ekin, szekelly ve naklen yayını kapar kapamaz niyazi sel'le ben, gazeteci arkadaşlar birbirimize kenetlenmiş, sevinç gözyaşları içinde kutluyorduk bu büyük başarıyı... gün, 19 mayıs'tı... tarihimizin bir güzel günü, bir güzel spor zaferiyle süslenmişti. polonya'yı polonya'da yenmiştik.
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından maçla ilgili anısı;
o güzelim polonya zaferinin akşamı varşova'da otel warszawa'nın kapısına indiğimde kafilemizden birini kalın kaleci kazağıyla gördüm. oysa hava iyice sıcaktı. ama o, kazakla dört dönüyordu ortalarda... az sonra olay aydınlığa çıktı. meğer maçtan önce tatlı bir polonyalı sarışına rastlamış otel kapısında... ona takımın kalecisi olduğunu söylemiş. kalecilik şöyle dursun takımın oyuncularından olmadığı halde... akşam için sözleşmiş. kız kendisini rahat tanısın, kaleci olduğunu anlasın diye de, birinden ödünç kalın yakalı kazak alıp giymiş. peki, kız nerede mi? daha önce gelip kendisinin kaleci olduğunu söyleyen bir başkasıyla birlikte...
epey gülmüş, olayın kahramanlarını epey kızdırmıştık. maç kazanan bir kafilede olmak, her zaman tatlıdır zaten... varşova yolculuğumuz da bu bakımdan şahane geçmişti.
ilk basımı 1975 yılında olan "altay spor tarihi" kitabından;
ayfer elmastaşoğlu
ali hasertürk'ün yetiştirdiği bu değerli futbolcu sülâleden altay'lıdır. enver, nail ve ayhan'ın en küçük kardeşi olan ayfer altay'da futbol oynayan 4 kardeşten biridir ve bu hiç bir aileye ve klübe nasip olmayan nadir olaylardan biridir.
futbol sevgisini kardeşlerden aldı. ağabeyleri altay birinci takımında oynarken o mahalle aralarında top koşturmaya başladı.
takımın hemen hemen kaleci hariç her mevkiinde yer aldı. uzun süre kaptanlık görevi yaptı.
genç, amatör, ümit ve "a" milli futbol takımlarımızda yer aldı. en son yer aldığı ve polonya'yı 1-0 yendiğimiz karşılaşmada mükemmel bir futbol ortaya koydu. isveç'te kari rappan kupasında bir talihsiz anda ayağı kırıldı ve bir süre sahalardan uzak kaldı.
takımımızın morali çok yüksek. antrenör szekelly "muhakak kazanacağız" diyor. futbolcularımızın hemen hemen hepsi aynı fikirde
halit kıvanç varşova'dan bildiriyor
varşova, 18 (telefonla)
polonya milli takımının sahadan galip çıkacağına inananların sayısı çok fazla... diyorlar ki: «vistül negri kıyısında santral stadında polonya'yı yenmek zordur. çünkü, jean sobjevk'nin ruhu gençlerimizi kamçılayacaj ve onları aslâ mağlûp ettirmeyecektir.» buna inanan, böyle düşünen binlerce insan var...
jean sobjevk, vistül nehri kıyısında satvetli türk ordusunu durduran kumandandır. sahanın hemen ilerisinde büyük bir heykeli var. acaba böyle mi olacak? bu acabaları, peşin olarak cevaplandırmak imkânsız. bu bir ruh, bu bir imân mücadelesi olduğuna göre, biz de herhalde aşağı kalmayacağız.
çocuklarımız ay - yıldızlı formayı sırtlarına giymenin şimdiden heyecanını yaşıyorlar. bilinen şey, mücadelenin çetin olacağıdır. bilinen şey, saha ve seyirci avantajının rakiplerimizde olduğudur. bilinen şey, polonya'lıların bizim gibi milli maçlarda, takımlarını teşçi etmeleridir...
fakat yine bilinmesi icabeden şey de sahaya takımımızın bu faktörlere rağmen, müsavi şanslarla çıkacağıdır. evet, polonya takımını istanbul'da gören bir insan daha başka bir şekilde düşünemez.
o günden bugüne değişen ne?
