19. deplasmanım ve gördüğüm 21. stad: hüseyin avni aker
hüseyin avni aker stadyumu'nun ankara 19 mayıs stadyumu'na uzaklığı: 736 km.
çok uzun zamandır, (nedenini bilmesem de) denizli, gaziantep ve trabzon'a deplasman yapmayı çok istiyorum. son 3-4 yıldır abreg'in de kışkırtmalarıyla birlikte her sezon öncesi trabzon deplasmanını "bu sezon gidilecek deplasmanlar" listesine alıyor ama çeşitli sebeplerle hep bir sonraki yıla erteliyordum. ama bu sezon oldukça kararlıydım. hele bir de maç günü cumartesi açıklanınca hemen cengiz abiyi arayıp, "gidiyor muyuz abi?" diye sordum. o da "hay hay" deyince en uzak deplasman rekorumu kırmak için gün saymaya başladım.
maçtan birkaç gün önce gencler.org'a oğuzhan sarıkaya adında 21 yaşında, trabzon'da okuyan bir öğrenci üye oldu. "yeni" gençlerbirliği taraftarı olmuştu ve kırmızı-siyahlıların ürünleri aradığını yazmıştı. hemen irtibata geçip trabzon'a geleceğimizi, hem tanışmak hem de yanımda getireceğim atkıyı hediye etmekten mutluluk duyacağımı söylediğimde o da çok sevineceğini söyledi.
ilk planımız cengiz abi ve selma abla ile birlikte deplasman yapmaktı. ama perşembe günü abreg arayıp, alkaralar.org'a selma ablanın gelemeyeceğini yazdığını söyleyip kısa süreli bir kaos ortamı yarattı. eğer 2 kişiye düştüysek plan iptal olabilirdi ve ben hızlıca bilet bakmalıydım. cengiz abiyi aradım. "bir sorun yok. onur vurur, sen ve ben gidiyoruz" dedi. derin bir oh çektim.
cengiz abi ve onur, cuma günü iş çıkışı incek'ten beni aldılar ve ilk durak samsun'a doğru yola çıktık. oldukça rahat ve bol muhabbetli bir yolculuğun ardında 23.30 civarlarında, abreg bizi samsun girişinde karşıladı. son iki yılda, ikisi deplasman (samsunspor ve orduspor) ve ikisi de gezmek için (doğu karadeniz ve sinop) olmak üzere 5. kez samsun'a gelmiştim. abreg'de kalacağım için cengiz abilerden ayrılıp, önce sahile gidip kokoreç yedik, laklak ettik. ardından da eve gidip dinlenmeye başladım.
cumartesi abreg ile güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra samsun'da ilk kez toplu taşıma araçlarını kullanarak cengiz abilerle buluşmak için gar'a gittim. beni aldılar ve biraz da trabzon'da dolaşmak için saat 11.30 civarında yola koyulduk.
çarşamba, terme derken git gide yeşillenen ve sıklaşan ormanları gördükçe aklıma doğu karadeniz gezisi ve orduspor deplasmanı geliyordu.
yemek molası için akçaabat’ta köfte düşünüyorduk ama onur, yemek düşkünü eniştesi ile yaptığı bir telefon görüşmesi sonrası espiye'de pide yemeye karar verdik. park pide'ye gidip karışık pidelerimizi söyledikten sonra deniz kenarında biraz dolaştık. durduğumuz kıyıdaki sandal barınakları çok enteresan ve güzeldi.
doğu karadeniz turu sırasında durduğumuz birçok yerde pide yemiştim ama espiye pidesi hem ince hem de uzun formu ile daha önce yediklerimden daha farklıydı. kıyma, kuşbaşı, pastırmalı ve bol bol tereyağlı pide oldukça lezzetli idi. normalde yemek performansı düşük olan onur, pideyi bitirdikten sonra bize dönüp "bitirdiğime göre siz doymamış olmalısınız!" diyordu ama biz doymuştuk ve bu yüksek performansını, onur'un pideyi beğenmesine ya da çok acıkmasına bağladık.
vakfıkebir’de cengiz abinin adaşı ve üniversiteden arkadaşı cengiz abinin bahçesine uğradık. kısa süreli ziyaretimiz sırasında bize “rus limonu” ve greyfurt verdi.
trabzon'a 30 kilometre kala oğuzhan'ı arayıp "nerede bulaşalım" diye sordum. "atatürk meydan'ında" dedi. "tamam" dedik. ama her deplasmanda olduğu gibi aklımızda bir an önce biletlerimizi almak vardı. önce stada uğramaya karar verdik. ama yanlış bir yola sapıp atatürk köşkü tabelasını görüp önceliğimizi değiştirdik. bu arada abreg arayıp trabzon'a 20-25 dakika sonra geleceğini söyledi. daha bilet almadığımızı söyledik, "ben gidip alırım" dedi. biz de köşke doğru tırmanmaya başladık.
