18. deplasmanım ve gördüğüm 20. stad: türk telekom arena
türk telekom arena stadyumu'nun ankara 19 mayıs stadyumu'na uzaklığı: 449 km.
normalde türk telekom arena’ya geçen yıl gidecektim. ama bir hafta önce tribünde olduğum, 6-1’lik fenerbahçe deplasmanı sonrası içimden gitmek gelmemişti. ama bu sefer, aylar öncesinden “ne olursa olsun gideceğim” diyordum ve galatasaraylı arkadaşım hakan gözkan ile her konuştuğumda geriye doğru sayıyordum.
fakat maç tarihi cuma olarak açıklanınca “eyvah!” dedim. zira iş günüydü! ama ne olursa olsun gaza gelip harekete geçmedikçe deplasman yapılmadığını çok iyi biliyordum. bu yüzden önce seyrantepe’de oturan (evet stadın karşısı!) kuzenim fahriye ile konuştum. ardından da otobüs biletlerimi ayırttırdım. böylece ilk adımı atmıştım. maç günü yaklaşınca şirketten izin de aldım ve iş resmiyete binmiş oldu.
pazartesi günü tanıl abinin de cuma günü istanbul’a gideceğini öğrendim. hemen arayıp nasıl gideceğini ve maça gelip gelmeyeceğini sordum. uçakla gideceğini ve annesini ziyarete gittiği için çok istese de maça gelemeyeceğini söyledi. telefonu kapattıktan sonra biraz da gaza getirmek ve zorlamak için, “18. deplasman ve 19. stadyumuma gidiyorum abi. keşke gelseydiniz.” dedim. yaklaşık 20 dakika sonra, “iş yetiştirmek için saniye kovalıyorum ama beni tahrik ettin. ben de sana gördüğüm stadyumların listesini çıkarttım” diyordu ve gördüğü 23 stadyumu sıralıyordu. tatlı bir rekabetle içimden “yakalamama az kalmış” diye geçiriyordum…
tanıl abinin uçak fikri aklımı çelmişti. “çok pahalıdır ama…” diyerek uçak biletlerine bakmaya başladım. o da ne! cuma günü sabah 8’de 59+4 liraya uçabiliyordum. şaşırmıştım. araştırmaya devam ettim ve kuzen ile yaptığım telefon görüşmesi sonrasında, perşembe 21:15 esenboğa-sabiha gökçen (59+4 lira) ve cumartesi gecesi 23:30 sabiha gökçen-esenboğa (39+4 lira) biletlerini aldım. tüm ayrıntıları ile otobüs gidiş-geliş masraflarımdan sadece 30 lira civarı bir fark olacaktı. hem de perşembe gecesi kuzende kalabilecek ve cumayı maksimum değerlendirebilecektim. ayrıca daha önce, tren, otobüs, araba ve hızlı trenle deplasmana gitmiştim ama ilk kez uçağı kullanacaktım!
çarşamba günü pınar mesaj attı ve “istanbul’a gidiyor musun?” diye sordu. ben de gideceğimi söyledim. maç günü bandırma’da olacağını ve orada lig tv olmadığından, ancak radyodan maçı dinleyebileceğini söyleyip, cümle sonuna somurtan bir surat ekleyerek cevap verdi. o an aklıma yarım yamalak bir maç geldi. pınar yine bandırma’daydı ve maçı radyodan dinlemişti. oldukça efsane bir galibiyet almıştık. “neydi?” diye sordum. 0-2’den 4-2 kazandığımız beşiktaş maçı olduğunu söyledi. inanılmaz bir totem bulmuştum! mesaj atıp, “pınar düşündüğümü sen de düşünüyor musun” dedim. güldü “neden olmasın!” dedi. hemen tanıl abiye bir mail atıp, “abi elimde çok sağlam bir totem var ama doğal olarak maç sonunda bilgi vereceğim!” dedim.
aynı gün macanilari.com üzerinden yaklaşık 2 yıldır tanıdığım ama yüz yüze tanışmadığım galatasaraylı kemalettin albayrak (aka raşit çetiner) abiyi arayıp maça geleceğimi ve tanışmak istediğimi söyledim. çok sevineceğini söyledi.
