ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
1985-86 sezonu 16 temmuz 1985'de florya'daki tesislerde başladı. bu benim galatasaray'da antrenörlüğümün ikinci yılıydı. bütün planlarımı en ince ayrıntılarına kadar bu sezon daha fazlasını elde etmeye, mümkünse şampiyon olmaya göre yapmıştım.
bu arada eşim ve ben ayazpaşa'daki, boğaz'ı ve topkapı sarayı'nı gören evden yeşilköy'e taşınmıştık. galatasaray'ın tesislerine daha yakın olmak istiyordum. günlük antrenmanlara ilk gelen ben olmalıydım; futbolcular beni kendilerine örnek almalı ve benimle konuşmak istediklerinde orada bulmalıydılar.
oturduğumuz ev marmara denizi'nin hemen kıyısındaydı. uçsuz bucaksız denize doğru bakmak, insana bambaşka bir ülkede bulunmanın ötesinde duygular veriyordu. yüklerini ekonomileri giderek gelişen sanayi ülkelerine götürmek üzere yola çıkmış ve bu arada istanbul ve türkiye'ye uğramayı ihmal etmemiş koskocaman gemiler, modern çağın canlı anıtları gibiydi. her yerde gelişmenin başlangıcını görüyordum. bu, futbol için de mümkün olmalıydı.
yeşilköy, florya'daki tesislerden sadece 3 dakika uzaktaydı. antrenör ve eş olarak sürdürülecek "ikili hayat" için ideal bir konum...
naima sokak, çetin sitesi'ndeki apartmanda, çocuklar, köpekler, kediler, papağanlar, kuşlar ve 8 değişik dil konuşan 11 değişik milletten insan arasında her gün heyecan verici şeyler yaşamak mümkündü.
daha sabahın erken saatlerinde kapıcımız ali, ki bu mesleğin en iyilerinden biriydi, kapımızı çalardı. ne istediğimizi bakışlarımızdan okumaya çabalar, ne zaman bavullar, çantalar ve paketlerle yüklü bir şekilde havaalanından ya da şehirden gelsek, hemen orada belirirdi. insanın içinden geçenleri okuyan, cin gibi bir çocuktu. çevresindekileri ve ev sakinlerini tanımak ve hangilerine değer vereceğine, hangilerini ise sadece sıradan apartman sakini olarak göreceğine karar vermek için ille de psikoloji eğitimi almış olması gerekmeyen biriydi.
evin merdivenlerinde son derece ilginç konuşmaların cereyan ettiği anlar unutulur gibi değildi. türkçe her zaman işin içinde olurdu. fakat türkçe, fransızca, ingilizce, japonca, almanca, arapça karışımı bir şey ve diğer yabancı diller de sık sık duyulurdu. kapılar kapandığı zaman ali o tarzancasıyla tek başına kalır, bir iki küçük arıza dışında, her zaman istenilenleri eksiksiz getirmeyi başarırdı.
o apartmanda muhteşem bir hayat yaşıyorduk. aradan 6 yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün hâlâ geçerliliğini koruyan dostluklar gelişmişti orada. noellerde ve diğer bayramlarda postacı dünyanın dört bir tarafından hâlâ mektuplar ve iyi dilek mesajları getirir.
en mükemmel kutlamaları orada yaşamıştık. bayanlar sipariş üzerine yemekler pişiriyor, bize sevimli sürprizler hazırlıyorlardı. rakı, şarap, bira ve tabiî ki neşemiz hiçbir zaman eksik olmazdı. kâh eski, kâh yeni melodilerin eşliğinde tempo tutarak dönüp dansedebilmemiz için halılar yuvarlanarak kaldırılırdı.
galatasaray'ın şampiyon olduğu günlerde hepsinin içinin nasıl da mutluluk, sevinç ve huzur dolduğunu düşündükçe yüreğim ısınır, karşılaştığımız şefkat, dostluk ve bağlılığı hatırladıkça içim içime sığmaz.
o günleri hiçbir zaman unutamayacağım ve gerçek bir "yeşil köy" olan yeşilköy'deki çetin sitesi'nde eşim elisabeth ile birlikte geçirme şansına eriştiğimiz pek çok güzel saat için o insanların hepsine müteşekkirim...