polonya takımında, 1-1 berabere biten karşılaşmadan bu yana bir ilerleme olduğu söyleniyor. futbolcuların form üzerinde bulunduğu alâkalı şahıslar tarafından ilâve edilmektedir.
sadece antrenmanlarını seyretmış olmam hasebiyle, bu hususta uzun boylu bir fikir yürütemiyeceğim. ancak, polonya milli takımı avrupa klasmanında pek ileri durumda bulunan bir ekip değildir. kadrolarında iyi futbolcular var, ama. yıldız değil. oyunları umumiyetle sür'ate ve enerjiye dayanıyor. hücum hatlarına nisbetle müdafaaları daha kuvvetti ve daha şuurlu. bilhassa kalecileri szmkowiak..
gazeteler, spor otoriteleri neticenin lehlerine olacağı fikrini müdafaa ederlerken bütün kuvvetlerini kalecilerinden almaktadırlar. gerçekten szmkowiak'ın mağlûp edilmesi zor bir kaleci olduğunu istanbuldakl maçta anlaşılmıştı.
bizimkilere gelince
futbolcularımız iddialı lâflardan kaçınmaktadırlar. ama. ekserisinin ümidli oldukları muhakkak. mısır galibiyeti futbolcuların morallerini yükseltmiş kendilerine olan itimadlarını arttırmış...
antrenör szekelly ve kafile başkanı hasan ekin bilhassa moral mevzuu üzerinde durmakta, hatta «ka-zanacağız» gibi büyük sözler söylemektedirler. bilindiği gibi, takımımız çift santrhaf olarak oynayacak. antrenör bu bakımdan kadriye «sana büyük vazifeler düşecek göreyim seni... hem müdafaaya, hem de hücum hattına yetişecek şekilde çalış..» demektedir. kadri, kendini iyi hissettiğini bekleneni yapabileceğini söylüyor. efler müdafaamız, istikrarsız futbol oynayan rakiplerimiz karşısında oyunun başında iyi çalışır ve fırtınayı atlatırsa, netice pekala lehimize olabilir. çünkü, halkın tezahüratı bu müddetin sonunda kırılmış ve daha doğrusu azalmış olacaktır.
hücum hattından herkes emin. yine bütün ümidler lefterde. ama isfendiyar, metin ve m. ali'den beklenler de var. korkulan tek şey mevsim sonu olması sebebiyle futbolcularımızın enerjik polonyalılar karşısında nefeslerini devam ettiremiyecekleridir. bunun haricinde gerek ferden, gerekse takım itibariyle rakiplerimize teknik bakımdan faik olduğumuz muhakkak. evet yukarıda da işaret ettiğim gibi dezavantajlara rağmen sahaya bu teknik üstünlüğümüz sebebiyle müsavi şanılarla çıkmaktayız. söylenecek sonsöz yine ay-yıldızlı formayı giyen gençlerimize kalıyor.
polonya federasyonu ile idarecilerimizin bugün yaptıkları konuşmalar sonunda kaleci hariç oyun içerisinde iki futbolcunun değiştirilmesine karar vermişlerdir. ayrıca, sakatlanan bir futbolcunun yerine de diğeri alınacaktır. şimdilik sakatlanmasından en fazla korkulan eleman ortasahaf ergundur. bu takdirde. nejat santrahafa geçecek. ali sağbeke girecek ve ahmet de sol hafa kaydırılacak tir. diğer elemanların hepsinin yedeği var.
mâç mahalli saatle 17 de santral stadında oynanacak. varşova istanbul ve ankara radyoları maçı türkçe olarak nakledeceklerdir. bu iş için vazifelendirilen niyazi sel, dün uçakla buraya geldi. ayrıca. kısa dalga 25.48 ile 31.20 üzerinden türkiye saatiyle 18.30 da ve 20-30 da yine kısa dalga 31.50 metre üzerinden varşova radyosundan maçı türkçe olarak nakledeceğim.
maçı idare edecek olan 3 avusturyalı hakem dün uçakla geldi. kendileri ile konuştum. netice hakkında bir şey söylemekten kaçındılar. sadece «iyi ve temiz bir oyun olmasını temenni ediyoruz» demekle iktifa ettiler.