hafta içi deplasman anılarımı bloga geçirirken 3 yıl önce ali sami yen’de aldığımız galibiyetin fotoğraflarını görmüştüm. üzerimde kırmızı-siyah adidas sweatshirt vardı. ben ise çantamı hazırlarken yanıma almak için onunla alkaralar sweatshirtü arasında gidip geliyordum. sonunda bir başka totemi daha yanıma almaya karar verip adidas da karar kıldım.
perşembe günü kemalettin abi aradı, “mali senin ve kuzeninin biletlerin hazır” dedi. “abi ziyaretçi tribününe aldın değil mi?” diye takıldıktan sonra teşekkür ettim. böylece daha önce tecrübe edindiğim üzere deplasman bileti arama derdinden de kurtulmuştum. her şey çok güzel gidiyordu.
ardından istanbul’a gittiğimde tanışmak istediğim futbol araştırmacısı fethi aytuna abiyi arayıp maça geleceğimi ve tanışmak istediğimi söyledim. o da çok sevineceğini söyledi. böylece tek iş akşam uçağa atlayıp istanbul’a gitmeye kalmıştı.
iş çıkışı gürsel’in ısrarı ve otobüs seferlerinin online takip edilebildiği ego aplikasyonunu test ederek ilk kez belediye otobüsü ile esenboğa’ya geçtim. ardından uçağa bindim ve 40 dakika sonra sabiha gökçen’deydim. havataş’a atladım ve 40 dakikada levent’e ulaştım. her şey inanılmaz güzel ve hızlı ilerlemişti. kızılay-levent arasını 3 saat 50 dakikada kat etmiştim. bundan sonra istanbul’a uçakla ve trafik için “kör saatlerde gitmeye karar verdim. fahriye beni karşıladı bir şeyler atıştırdık ve eve gidip laklak ederek perşembeyi bitirdik.
cuma sabahı kahvaltılık bir şeyler almak için apartmandan çıkıp bir alt sokağa indiğimde, türk telekom arena’yı görecek bir noktadan fotoğraf çektim. bu arada bir üst geçit gördüm. stadın bulunduğu tarafa geçiyordu. “buradan gidiliyor mu ki?” diye düşündüm ama bunu araştırmak için daha zaman vardı. eve döndüm bir şeyler atıştırdım. ardından kemalettin abi ile mecidiyeköy’de buluşmak için haberleştik. evden çıkıp etüt için yürüyerek seyrantepe metro istasyonundan stadyuma geçtim.
daha önce yenilen de yensen de’ye katılmak için istanbul’a gelip fahriye’de kaldığımda tt arena’ya metro durağından nasıl geçileceğini öğrenmiştim. ama sonrası biraz karışıktı. çünkü önce turnikelerden geçip galatasaray bilet gişelerine ulaştım. oradan birine deplasman tribününü sordum ve yönlendirmesiyle birlikte merdivenlerden çıkarak stadyuma paralel olarak otobanın yanından yürümeye başladım. o ana kadar hiçbir yerde deplasman tribününe nasıl gidileceğini gösteren en ufak bir tabelanın olmaması çok kötüydü. ardından uzunca bir yürüyüşün ardından yol beni galatasaray store’un önüne getirdi. kısacası ikinci kez galatasaraylıların arasına girdim. ardından sokak tabelası gibi ufak bir “ziyaretçi” yönlendirmesi görüp onu takip etmeye başladım. bir süre daha gittikten sonra kale arkasındaydım. küçük beyaz bir büfe gördüm. “biletler buradan alınıyor herhalde” diye düşündüm. ardından kimin hangi kapıdan gireceğinin gösterildiği büyük bir tabela gördüm. ziyaretçiler g11-12’den giriyorlardı. ama bir süre sonra gir işin geldiğim yolun altında olduğunu fark ettim. kesinlemek için görevliye sordum o da aynısını söyledi. merdivenlerden inilerek gidilebiliyordu. (sonrasında kemalettin abiden “sakıncalı” maçlarda deplasman taraftarlarının otobanın yanındaki yol üzerinden doğrudan alt kattaki girişe götürüldüğünü öğrenecektim.)