trabzon’da daha önce sadece ayasofya ve atatürk meydanı’na gitmiştim. köşke doğru giderken ise daha önce gördüğüm karadeniz şehirlerine göre en çok ve sık betonlaşmanın trabzon’da olduğuna karar verdim.
eskiden osmanlı vatandaşı olan bir rum’a ait yazlıktan müzeye dönüştürülen köşkün çok güzel bir yapısı vardı. tüm odaları aynısı gibi saklanan köşkteki eşyalara bakarken insanı doğrudan 1930’lara gidiyordu. köşkün oldukça yüksekte bulunmasına rağmen sadece 2 yerden ki, o da hafifçe denizi görebilmemiz ilginç bir ayrıntıydı.
gezinin ardından abreg’le konuşup stada gitmeye karar verdik. biletleri almış deplasman girişinde bizi bekliyordu. stada yaklaşırken bir polis arabasının yanında durup, “arabayı nereye..” diye başladığımız cümle bitmeden polis, “beni takip edin” dedi ve sürmeye başladı. stadın yanına geldiğimizde ise, “okulun bahçesine park edin” dedi. cengiz abi, “plakadan dolayı falan sorun olmaz değil mi?” diye sorunca, polis, “tüm emniyet güçleri oraya park ediyor. başka bir şey söylemek istemiyorum!” dedi. arabayı gülerek toma’nın yanına park ettikten sonra cengiz abiye lens solüsyonu bulmak için eczane aramaya başladık. abreg’in yönlendirmesi ile deplasman tribününe yakın bir yerde bulduğumuz bir gözlükçüden solüsyonu alırken alkaralar pankartını arabada unuttuğumuz fark edip geri döndük.
maraton tribününün yanındaki sentetik çim sahanın tellerinde birçok anadolu takımının yanında gençlerbirliği’nin de atkısını görünce çok şaşırdık. yanılmıyorsam bundan önceki hiçbir deplasmanda böyle bir şey görmemiştim. çünkü çoğu şehirde sadece kendi takımlarının atkısı satılıyordu. sadece ankara 19 mayıs’ın rüzgarlı girişindeki atkıcı amcada bu kadar çok çeşit farklı takım atkısı görmüştüm.
deplasman tribününe kestirmeden geçmek için maraton girişindeki polislerle konuştuk. önce şaşırdılar ama sonra “bu seferlik olsun bakalım” dediler ve arama sonrası girmemize izin verdiler. maratonun etrafından dolaşırken, duvarlardaki trabzonspor’un şampiyon olmuş takımlarının fotoğraflarını görünce aklıma eskişehir atatürk’ün kapalı dış duvarlarındaki eskişehirspor’un simge isimlerinin fotoğraflarını getirdi.
abregle buluşup 2 tane aramadan sonra, en uzak deplasman rekorumu 733 kilometreye çıkartarak hüseyin avni aker’in deplasman tribününe girdim. maraton tribününün sağında bulunan yerimizden saha (birçok deplasman tribününe göre) oldukça güzel bir açıdan görünüyordu. 5. kez trabzon deplasmanı yapan abreg’in söylediğine göre, daha önceki deplasman tribününde hem görüşü engelleyen file vardı, hem de kapasite 24 bin kişiye çıkartılmadan önceki koşu parkuru nedeniyle daha uzaktan maç izleniyordu. kısacası şanslıydık…
oğuzhan ve 2 arkadaşının da gelmesi ile birlikte tribünde 25 kişi olmuştuk. orada tanıştığımız en enteresan taraftarlardan biri, doğma büyüme trabzonlu olan ve ankara ile neredeyse hiçbir alakası olmadığı halde, “gençlerbirliği’ni, ankara’yı sevdiğimden ve renklerinden dolayı tutuyorum” diyen arkadaştı…
tribünün önündeki cam korkuluklarda, tıpkı bir önceki deplasmanım olan türk telekom arena’da gördüğüm gibi cska moskova, ınter milan gibi yabancı taraftar gruplarının stikerları vardı. bir süre onları inceledikten sonra yerime geçtim.
ante, curri ve serkan’ın sakatlık veya cezalı oldukları için özellikle defans kurmakta zorluk çeken fuat çapa, sağ bekte ilk kez kerim zengin ve tandemde aykut ile birlikte bir önceki hafta fenerbahçe maçında güzel bir oyun ortaya koyan 19 yaşındaki ahmet’e şans vermişti. geçen hafta egemen tarafından elmacık kemiği kırılan tomic’in yerine ise sağ kanatta hurşut vardı.
maça trabzonspor oldukça istekli ve arzulu başladı. özellikle kerim-hurşut’un bulunduğu sağ kanatımızdan geliyorlardı. ve genelde hızlı kontratak yapıyorlardı. bordo-mavililer hem tosic’in çıkışlarını engellemek için önlem almışlar hem de vleminckx’i adam markajı ile tutuyorlardı. bu yüzden genelde hurşut ile sağ kanattan atak yapmaya çalışıyorduk. ama hurşut’un ters ayak ile yaptığı yumuşak ortalar uzun trabzon defansı tarafından çok kolay savuşturuluyordu. 34’de yine sağ kanatımızdan gelişen bir kontra atakta yapılan düşük ortaya halil’in eğilerek attığı kafa vuruşu ile 1-0 yenik duruma düşüyorduk. sonrasında sadece sağ kanattan geliştirdiğimiz bir atakta, vleminckx’e havadan gelen topa yaptığı şık volenin kaleci onur tarafından kurtarılışını izleyip heyecanlanıyorduk. ilk yarı 1-0 trabzonspor üstünlüğü ile sona erdi.
