maçtan önceki akşam almanya’dan beklediğim kargo geldi. içerisinde deniz naki’nin 2011-12 sezonunda giydiği kırmızı-kahverengi çubuklu st. pauli forması ( http://formalarim.blogspo...niz-naki-23-st-pauli.html) vardı. sevindirik oldum.
maç sabahı ömer abimin telefonu ile uyandım. yiğenim alperen ile annemlere kahvaltıya gidiyorlardı ve beni de geçerken alabileceklerini söylediler. eklendim ve kahvaltıya gittik.
güzel bir kahvaltının ardından abim ve oğlu ile dolaşarak bana gitmeye karar verdik. boyunlarımızdaki gençlerbirliği atkıları ile önce esat’tan tunalı’ya, oradan da seğmenlere gittik. bir süre parkta oturup çene çalarken ömer abim, arabadan dolayı uzun yıllardır bu kadar yürümediğini anlatıyordu. bir süre dinlendikten sonra evime doğru yol aldık. bir şeyler izledik yemek yedik, üzerime st. pauli formasını giydim ve saat 17’de kuğuluya doğru yola çıktık. kısa bir süre sonra havanın oldukça soğuduğuna şahit oluyorduk.
10 dakika sonra kuğuluda bizi bekleyen pınar’ı “buz kalıbına dönmüş” olarak bulduk. taksiye atladık, kızılay’da trafk olduğuna ilk kez sevindik çünkü içimiz ısınıyordu!
stadın rüzgarlı girişine geldiğimizde sat 17:40 idi ve ali amcam, bülent gürsoy ve tanıl bora ile randevulaştığımız saate 20 dakika vardı. pınar ve cengiz abi ile biraz laklak ettik ve akabinde önce 2 yıldır maçlara gelmeyen ankaragüçlü ali amcam ve tanıl abi ile buluştuk. bu arada, 3-4 yıldır gençlerbirliği maçına gitme planı yaptığımız eskişehirsporlu arkadaşım bülent gürsoy aradı ve “benim yolum uzun siz girin ben sizi içeride bulurum” diyordu.
stada girdiğimizde maratondan beşiktaş kale arkasına açılan kapıda beşiktaşlılar birikmiş, polisten bir kıyak daha bekliyorlardı. sinir bozucu anlarımız da başlıyordu: ankara emniyet bir kere daha provakatör taraftarları korudu! (lütfen okuyun: http://macanilari.com/get...d=201220131604&aid=128010)
Maçtan önce kadroda zec’i göremeyince şaşırmıştı. ama içimden bir his bu maçı kazabileceğimizi söylüyordu. son haftalarda yaşanan puan kayıpları ve türkiye kupasından elenmenin ardından “bu maçı da kaybederse gönderilir” denilen fuat çapa bilindik bir kadroyu sahaya sürüyordu. maçın başından itibaren sergilenen arzulu oyun bir anda iştahımızı kabarttı. birkaç net pozisyon kaçırdıktan sonra 19. dakikada kullanılan serbest vuruştan önce “ante!” dedim. şans bu ya! top herkesi geçip ante’nin dokunuşu ile filelere gittiğinde herkes “goool” diye bağırırken ben “söylemiştim! söylemiştim!” diye bağırıyordum!
ardından beklenildiği üzere hakemden ince ayarlar gelmeye başladı. ufak ufak olmayan fauller şunlar bunlar derken 35’de olcay’ın şutunun yerdeki gençlerbirlikliye çarpması ve ramazanın kontrpiyede kalması ile skora denge geldi.
devre arasında bülent ile bol bol hakemleri, gençlerbirliği tribününe giren ve polisin arkasına saklanarak “bize sallayan” (bugün) beşiktaşlıları (ama gs ve fblilerinde aynısını yaptığını), eskişehirspor’u konuştuk.
bülent’in bahsi geçen beşiktaşlılar için tepkisi netti: bizim tribünde (ya da herhangi bir tribünde) olsa şimdiye kan çıkmıştı!
ikinci yarıya bizim takım uyuyarak başladı. beşiktaş arka arkaya inanılmaz pozisyonlar kaçırırken bizler sadece golün geleceği anı bekliyorduk!
sonradan toparlanmaya ve atak yapmaya başladık. karşılıklı pozisyonlarla maç sürdü gitti. 70’lerde yeni bir kana ihtiyacımız olduğu açıkça görülüyordu. fakat fuat çapa oyuna hiçbir şekilde müdahele etmedi. taa ki 86. dakikaya kadar. maçın bitmesine 4 dakika kala yapılan müdahaleye şaşırdık. çünkü 1,5 yıldır bizim takımı çalıştıran çapa’nın ilk kez bu kadar temkinli olduğunu görüyorduk. sanki kafasında, “aman şu maçı kaybetmeyelim de işimizden olmayalım” düşüncesi vardı! oysa bizim bildiğimiz çapa, karşısında bu kadar beceriksiz bir beşiktaş varken sahadan ne olursa olsun galibiyetle ayrılmak için çabalardı!
kısacası maç öncesinde teknik direktörümüz üzerinde kurulan baskı meyvesini vermişti. maç 1-1 bitti.
maçın adamı bana göre çok kritik 3-4 müdahalede bulunan özgür ileri idi. zaten maçtan sonra tüm gençlerbirliği tribünü takımı alkışladıktan sonra tek bir ağızdan “özgür! özgür!” diye tempo tutuyordu!
stadyumdan çıkarken bülent, "iade-i ziyareti eskişehir atatürk'te bir eses maçını beraber izleyerek yapalım" önerisine, "baharda! neden olmasın" diyordum...
ardından erdem'in (aka zeynel soyuer) doğum gününü kutlamak için sakarya'ya geçtik. gecenin ilk saatlerinde hatunlardan yedeğimiz fırçaya kadar tek konu haliyle tribünde yaşanan gerginlik ve maçtı!..