varşova'da intişar eden gazetelerin hemen hepsi bu maçla yakından alakalı. büyük trajlı bir gazete futbolcularımızın resmini birinci sahifeden verdi. altına ise «senenin resmi» yazılmıştı. bir diğer gazetede de futbolcularımızın karikatürleri çıktı. sokaklar türkiye - polonya maçına ait afişlerle dolu. ama, doğrusunu isterseniz afişlere ve reklama lüzum yok. çünkü varşovalılar bilet bulmak için müşkülât çekiyorlar. hatta bize bile müracaat edenler bile oldu. otelin onünde halk futbolcularımızdan imza almak için bekliyor.
antrenör szekelly karşısına kim çıkırsa çıktın anlaşmakta müşkülât çekmiyor. 7 lisan bilen millî takım antrenörü lehçe de konuşuyor. hattâ, bu lisanlı gazetecilere şu beyanatı verdi: «kat'iyetle eminim türk takımı galip gelecektir.»
antrenör çocukların yemekleri ve istirahatleriyle meşgul. futbolcular her seyahatte olduğu gibi bu sefer de polonyalıların yetmeklerine alışamadılar. szekelly yemek listesini federasyon erkânı ile konuştuktan sonra kendisi tâyin etmeye başladı. ayrıca ilk defa olarka masör dâvası da halledilmişti. tabii yabancı polonyalı masör futbolcularımıza çok iyi muamele ediyor. hiç bir arzularını kırmıyor.
dün varşova'da santral stadında 60.000 kişi önünde oynanan türkiye-polonya millî maçını, millî takımımız 1-0 kazanmağa muvaffak olmuştur. maçı, polonya komünist partisi genel sekreteri gomulka da tâkip etmiştir.
müsabaka gayet sert ve elektrikli bir hava içerisinde geçmiş, turgay, isfendiyar ve metin sakatlanarak oyundan çıkmışlardır. avusturyalı beynelmilel hakem, sertliğe göz yummuştur. buna ilâve olarak, ikinci devrede lefter'in attığı ve polonyalı müdafilerin kalenin içinden çıkardıkları ikinci olümüzü de saymamıştır.
millî takımımızın galibiyetini temin eden golü, ilk devresinin 42 nci dakikasında lefter'den fevkalâde müsait bir pas alan mehmet ali, iki polonyalı müdafiinin arasından sıyrılarak ve kaleciyi de üzerine çekerek plâse bir şütle yapmıştır.
millî takımımız ikinci devrede ilk devreye nisbetle daha derli toplu bir oyun çıkarmıştır. fakat isfendiyar ve metin!in sakatlıkları karşısında oyunun sonlarına doğru müdafaaya çekilmiş ve elde edilen neticeyi bu şekilde muhafaza etmiştir.
polonyalı seyirciler, birinci devre sonunda sakatlanıp oyundan çıkana kadar turgay'ın oynadığı şahane oyunu alkışlamışlardır.
millî takımımızın yabancı bir sahada ve yabancı bir seyirci önünde macarları son defa yenen polonya millî takımını yenişleri bütün yurtta memnuniyet uyandırmıştır.
futbolcularını protesto eden 60 bin kişi önünde polonya'yı 1-0 yendik
golümüzü birinci devrenin sonunda m. ali iki polonya müdafiini atlatarak yaptı. müdafaamız şahane oynayan turgay'ın yardımı ile polonyalılara fırsat vermedi
maçın bitmesine 8 dakika kala lefter'in attığı ikinci gölü hakem saymadı. çok sert oynayan polonyalılar turgay'ı, metin'i ve isfendiyar'ı sakatladılar. kaya'dan başka büfün yedekler oynadı
varşova'da polonya takımını mağlûp etmenin ne demek olduğunu anlamak için, maçtan evvel söylenen sözleri hatırlatmak kâfitdi: «jean soblevsky'nın ruhu, torunlarının heyecanını kamçılayacak, onlara gayret ve enerji verecekti.»
ama unutulan bir şey vardı: bu, mademki bir insan mücadelesi olacaktı, şu halde ay-yıldızlı çocukların da kullanacak kozları olmalıydı...
bugünkü (dünkü) maçtaki iki kalecimizi ve müdafaamızın mücadelesini görenler bu kozun, iman ve mücadele kabiliyeti kozunun, ne olduğunu rahatça anladılar.
