ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
hak edilmiş dört haftalık bir tatilden sonra onları, oyuncularımı tekrar görüyordum. türkiye'nin güneşli güney kesiminden, 40 dereceye kadar ulaşan hava sıcaklığıyla en güzel tatil ve dinlenme olanağı sağlayan ege sahillerinden; dünyanın pek az köşesinde rastlayabileceğiniz bir hizmet ve misafirperverliğin bulunduğu tatil yerlerinden geliyorlardı.
onları tatile gönderirken formda kalmalarını istemiştim. fakat görünüşlerine bakılırsa, gittikleri yerlerde sadece güneyin kumları üzerinde sırtüstü yatarken yüzükoyun dönmekle yetinmiş gibiydiler. yeni sezonun ilk gününde oyunculardan normalin üzerinde bir şey talep etmek olacak gibi değildi.
ama beni şaşırttılar. tatil dönüşü yerinde olan sadece neşeleri ve moralleri değildi; daha önce hiç olmadığı kadar antrenmanlıydılar aynı zamanda. ayrıca genel havaları bana, önümüzde iyi bir sezonun bizi beklediği umudunu vermenin ötesinde, beni buna inandırmıştı da.
yapmak istediğimiz çok şey vardı. herkesin peşinde olduğu şampiyonluk yolundaki mücadelede, hem rakiplerimiz, hem de bizimle birlikte favori olan fenerbahçe ve beşiktaş için hayatı mümkün olduğunca zorlaştıracaktık.
boğaz'ın anadolu yakasının takımı olan fenerbahçe sahip olduğu türkiye şampiyonu ünvanını korumak için uğraşacaktı. fenerbahçe şampiyonluğu ucu ucuna, beşiktaş'la aynı puan ve averajla, ama yine de hakkıyla kazanmıştı.
daha bir yıl önce avrupa şampiyonasında yugoslav millî takımı'nın antrenörü olarak karşılaştığım eski dostum veselinoviç, istanbul'daki çalışmalarının daha ilk yılında parlak bir giriş yapmayı başarmıştı.
galatasaray, türkiye futbol federasyonu kupası'nı kazanmış, ancak daha önceki iki yılın tersine, ligi beşinci sırada bitirebilmişti.
yani takım, üç yıl önce verdiği küme düşmeme mücadelesinin yorgunluğunu henüz üstünden atamamış, performans ve istikrar sağlayamamıştı.
takım buna rağmen ilk sinyali vermişti. kupa maçlarında büyük rakipler karşısında fazlasıyla direnç, dayanıklılık ve mücadele gücü göstermişti. bunlar, üzerinde bir şeyler kurabileceğimiz niteliklerdi.
antrenörleri de, oyuncuları da en fazla motive eden şey, daha birkaç hafta geçmeden ilk yeşilliğini gösteren çim saha idi. onu seyretmek bile sevinç veriyordu insana. çimlerin, tüm oyun sahasını yeşil, yumuşak bir halı gibi kaplayıncaya kadar uzadıklarını yavaş yavaş izlemek bir zevkti. öyle ki, içimizden bazıları daha şimdiden çitin üstünden atlayarak olgunlaşmış yeşilliğin üzerinde koşup yuvarlanmayı ve keyif çatmayı hayal ediyordu.
ama şu anda üzerinde antrenman yapmayı içimizden hiç kimse düşünmüyordu. çim sahamız hepimiz için, topkapı sarayı'nda özenle saklanan kaşıkçı elması'ndan daha değerliydi. galatasaray ailesinin onca zaman beklediği, öncelikle de antrenörlerin ve oyuncuların uzun yıllar yoksunluğunu çektiği çim sahamız antrenman merkezinin göz bebeği olacaktı.