dönüş yolunda birkaç fotoğraf çektirip, metro ile mecidiyeköy’e geçtim ve kemalettin abi ile buluştuk. bir şeyler yiyip oldukça eğlenceli bir sohbet yaptık. o bana eski maçlardan, eski istanbul’dan bahsetti ben de gençlerbirliği’nden ankara’dan. yemek sonrası hem benim hem de kuzenimin biletlerini ısmarladığını söyledi ve tüm ısrarlarıma rağmen “misafirimsiniz!” diyerek ödememi kabul etmedi. bir sonraki maçta kendisini ankara’da ağırlamaktan gurur duyacağımı söyleyerek yanından ayrıldım.
ardından taksim’e geçip aydoğan ile buluştum. bir şeyler yedik, içtik, konuştuk derken saat 17:15 civarlarında, maç günü sıkışık metro trafiğine takılmadan kuzenlere gitmeye karar verdik. oradan yürüyerek maça geçecektik.
kuzende bir şeyler içip muhabbet ettikten ve sabah gördüğüm üstgeçit hakkında fahriye’nin eniştesinden bilgi aldıktan sonra stada doğru yola çıktık. tahmin ettiğim gibi o yoldan çok kolay bir şekilde deplasman tribününe gidiliyordu. fahriye’ye dönüp, “bundan sonra galatasaray deplasmanında üssümüz senin ev olacak!” dedim güldük.
yürümeye devam ederken birkaç gündür olduğu gibi hakan’dan yine aynı mesaj geldi, “şampiyon mu olacaksınız mali? ”.
hakan, 2010-11’de ankara’da 1-0 önde olduğumuz maçın devre arasında trabzonlu burak yılmaz’ın soyunma odamızı basıp futbolcularımıza söylediği ya da 2002-03’de inönü’de 1-1 biten beşiktaş maçından sonra soyunma odasına giden gençlerbirlikli futbolcuların üzerine yürüyüp aynı cümleyi kuran beşiktaş menajeri sinan engin’e gönderme yaparak beni kızdırmaya çalışıyordu. “maçtan sonra göreceğiz kim şampiyon” diye cevap attım…
sabah ki gezide de fark ettiğim gibi girişler alt kattaydı. polis aramasının ardından içeri girip bilet alabiliyordunuz. ardından merdivenlerle bize ayrılan 2. kattaki tribüne ulaştık.
daha maça bir saat vardı ve içeride 50’ye yakın taraftar vardı. istanbul deplasmanında en az 5-10 tanıdık sima göremeye alışan biri olarak hiç kimseyi tanımadığım için şaşırmıştım. bunlardan 20-25 kadarının en altta toplanıp sessiz sakin stadı izlemeleri beni şüphelendirmişti ama pek de fazla üzerinde durmadım. fahriye ile gözüme kestirdiğim bir yere oturduk. ardından en iyi görüş açısını bulmak için dolaşmaya ve fotoğraf çekmeye başladım. tribün “maraton” ile kale arkasında kalıyordu. daha önce gördüklerim içerisinde en büyük deplasman tribünüydü. sola doğru gidildikçe kale arkasına ve sağa doğru gidildikçe maratona yaklaşıyordunuz. önümüzde yaklaşık 3-4 metrelik cam bir koruma vardı. onun üstünde de fileler. filelere artık alışmıştım ama cam korkuluklar tribünün en üstüne bile çıksanız bir şekilde stadın tamamını görmenizi engelliyordu. araştırmaların ardından maratona daha yakın bir açıya yerleştik.
türk telekom arena stadyumu’nun tribünleri oldukça güzel ve profesyonel görünüyordu. stada arkamı dönüp birkaç fotoğraf çekinmek istedim ama arkadaki parlak ışıktan ötürü hep yüzüm karanlık çıkıyordu. “ne yapalım photoshop ile düzenlerim” deyip birkaç foto çekindik. (ama birkaç gün sonra bunun pek de olası olmadığını öğrenecektim!)
maçtan önce hakan aradı. tribüne girmişlerdi. arada cam korkuluklar olsa da yanlarına kadar gittim, telefonla konuştuk. arada duran görevi de şaşırmış bize bakıyordu. hakan, “maçtan sonra da buraya gel mali!” dedi. sonra da, “ama kazanırsanız gelme!” dedi. güldük.
