ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
sezonun ilk antrenmanını florya yakınlarındaki ormanda yaptık. yeni oyuncularla selamlaştık, tanıştık. onlara, daha işin başındayken, bu yıl daha fazlasını elde etmemiz, şampiyonluğa ulaşmamız için sadece maçlarda değil, antrenmanlarda da daha yüksek performans göstermeleri gerektiğini belirttim.
daha geçen yıl aynı sözleri söylediğimde sadece bazı oyuncuların ilgisini çekebilmiştim. şimdi ise hepsi istek ve enerji doluydu. artık hepsinin gözlerinin parladığını görüyordum. bir kere ateş almışlardı ve her şeyi yapmaya kararlıydılar. durum bir anda değişmişti. karşımdakiler, memur zihniyetiyle futbol oynayan, kaybetmeye hazır, bedavacı tipler değillerdi.
sezonun ilk antrenmanında karşımda, bir yılda kendi kendisini aşmış bir takım duruyordu.
bu arada, yeni çim antrenman sahası da, psikolojik etkisi küçümsenmeyecek bir değer taşıyordu.
saha bir anda daha iyi oynamayı, eskisinden daha başarılı olmayı bir yükümlülük haline getirmiş ve yapılan hatalar için, biz antrenörlerin istemeyerek kabul etmek durumunda kaldığı, "toprak saha gibi sert; çamurlu ve yüzeyi bozuk" gibi bahanelerin ileri sürülmesine son vermişti.
ilk on gün için kondisyon çalışması planlanmıştı. kalp ritmi ve kan dolaşımının, yeni ve daha sert koşullara, farklı bir dayanıklılığın gereklerine uyum sağlaması lâzımdı. topu her şeyden fazla seven oyuncular için oldukça hazin bir dönem başlıyordu.
kondisyon antrenmanının anlamı koşmak, koşmak ve yine koşmaktı. sadece bu tür antrenmanların can sıkıcılığından kurtulmak ve daha iyi bir atmosfer sağlayabilmek için 35 derece sıcaklıkta yakınımızdaki serin florya ormanlarına gidiyorduk. antrenmanlar gereğince yapılıyordu; çağdaş antrenman bilimine uygun ve ağır. kendi kendini kandırmak ve istisna olmak isteyen kimse yoktu. biz antrenörler altın zamanların yaklaştığını görüyorduk.
çalışma dozunu her gün artırıyorduk. kısa yürüyüş araları verilen, orta tempoda 15'er dakikalık üç koşudan, iki kez 20'şer dakikalık ve yine iki kez 30'ar dakikalık sürekli koşuya geçiyor ve sadece kısa nefeslenme araları veriyorduk. ardından yüksek tempolu ve uzun aralar verilen koşular geliyordu; sonra, kısa aralar verdiğimiz ölçülü bir tempoya geçiyorduk.
öğleden sonraları küçük ve büyük gruplar halinde maç yapılıyordu. amacımız, daha çok ilk hazırlık günlerinde oyunculara büyük sıkıntı veren adale krampları sorununu çözmekti. adale kasılmalarını unutmanın en iyi yolu, maç yapmak, gollerin, çalımların ve başarının sevincini duymaktı.
on günden fazla bir süre, oyuncular olaya coşkuyla katıldılar. futbolcularımızın dayanıklılığını bu kadar hızlı ve basit bir biçimde artırmak, biz antrenörlerin de hoşuna gidiyordu.