ikinci yarının başında yine trabzonspor baskılı ve istekli başladı. ama kısa bir süre sonra bu baskı kırıldı ve bu sefer biz topu tutmaya ve gol aramaya başladık. ama hurşut ve azo’nun uzaktan şutları ile derine atılan bir pasta kendisini tutan oyuncu ile boğuşan zec’in ondan sıyrılarak kaleci ile karşı karşıya kaldığında, hakemin ucuz bir kararla faul vererek durdurduğu pozisyon dışında tehlike yaratamıyorduk.
bu arada maçın ikinci yarısından itibaren trabzonspor seyircisinin ardı arkası gelmez bir şekilde, temmuz 2011’deki şike süreci ile ilgili olarak fenerbahçe, federasyon ve aziz yıldırım’a yönelik bol küfürlü tezahüratları bizim de maçtan kısa süreli kopuşlarımıza sebebiyet veriyordu. çünkü kimse maçla ilgilenmiyordu ve bizim de dikkatimiz dağılıyordu. tam olarak değil belki ama aklıma ali sami yen’de oynanan son lig maçında galatasaray’ı 2-0 yenerken tüm galatasaraylı taraftarların maçı bırakıp büyük bir gürültü ile koltukları söktüğü karşılaşma geldi. çünkü biz de o gün maçı bırakıp ara ara onları izliyorduk…
maçın son anlarında gelişen bir kontratakta olcay adın güzel bir kavis alan şutla skoru 2-0’a getiriyor ve maç da bu sonuçla tamamlanıyordu. maçtan sonra daha önce risp’ten alıştığımız gibi önce vleminckx, ardından da azo tribüne doğru yürüyerek bizleri alkışlıyorlardı. biz de alkışlarla onlara karşılık verdik.
maçtan sonra farozların bulunduğu tribünden bizim tribüne doğru ses verildi ve karşılıklı olarak önce kırmızı-siyah, ardından bordo-mavi çekildi. birçok trabzonlu taraftar uzunca süre atkı değiştirmek istedi. tellerin üstünden atkılarını atıyorlar ardından da atkı bekliyorlardı. birçok kişi atkılarını değiştirdiler ama istek bitmiyordu. tribünden çıkarken, atkı, forma hatta kapşon “değiştirelim mi?” soruları ile muhatap oluyorduk. garipti…
bu enteresan ama güzel anlardan sonra aklıma sadece, “acaba maçı kazansaydık aynı sahneleri yaşar mıydık?” geldi. “bir gün onu da tecrübe ederim inşallah” diye içimden geçirdim…
arabalara atlayıp akçaabat girişindeki köfteci nihat’a gittik. köftelerimizi yiyip muhabbet ederken içeriye yasin, aykut ve 2 takım elbiseli adam girdiler. aykut’a biraz bakış attık ama karşılık alamadık. masamızda, “transfer görüşmesi mi yoksa?” ile “aykut trabzonlu. tanıdıklarıdır” arasında gidip gidip geldik.
saat 23:30 civarlarında yola koyulup saat 3 sularında samsun’a vardık. yolculuk sırasında abreg arabayı sürerken ben uyanık kalmak için kendimi çok fazla kastım. ama bir türlü başaramadım. bir gün sonra abreg yolculuk sırasında konu açtığımı ama cümleleri tamamlayamadan tekrar uykuya daldığımı anlattı çok güldüm…
pazar günü cengiz abinin arkadaşlarının işlettiği “enis’in mutfağı”na bruncha gittik. sadece dönem sebzeleri ve organik ürünlerden yapılan reçel, pide, kuymak, gözleme ve kahvaltılıklardan yedik. bol bol muhabbet ettik ve saat 15 gibi ankara’ya doğru yola koyulduk.
dönüş yolunda, skora rağmen güzel bir deplasman olduğu konusunda hemfikirdik.
dip not: hüseyin avni aker’den önce gördüğüm 20 stadyum sırasıyla şunlar: ankara 19 mayıs, cebeci inönü, mudanya ilçe, beşiktaş inönü, sakarya atatürk, yenikent asaş, bursa atatürk, san siro / giuseppe meazza, santigao bernabeu “maç yoktu. stat turu ile gezdim”, konya atatürk, eskişehir atatürk, 5 ocak, ali sami yen, samsun 19 mayıs, fenerbahçe şükrü saraçoğlu, 19 eylül, istanbul atatürk olimpiyat, recep tayyip erdoğan, kadir has, türk telekom arena.