yerime döndüğümde bu sefer de kemalettin abi arıyordu. elindeki atkıyı sallayıp yerini belli ediyordu. ben de aynı şekilde yerimi gösterdim. başarılar diledi. teşekkür ettim.
takımlar sahaya çıkıp ısınmaya başladıklarında tribünlerden uğultu ve alkışlar yükselmeye başladı. bu arada kasımpaşa maçından tanıdığım onur ağca’yı görüp selam verdim. 2 tane galatasaraylı arkadaşı ile yanımıza oturdular.
bir ara tuvalete gittim. aynada bir stiker görüp şaşırdım. odaklandığımda bunun schalke 04 taraftar gruplarından birine ait olduğunu fark ettim. daha dikkatli bir şekilde duvarları incelemeye başladım. bir sürü farklı stiker vardı. hemen fotoğraflarını çektim. bunun bir “deplasman ritüeli“ olduğunu düşündüm. çok hoşuma gitmişti. yerime dönerken kubilay ve onur abilerin de geldiğini görüp selam verdim muhabbet ettik.
ve ardından maç başladı. sakat olan hurşut’un yerine tomic, cezalı olan cem can’ın yerine de serkan kurtuluş sahadaydı. maçın ilk dakikalarından itibaren, birkaç hafta önce oynanan schalke 04 maçı ile gündeme gelen “kötü zemin problemiyle” yüzleşiyorduk. futbolcuların dripling yapmak isterlerken yere doğru kapaklanmaları çok enteresandı. ayrıca bazı bölgelerde topu zor kontrol ediyorlardı. “yuh!” dedim.
ilk yarıda galatasaray çok baskılı bir oyun sergiledi. biz ise biraz daha geriye yaslanarak rakibi karşılıyor ve kontra deniyorduk. sadece vleminckx ilerideydi. sarı-kırmızılılar genelde sol kanatımızdan geliyorlardı. eboue’nin çıkışları ile tehlikeli olmaya başladılar. 3’de hamit’in dışarı attığı top ve 12’de yine hamit’in direkte patlayan topları ardından “eyvah!” diyorduk. ardından sneijder’ın şutunu ramazan’ın nefis kurtarışını alkışlıyor, burak’ın son dakika içinde yerden gelen bomboş topu ıskalaması üzerine oh çekiyorduk. devre bitmek üzereyken adem’in de tribüne geldiğini fark ettim.
devre arasında bol bol maçı konuştuk. durum pek de parlak değildi ama bir yandan da galatasaray deplasmanındaydık ve baskı normaldi. ama biraz açılmamız ve baskıyı kırmamız gerekiyordu. fahriye yiyecek bir şeyler almak için aşağıya gitti. ben ise tribünü izliyordum. 100’e yakın insan vardı. üzerinde atkılar ve formalar olan bir sürü gençlerli vardı ve hepsi muhtemelen istanbul’dandı. fahriye’nin yanına gittiğimde maçtan önce kenarda oturan 10 kadar kişinin galatasaraylı olduğunu öğrendim. çünkü yan tribüne geçmek için görevlilerin kafalarını ütülüyorlardı. ankara’da da buna benzer olaylara şahit olmuştuk ama burada güzel olan galatasaraylıların oldukça efendice maçı izlemeleri idi.
bu arada fahriye, büfede 2 kişinin görevli olduğunu ve garip bir şekilde büfenin iki tribüne de baktığını söyledi. ilk kez böyle bir şey duymuştum. ilginçti! ama asıl trajikomik olan 2 çalışanın da sadece galatasaraylılara hizmet etmesiydi. fahriye bir süre bekledikten sonra kafasını içeri uzatıp “açlıktan öleceğim ya! biriniz bakın şuraya. yiyecek bir şey alacağım” diye bağırdığını ve bunun üzerine adamlardan birinin gelip yardım ettiğini söyledi. daha önce yiyecek/içecek bile bulamadığımız ya da tek kişi çalıştığı için 15 dakika arada sıra gelmediği için elimiz boş yerimize döndüğümüz tribünleri düşünerek, “normal. burası hem türkiye, hem de deplasman tribünü. sonuçta burada olması istenmeyen insanlarız!” dedim…
ikinci yarıya daha istekli başladık. 54’de azo’nun kafası ve selçuk’un kornere çelişi. ardından kornerde özgür’ün nefis kafasını muslera’nın son anda çıkarışı ile gaza geliyor ve “haydi gençler!” diye tezahüratlar yapıyorduk. ardından 56’da yine hamit’in şutu ve yine üst direkle patlamasının ardından bir kere daha oh çekiyorduk. doğrusu ballıydık!
