türkiye’de sporun gerçek anlamının ne olduğunu bilen bir kenti, nihayet keşfettim. malatya...
inanılmaz bir şeydi bu kısacık gezimiz.' hâlâ inanamıyoruz ya!.. seyahatimizi başından sonuna galatasaray kafilesi ile birlikte yaptık. aynı otelde kaldık. aynı yerde yemek yedik. deyim yerindeyse tam ateşin göbeğindeydik. daha önceleri başka kentlere de gittiğimizden, hele hele yıllarca, ankara ve istanbul’da yaşadığımızdan bu başka kentleri çok yakından biliriz.
malatya bir başka âlem... buranın insanları, sizi kentlerini işgale gelmiş düşmanlar değil, konukları olarak karşılıyor ve öyle ağırlıyorlar. sporun, sizin oraya gelmenizi sağlayan bir vesile olduğunun bilincindeler. bu yüzden spora kara çalacak en küçük eylemden kaçmıyorlar.
gece saat yarım falan... galatasaray antrenörü mustafa denizli ve doğan koloğlu ile malatya sokaklarında dolaşıyoruz. otelde pencere önüne oturmaktan korktuğumuz kentler bilirken, böylesine özgür dolaşmak ne güzel şey.
sonra bir ara, takip edilmeye başladığımızı hissettim. peşimizdeki delikanlıların sayısı bir hayli arttı. şöyle bir on, on beş metreden izliyorlar. durduk... bizi geçip, gene on on beş metre ötede durdular. biz geri yürümeye başladık. onlar da peşimizden gelmeye başladılar. bunca yıllık deneyimlerimiz, çıngarın yakın olduğunu fısıldamaya başladı. yapacak bir şey yok... gene durduk. grup nihayet yanımıza geldi... içlerinden biri, çekingen, mahçup bir sesle mustafa’ya, «siz mustafa denizli değil misiniz?» diye sordu. «galatasaray antrenörü mustafa denizli.»
soruyu soran elini uzattı: «hoş geldiniz efendim» dedi. «hoş geldiniz. nasılsınız?.. bir emriniz var mı?..» sonra o koca gruptaki herkes birer birer üçümüzün de elini sıkıp aynı şeyi tekrar ettiler. «hoş geldiniz,.. nasılsınız? bir emriniz var mı?» ve de başarılar dilediler. otele dönene kadar yolumuz hep malatyalılarca kesildi... mustafa bir kahraman olmuştu sanki...
galatasaray kaldığı sürece, otelin önü, o eski güzel günlerdeki gibi konuk şöhretleri görmek, onlarla konuşmak, imza, fotoğraf almak için bekleşen gençlerle dolup boşaldı. bir tek ters olay, bir tek ters kelime duymadık.
sonuncu sınav maçta yerildi. istanbul’dan üç yüz, beş yüz galatasaraylı gelmiş, takımlarını teşçiye. maç boyu rahat rahat bağırdı, çağırdılar. golü atıp öne geçtiler, kıyameti kopardılar. en küçük bir tepki gelmedi malatya seyircisinden, onlara karşı... maç bitti, iki tarafın seyircisi de, takımlar gibi sarmaş dolaş ayrıldı stattan.
istanbul’daki malatya maçından sonra, malatya tribününe doğru gözü dönmüş şekilde koşan, istanbul seyircisi gözümün önüne geldi bir an. bu ülkeye futbolu öğreten kentin seyircisi ile bu mütevazı malatya insanını mukayese ettim.
coşku doldu içim. sevinç doldu. umut doldu. bugün bir malatya varsa, yarın 67 malatya niçin olmasın ki?
pazartesi sabahı daktilomun başına oturdum. keyifle bu yazıyı yazdım. sonra gazeteleri okudum, kocaeli'nde ikinci bir heysel faciası yaşanmasına ramak kalmış, kayseri-rize maçının sonrası geçmişin acı, kayseri - sivas maçına dönüşmekten son anda, polislerin insanüstü gayreti ile kurtulmuştu.
malatya'daki büyüklüğü, malatya'daki sportmenliği. malatya'daki spor ve konuk sevgisinin yüceliğini daha da iyi anladım böylece...
teşekkürler malatya...
binlerce teşekkürler...
spor sizlerle çok güzel... siz sporla çok daha güzelsiniz... sağ olun... var olun...