oyunun ilk dakikalarında, doğrusu takımızın ümit verici gözükmedi. forvetimizde insicam yoktu. oyunun büyük yükü, müdafaanın omuzlarında olcağa benziyordu. nitekim, daha sekiz ve onuncu dakikalarda turgay -seneler boyunca bahsedilecek değerde- iki kurtaruş yaparak, hem kendisinin, hemtakımın mâneviyatının kuvvetlenmesine yol açtı. polonyalılar sağdan, soldan mütemâdiyen akın tâzeliyorlardı. haf hattımız top kesmekte pekâlâ muvaffak oluyor, fakat ileriye aktarılan toplar daima havadan olduğu için polonya müdafaası tarafından rahatça kesiliyordu. ilk yarım saatte forvetlerimiz geriden, neticeli akın yapabilecek pas alamadılar.
turgay 25 ve 26 ncı dakikalarda «unutulmaz» iki kurtarış daha yaptı. müdafaamızın hakikaten mükemmel oyununa mukabil forvetimiz, bugün umduğumuz kadar iyi değildi.
sür'atli santrforun âni bir dalışında turgay bir kere daha klâsını gösterdi. turgay bugün muhakkak ki takımın en iyisi. basri'nin de ondan geri kalır tarafı yok...
oyun gittikçe sür'atleniyor ve sertleşiyordu. devrenin bitmesine 8 dakika kala bir korner atışında topu yumruklayan turgay, kıyasıya bir sarja maruz kaldı ve iki dakika tedâvi edildi. oyun bu âna kadar foevkâlade sert olmasına rağmen kasdi fauller pek olmuyorduç fakat dakikalr geçip de polonyalılar gol atamayınca ciddi fauller yapmağa başladılar. nihayet 40 ncı dakikada sağaçığın yaptığı bir ortaya santrforla birlikte fırlayan ve ayaklarına yatarak yerde topu bloke eden turgay'ın başına, santrfor tekmeyi yapıştırıverdi. hakem santora ihtar verirken, 60.000 seyirci de bugün «büyük kaleci» unvanına yakışacak bir oyun çıkaran türk takımı kaptanını alkışlıyor ve «mükâfatını» veriyordu.
turgay'ın yerine şükrü geçti ve oyun başladı. devre bitmek üzereydi, son on dakikada forvetimiz «ayaklanıvermişti.» bu ayaklanmış müdafaaya ayak uydurmak derecesinde değildi ama, düzelmişti. turgay'ın oyunu terkedişinden iki dakikada sonra mustafa, lefter ve m. ali arasındaki mükemmel bir kombinezonda m. ali, lefter'den aldığı topla âniden dalıverdi, iki müdafi arasından kendisine hâs bir vücut çalımiyle sıyrılıp, üzerine gelen kalecinin sağından topu kaleye attı... maçın başından beri gollük tek akınımız buydu ve gol olmuştu. oyuncularını teşçi eden polonyalıların bu golümüzün alkışlamaları «samimi» gözüküyordu.
ikinci devreye rüzgâr altında başladık. nejat çıkmış yerine ali alınmıştı. kalemizi şükrü korurken, turgay başı sarılı olarak maçı seyrediyordu. on beşinci dakikada çok sert bir faule mâruz kalan isfendiyar da oyunu terkedince yerine hilmi girdi. polonyalılar artık açıktan açığa faullü oynamağa başlamış, fakat hakem ilk devrede sertliğe müsaafe etmez gözükmesine rağmen müsamahasını esirgemez olmuştu. iki dakika sonra metin'i biçen sağbeki seyirci ıslıkla protesto ederken, hakem de ihtarı veriyor, fakat aynı oyuncu 23 üncü dakikada metin'in gollük bir dalışında onu bir kere daha biçmekte mahruz görmüyordu. hakem «penaltı» vermek için acaba ne bekliyordu? metin dışlarıda tedâvi edilirken yerine abdullah girdi. bütün müdafaa elemanlarımız «kalburüstü» bir başarı gösterirken basri ve mustafa bilhassa temâyüz ediyordu.