60. dakikada soldan jimmy topla giderken en sağdaki tomic’e nefis bir pas çıkarttı. o da ölçtü biçti ve ortasını yaptı. velminckx nefis bir kafa vuruşu ile topu en uzak köşeye gönderdi. herkes sevinirken ben hakeme bakıyordum. çünkü yerde bir galatasaraylı vardı. ama ardından hakem golü verdi ve çıldırmaya başladık. inanılmaz mutlu olmuştuk! santra yapılırken arkadaşlara dönüp “bitsin artık ya!” diyordum. güldük.
bu arada ben onur’un galatasaraylı arkadaşlarına dönüp, “14 yıldır gençlerbirliği maçı izliyorum. bak dikkat et, istanbul’da 1-0 öndeyiz ama hiçbir futbolcumuz yere yatıp, ah-uh diyerek zaman geçirmeyecek. sadece futbol oynamaya çalışacaklar!” dedim. şaşkınlıkla “hadi ya!” dedi. (maçtan sonra uzun uzun bu olayı konuşacaktık ve hem şaşırdığını hem de taktir ettiğini söyleyecekti.)
dakikalar 70 olduğunda pek alışkın olmadığım bir heyecan yaşıyordum. kalbim güm güm atıyor ve içimden “hadi be kazanalım şu maçı!” diyordum.
ardından galatasaray tehlikeli ataklar geliştirmeye başladı. gole kadar (daha önceki tecrübelerime dayanarak) taktir edeceğim kadar objektif davranan ve gördüğünü çalan hakem, golden sonra maalesef ayarı kaçırmaya başlamıştı. ceza alanı yayında bol bol frikik vermeye başladı. ama hem ramazan’ın son bir yıldır en iyi performansını ortaya koyması hem de iyi bir savunma yapmamız sayesinde sonuç değişmiyordu.
derken, 83. dakikada drogba ile özgür ceza alanı içinde mücadele ederken drogba yere düştü. hakeme baktım, fırsatı kaçırmadı ve penaltıyı verdi. 100 küsur metre uzaktan bile pozisyonun penaltıyla yakından uzaktan ilgisi olmadığı belliydi! bağırdık, çağırdık, sinirlendik ama sonuç değişmeyecekti elbette!
bugüne kadar ne canlı ne de televizyonda penaltı atışı izlemeyen fahriye arkasını dönüp parmaklarını çapraz yapıp “dışarı-direk, dışarı-direk” diye tempo tutmaya başladı. ben ise içimden, “şu penaltı kaçsın, maç efsane olsun!” diye geçiriyordum. ama bir yandan da vuruşu drogba’nın kullanacağı için umudum oldukça düşüktü. drogba gerildi, düdük çaldı, vurdu ve topu dışarı gönderdi. ne mutluluk!!!!
önce kim olduğunu göremesem de sonrasında pozisyonu izlediğimde gördüğüm gibi vuruştan sonra drogba’nın penaltı noktasına tekme atması ve çim-çamur karışımının havaya fırlaması 100 küsür metre uzaktan bile net bir şekilde görülüyordu!
işte o andan sonra galatasaray seyircisi hakemle uğraşmayı bıraktı. bir nevi, “penaltı da verildi, daha ne yapacak” gibi bir durum söz konusuydu. bir de duran top öncesi gökhan zan’ın dirsek hamlesi ve kırmızı kartla oyundan atılışı, kazandığımızın göstergesiydi. bitiş düdüğü ile birlikte çılgına döndük. tezahüratlar, fotoğraflar, geyikler çok eğlendik çok!
maçın bitiş düdüğü ile önce tanıl abiden bir mesaj geldi: “uğurun neyse… tuttu!” ardından da pınar’dan, “kulüp bundan sonra para toplayıp maçlardan önce beni bandırma’ya gönderecekmiş :)” “bence de göndermeli valla” diye cevap verdim. sonrasında yine macanilari.com'dan tanıdığım ve tribünde olan galatasaraylı tugay koç (aka turgay şeren) mesaj atıp tebrik etti. ben de teşekkür ettim...
