galatasaray -malatyaspor maçında topun oyunda kaldığı süreyi, hürriyet gazetesinde okuduk. 64 dakika... yanlış okumadınız... topu topu altmış dört dakika oynanabilmiş. matematik hesapla, maçın üçte biri, oynanmamış.
futbol, hele hele profesyonel futbol nedir? seyir sporu... seyirci, adı üstünde maça seyretmek için gelir. hem cebinden dünyanın parasını harcar, hem zamanından verir, hem de büyük bir fiziksel yorgunluğa, zahmete katlanır. karşılığında, kendisine vaat edilen 90 dakikalık futboldur. bu 90 dakikayı 64 dakikaya indirdiniz mi, aradaki farkı, vatandaştan çalmışsınız demektir. 90 dakikalık bir filmin üçte birini makaslayıp kalanı makineye takmakla, maçın üçte birini yok etmenin anlam olarak bir farkı yoktur.
bir takım, hele deplasmanda oynuyorsa, üstelik bir de karşısında şampiyon adayı rakibi varsa ve kendisi kümede kalabilmek için puana muhtaçsa, bir puan için sahaya çıkabilir. ama bir puanı almak için de yapılması gereken, topu 90 dakika oyunda tutarak mücadele etmektir. zayıfın kuvvetliye yenilmeme mücadelesi de, sporda geçerli ve seyri zaman zaman zevkli bir olaydır. koşul, oyun kuralları ve süresi içinde kalmaktır. iyi futbolcuları tekme ile saf dışı edip, maçın süresini de çaldınız mı, o zaman ortada seyredecek pek az şey kalır. seyirci denen vatandaş da, parasını, zamanını ve keyfini sokağa atan bir geri zekâlı olmadığı için, giderek o sporu seyretmez, çok merak ediyorsa, akşam maçın sonucunu ve gollerini televizyonda izler hale gelir. bu da ülkede profesyonel futbolun sonu olur.
futbol takımlarının «puan için her şey meşru, her şey mübah» düşüncesinden bir gün içinde vazgeçmelerini beklemenin safdillilik olduğunu biliyoruz. hele hele bu kulüplerin ancak günlük sonuçlar sayesinde görevde kalabilen teknik direktörler, hatta başkan ve yöneticilerce yönetildiklerini bilince, bunu ümit etmiyoruz da... ama şunu da gayet iyi biliyoruz... bu ülkede futbolun kaderi, gününü gün etmenin ötesinde bir şey düşünmeyenlere emanet edilemez.
testi kırılmadan önlemi almak, bir yanda teşkilata, öte yanda hakemlere düşüyor. kemal ulusu federasyonu galibiyetlere bir puanlık prim tanıyarak en geçerli olabilecek önlemi almışken, vehbi dinçerler adlı sporun «s» sinden habersiz oy kovalayıcısı bir politikacı tarafından durduruldu. şimdi onun emir kulları -tarafından yönetilen teşkilatın bugün için geçerli bir önlem alması da söz konusu olamaz. o zaman, maça gelen binlerce kişinin hakkını korumak, hakemlere düşüyor. galatasaray - lodz maçını yöneten ingiliz robinson, galatasaray - malatyaspor maçında görevli olsa, bu maçı, 6 değil, belki de 15 dakika uzatırdı. hakemlerimiz, ellerini seyircinin parasına, zamanına ve keyfine uzatanları en ağır şekilde cezalandırmak.
bu arada, en büyük görevin basına düştüğünü de belirtelim. babıâli çirkinliğe prim vermekten vazgeçmeli. biz bu maçın 64 dakika oynandığını kronometre ile tespit ederek önemli bir gazetecilik yapan hürriyetin, sadece sonucu yazmakla kalmayıp, değerlendirmesini de yapmasını9 beklerdik. açın gazeteleri bakın. stada gelen tam 40 bin kişiden maçın üçte birini çalanlar hakkında, amaçları tek puan aldıkları için övücü satırlar bulacaksınız. türk spor basını, puana ya da skora değil, spora, spor ruhuna, spor esprisine sahip çıkma bilincinde olmalı, «vay, malatya’da üç gazete eksik satarım sonra» hesaplarına girmemelidir. kaldı ki, malatya’nın yanlışını alkışlamak, malatya’ya hizmet de değildir. kötüyü teşvik, onun batağa düşmesine yardım, yangına körükle gitmektir.
spor anlayışı dışına çıkmış futbol, giderek futbol seyircisini, dolayısı ile futbol okuyucusunu da azaltacaktır. bu tür futbolda ısrar etmek ve bu tür futbola karşı çıkmalmak, kulüpler için de, basın için de, binilen dalı kesmekten başka şey değildir.
not: yazı boyu malatya deyişimiz yanlış anlaşılmasın. altay’dan, ya da kayseri’den korkup aynı topu oynayan galatasaray için de farklı düşünmüyoruz. malatya deyişimiz, en canlı, en yakın ve en belgelenmiş örnek olmasından kaynaklanıyor.