artık maç mutlak suretle bir iman maçı olmuştu. bir taraf maçı vermemek için an'anevi enerjisini ortaya döküyor, diğer taraf -artık kendi seyircisinin de sempatisini kaybetmiş olarak- her çâreye başvurarak maçı kurtarmağa çalışıyordu. maçı bu netice ile bitirmek ay-yıldızlı çocuklar için bir zafer olacaktı. halbuki 82 nci dakikada lefter ikinci golümüzü atınca neticeyi garantiliyorduk. fakat açıkca içeriden çıkarılan topa hakem «gol» demedi.
müdafaamız son dakikaya kadar hemen hemen falsosuz bir maç çıkarıyor ve şükrü, kaptana nazire yapmak için fırsat kolluyordu. nitekim bir çok pozisyonda rahat ve emin kurtarışlarl bu fırsatı rahatça buldu.
oyun bitmişti, fakat çocuklar yarın bir maç daha oynayacakları hissi içindeydiler. yarınki maçı kazanmak lâzım diyorlardı. sanki buradan çıkacak ve yarın yeni bir maç yapacaklardı.
milli takımımız yarın (bugün) saat 10.15 de uçakla viyanaya hareket edecektir. pazartesi gecesini viyanada geçirecek olan milli takımımız salı günü viyanadan saat 15 de kalkan uçakla yurda dönecektir.
polonya tek seçicisi: «müdafaanız şaheser oynadı. ben müdafaanın bu oyunu devam ettireceğini zannetmemiştim. bizim sağ açık en güvendiğimiz adamdı. fakat basri fırsat vermedi turgay da fevkalâde idi. ikinci kaleciniz de güzeldi.»
polonya antrenörü: «iyi bir oyun. bizden daha çok iyi oynadınız ki maçı kazandınız. en iyi oyuncunuz basri.»
hasan ekin: «takımımız bütün enerjisi ile oynadı. ikinci devrede polonyalılar sert ve hakem kötü idi.»
antrenör szekelly: «başarılar serisini bozmamakla memnunum. bizim sistem tatbik edilince maç kazanılır. oynadık ve kazandık. polonyalılar sertliklerini hakem göz yumdu. çocukların hepsi vazisfelerini yaptılar.»
maçtan evel szekelly futbolculara şöyle demişti: «bugünkü maçı kazanırsanız istanbuldaki maçı da kazanırız.»
galibiyetten sonra tek seçici eşfak aykaç şöyle demiştir: «millî takımız, almış olduğu güzel netice ile bu mevsimi namağlûp olarak kapatmıştır. bu mes'ut neticenin istihsalinde en büyük pay şüphesiz sporcularımızın, onu takiben de kulüplerimiz ve antrenörlerimizindir. kendilerini tebrik eder, minnet ve şükranlarımı gönderirim. şahsen bu memleketin evlâdı olarak sadece iftihar ediyorum.»
varşova, 19 - varşova'nın 80 bin kişilik stadyomunu dolduran 60.000 seyirci başlangıçta takımlarını teşçi ediyorlar ve tezahüratta bulunuyorlardı. fakat maçın sonlarında ayni seyirciler kendi takımlarını ıslıklamaktan çekinmediler. zira polonya millî takımı futbolcularının çoğu sert bir oyun tutturmuştu.
zira grill türkiye ve irlanda hariç dünyanın her memleketinde ve bu arada amerikada 97 ma. idare etmiş şöhretli bir hakemdi. amma bu şöhretini gölgeliyecek bir idare gösterdi. sertliğe müsamahakâr idaresi ile ancak amerikan futbolu oynanabilirdi.
maçtan önce futbolcularımız «bu sahada ya oynarız ya şaşırırız diyorlardı» ikisi de oldu. önce şaşırdılar, sonra toplanıp sahaya hâkim oldular. çocuklar yabancı sahada millî maç kazadıkları kadar, bu kadar güzel bir çimen sahada oynadıklarına memnun idiler.
dezavantajlarına rağmen maçı kazanmış isek bunu her şeyden evvel müdafaamıza borçlu olduğumuzu belirtmeliyiz. müdafaamızın canlı oyunu forvetin başlangıçtaki tutukluğunu giderdiği gibi polonyalıları muhakkak dört gol fırsatından mahrum etti.
diğer taraftan polonyalıların gol atamayınca sertleşmesine gençlerimiz mukabele etmeyip soğuk kanlı oynaması keza galibiyet sebeplerimizden biri olmuştu.