bu arada maç boyunca tribünde 2-3 güvenlik görevlisi dışında hiçbir polisin olmaması çok enteresan bir deneyimdi. bu bilinçli bir şey miydi yoksa şans eseri mi bilinmez ama bilinçli ise oldukça güzeldi.
maçtan sonra yaklaşık 30 dakika bekletildik. bu arada koltuklarda ve arkasındaki demir korkuluklarda (görüş açısını korumak için üst katlara çıkıldıkça açı dikleşiyor. bu yüzden koltuk arkalarında uzun demir korkuluklar var) schalke 04’ün stikerlarını görüp hatıra olsun diye birkaçını söktük. ama onur ile heyecanımız görülmeye değerdi. “aha bir tane daha buldum! bu daha güzel!!”
bu arada hakan arayıp, “şampiyon mu olacaksınız da bizi yendiniz!” diye bağırıyordu. ben de, “3 puan daha yaklaştık oğlum” dedim. güldü.
maçtan sonra fahriye’yle metroya bindik ve taksim’de bizi bekleyen hakan ile aydoğan’ın yanına gittik. hakan, 4:40’a kadar sürecek olan muhabbetimiz boyunca oldukça ilginç kurgu hikayeler anlatarak galibiyetimizi konuşturmamaya çalıştı. ben ara ara damarına bastım, aydoğan arada ayar verdi. derken oldukça güzel bir gece yaşadık. son gittiğimiz yerde bilmem kaçıncı kez hakan’a kinayeli bir şekilde, “oğlum futbol ya, takma bu kadar, oluyor işte!” sözlerim üzerine, “oğlum bad religion müzik yapmaya devam ettiği sürece hiçbir şeyi kafaya takmam!” diye cevap veriyordu. bu da gecenin sonuna işaretti zaten…
sonraki gün futbol araştırmacılarından fethi abiyle levent’te buluştuk. bol bol futbol muhabbeti yaptık. ben gençlerbirliğini, anadoluyu ve elimden geldiğince yaptığım araştırmalarımdan bahsettim o da, kıyıda köşede kalmış futbolcularla yaptığı eşsiz röportajlardan ve futbol araştırmalarından.
gece 23:30 uçağı için sabiha gökçen’e giderken son bir kez kemalettin abiyi aradım ve her şey için teşekkür ettim. bana, “mali, inan yenildiğimize hiç üzülmedim. sonuçta maç bitince dönüp sizin tribünü izledim. eğleniyordunuz, fotoğraflar çekiyordunuz. sizin sevindiğiniz için ben de mutlu oldum.” demesine çok sevindim. futbolun dostluklar yaradan ve pekiştiren özelliğine çok güzel bir örnek vermişti kemalettin abi…
tıpkı ordu’da hiç tanımadığımız bir ordusporlunun bizim tribünde yiyecek olmadığı için tellere gelip, “bir şey ister misiniz?” diye sorup ardından ayran+simit ısmarlaması gibi. samsun’da “hoş geldiniz” diye bizi karşılayıp futbol konuşan samsunsporlu taraftarlar gibi. konya’da maç sonrası gelip bizle atkı forma değiştiren ve konyaspor’un durumunu anlatan konyasporlu taraftarlar gibi….
dip not: bu maç aynı zamanda benim 3. galatasaray deplasmanım. bu maçlardaki galibiyet oranımın %66,67 olması da ayrıca sevinç kaynağım!
dip not: türk telekom arena’dan önce gördüğüm 19 stadyum sırasıyla şunlar: ankara 19 mayıs, cebeci inönü, mudanya ilçe, beşiktaş inönü, sakarya atatürk, yenikent asaş, bursa atatürk, san siro / giuseppe meazza, santigao bernabeu “maç yoktu. stat turu ile gezdim”, konya atatürk, eskişehir atatürk, 5 ocak, ali sami yen, samsun 19 mayıs, fenerbahçe şükrü saraçoğlu, 19 eylül, istanbul atatürk olimpiyat, recep tayyip erdoğan, kadir has.