ileri hatların bütünü ile geriye yardım ve bilhassa bu yardımın rüzgâr altında oynadığımız ikinci devredeki müsbet neticeyi 1-0 lık galibiyetti. biraz da şahıslardan bahsedelim. başta en kritik anda iki yüzdeyüz golü kurtaran turgay ile polonyalıların en tehlikeli adamı sağ açık pohl'a fırsat bırakmayan basri ve canlı oyunlarından birini çıkaran mustafa bu galibiyetin bir numaralı hissederları oldular.
müdfaanın diğer elemanları ve bilhassa santrhaf ergun rakip forvetlere göz açtırmazken ilk devrede tutuk oynayan forvette en fazla ileri geri çalışan kadri başarılı idi. sonradan mehmet ali ve lefter de açıldılar.
mustafa - m. ali paslaşması ile top lefteri buldu, lefterin ileriye verdiği pasla mehmet ali iki müdafi arasından fevkalâde güzel bir şut ile kaleciyi mağlûp etti.
polonya türkiye maçlarının kaderi hep böyle oluyor. bugüne kadar polonyalılar ile beş maç yaptık her maçta bir gol attık. polonyayı bugün ilk defa yendik.
turgay oynadığı 40 dakikada berlin maçının turgay idi. santrfor her halde kıskandı ki 40 dakikadan fazla oynatmadı. fakat turgay'ın yerine giren şükrü de bir tek fırsat vermeden kalesini başarı ile korudu.
varşovada polonyayı yenmenin ne derece mühim bir galibiyet olduğunu iyi anlamak için bu maçı muhakkak görmek lâzımdı.
takımımız ikinci devrede güzel oynadı. sonralarda metin düşürülmeseydi muhakkak ikinci golü atıyordu. oyunda dört oyuncu değiştirilecekti. biz de polonyalıların sert oyunu karşısında dört oyuncuyu değiştirdik ve böylece bütün haklarımızı kullandık. kaya bu işte hariç kalmıştı. «gol atan tekme yer, tekme atan gol yer» kaidesini polonyalılar herhalde unutmuş olmalıydılar. nitekim sertlik aleyhlerine oldu. polonya millî takımı istanbuldaki maça nisbetle daha seri, kısa paslı ve bol deplâsmanlı oynadı.
ne zaman kötüsünüz deseler... şahlanıverir bizim takım, dedi. sonra gözlerini birkaç yıl evvele çevirdi ve devam etti: «sıcak bir bahar günüydü. varşova sokaklarında ümitsiz dolaşıyorduk. ev sahipleri bazan bir elinin parmaklarını açıp «beş» gösteriyorlar. bâzan daha da ileri giderek iki ellerini birden işaret ediyorlardı...
ne yalan söyleyeyim bu en çok bana tesir ediyordu. zira kadroya alınışım bir hadise teşkil etmişti. basın, seyirci, «burada bir de mehmet ali var» diyordu. halbuki ben adalet takımının kadrosunda bile yer alamamıştım o hafta. nihayet tek seçici aykaç, beni çağırdı. o da güç durumdaydı. çalıştığı yerde müşkülünü bana anlattı «seni» dedi, «beyoğluspor ile yapacağımız deneme maçında göreceğim.» nihayet namzet kadroya çağrılmıştım ve oynayacaktım. halbuki fenerbahçe'den ayrılalı, kimse bana önem vermiyor. milli takım tribünden seyrediyordum. ondan geçti diyenler de çoktu. işte varşovalıların her elini kaldırışında bütün bu hadiseleri bir sinema şeridi üzerinde hatırlar gibi oluyordum.
birşeyler yapmalıydım. varşovalılar, tarihteki harplere kadar iniyorlar, «biz polonyalılar türkleri ezeceğiz» diyorlardı... her şey ama her şey moralimi yıkmak için hazırlanmıştı sanki.
ah o gün
19 mayıs günü varşova'nın santral stadyomunda 70.000 polonyalının önüne çıkarken heycanımdan titriyordum. yalnız ben mi ya... turhgay - ahmet, basri - mustafa, ergun, nejat - isfendiyar, ben, metin, kadri, lefter bütün takım heyecandan titriyordu. oyun başlar başlamaz kuvvetli rakiplerimiz karşısında kapanıverdik. turgay, ilk dakikalarda rakip forvetin ayaklarına yatarak, muhakkak golleri önledi. onun bu hareketi bizi kamçıladı. 38 inci dakikada sakatlanan turgay iki dakika sonra kalesini terkedeip yerine şükrü geçince, forvet endişelendi. işte tam bu sıradaydı. mustafa bizim ceza sahasından bir top çıkarıp, lefter'e uzattı. lefter, tam santrada beni gördü. ben topu onun önüne bıraktım. lefter kendine has stil içerisinde şöyle bir kafasını kaldırdı. boş sahayı gördü ve benim yetişebileceğim yere topu tekrar ustalıkla bıraktı. bir deparla topu sol iç mevkiinde yakaladım. gelen santrhafı uzaktan çalımladım. şimdi ceza sahası içersine dalıyordum. sağhaf ve beklerinin yanından süratle geçerken, topu kalecinin açtığı köşeye plâseleyiverdim. top ağlarda idi. takımımız 1-0 galip duruma yükselmişti. doğrusunu söylemek lâzım gelinse, lefter ile oynadığıö bütün yıllar içerisinde böylesine deplâsmana girmemiştik.
ikinci devrede nejat'ın yerine ali, isfendiyar ve metin de sakatlanınca hilmi ile abdullah girmişlerdi oyuna... maça asıldık ve kazandık.
19 mayıs spor ve gençlik bayramındaki bu zaferimiz unutamadığım milli maçlarımızdan biridir.»
polonya'yı kendi sahasında mağlûbiyete sürükleyen golü atan mehmet ali, o günün heyecanını yaşamış bir futbolcu olarak, bugünkü takım hakkındaki görüşünü şöyle açıkladı: «elbetteki o günün takımı daha teknikti. form durumuna gelince, bugünkünün çok daha üzerinde idi. fakat bizim için form bir ölçü olamaz. bizim havamız içersine giren bir takım, bu cereyandan zor kurtarır kendisini. işte polonya maçı da böyle oldu. rusya'yı mağlûp eden, büyük takım polonya, bir hafta sonra sahayı gözleri yaşlı terketti. bizler ise birbirimize kenetlenmiş, sevinç içinde ay-yıldızlı takımın zaferini kutluyorduk.
şimdi altı yıl sonra aynı memlekette ve aynı rakip karşısında mücadele edecek kardeşlerime güveniyor ve futbol tarihimize yeni bir zafer ekleyebilmeleri için, allah'a dua ediyorum.»
ilk basımı 2012 yılında cem zamur'un "onun gibisi gelmedi: memleket futbolundan portreler" kitabından;
pür yetenek, pîr insan mehmet ali has
(...)
19 mayıs 1957, ay-yıldızlılar varşova santral stadı'nda polonya karşına çıkıyor. milli takım tertibi şöyle: turgay seren, ahmet berman, basri dirimlili, mustafa ertan, ergun ercins, nejad küçüksorgunlu, ısfendiyar açıksöz, mehmet ali has, metin oktay, kadri aytaç ve lefter küçükandonyadis. maça ev sahibi olmanın avantajıyla giren polonya atak başlıyor. fakat ay-yıldızlı kadro da yabana atılır cinsten değil. ilk önce hızla gelen polonyalıları durdurup ardından kendi oyununu rakibine kabul ettiriyor. ilk devrenin sonlarına doğru ise şimdilerde olsa jenerik olarak kullanılabilecek, yıllarca kulaktan kulağa, babadan oğula, oğuldan toruna aktarılacak bir gol geliyor. mehmet ali has gerçeğinden bihaber polonyalılar bu tecrübeyi en acı haliyle yaşıyor. orta sahada topu kapan mehmet ali, dar alanda iki polonyalı'yı geçip topu taşıyor, üstüne gelen iki polonya bandıralı torpidodan da nefis çalımlarla sıyrılıp kalecinin yatandan fileleri görüyor. sevinç yumağı haline gelen milli takım oyuncuları, adeta o golün hatırına maçın bu skorla bitmesini sağlıyor. masalsı tarafı ise şu... anlatılana göre o golün oluşumunu kaş bakışı çizmeye kalkanlar, orta sahadan kaleye kadar olan mesafede ortaya bir çizgiden çok, bir imza çıktığını görmüşler: m. ali has...