korkma hocam, biz varız 23 eylül 2012 özhan yüksel klasspor
gençlerbirliği ister bu sezonu büyük bir başarı sonucu üst sıralarda bitirsin, ister küme düşme mücadelesi versin -ve hatta küme düşsün- kırılma anı olarak bu maçı hatırlamalıyız. fuat çapa her teknik direktör gibi ve her insan gibi hatalar yapmış olsa da, tribünler onu her açıklamasında bahsettiği ve yerleştirmek istediği zihniyet sonucu çok az gençlerbirliği teknik direktörüne karşı görülmüş bir bağlılıkla sevmişlerdi. fakat dün televizyon ekranına yansıyan kadroyla beraber başlayan ve maç boyu fuat hoca'nın hamleleri sonucu büyüyüp, devasa bir yumak halini alan yanlışların nihayetinde; bu kulüple hayatlarını kesiştirmiş insanlar fuat çapa tarafından aldatılacaktı.
geçtiğimiz sezon sona ererken, gelecek sezon için, büyük ölçüde ermin zec gibi yüksek potansiyelli bir oyuncuyu kulübeden gelecek bir joker olarak kullanmak yerine, oyunun asli unsurlarından biri yapma amacıyla 4-3-3'ün geride bırakılacağı, 4-4-2'nin yeni sistem olacağı duyurulmuştu. bir yol haritası çizilmiş ve buna uygun bir sezon planı belirlenmişti. fuat hoca'dan beklenen de çizdiği bu yol haritası doğrultusunda sonuçlar üzerinden inandığı yoldan sapmaması, tutarlılık göstermesiydi. ancak, fuat hoca arzu edilen sonuçların gelmemesi ve üst üste alınacak iki yenilginin altında kalmak istememesi nedeniyle dik duramadı. daha henüz 5. haftadan sistemini değiştirerek, skor üzerine verdiği değeri kanıtlama yolunda ilk adımını attı. her ne kadar kendi ilkelerinden dönmüş olsa da, 4-3-3 bile bir inanç noksanlığı olarak görülebilir ve bir parça temkinli olma yönünde yorumlanabilir, tolere edilebilirdi. keşke öyle olmuş olsaydı. fakat orta sahanın merkezinde iki defansif oyuncuya yer vermesi, fuat çapa'nın ilerleyen dakikalarda tamamıyla görünür olacak inançsızlığına dair yavaş yavaş ipuçlarını vermeye başladı. ki o noktada bile, cem can'a daha defansif bir görev verilip, petrovic ve azofeifa'nın öndeki ikili olarak kullanılması sonucunda topta hakimiyet sağlanabilirdi. tabii fuat hoca için topa sahip olmanın bir değeri olsaydı.
artık gençlerbirliği'nin deplasman maçlarına topu rakibe teslim ederek, geriye çekilerek başlaması hiç kimseyi şaşırtmıyor. bu maç da öyle başladı, ancak dakikalar ilerledikçe oyunu dengelemesi gereken takım daha da geriye çekiliyor, topu her kullanmaya çalıştığında bilinçsiz birkaç pasın ardından oyunu kurma misyonunda rakibe rol biçiliyordu. bir ara ekrana yansıyan istatistiklerde topa mersin idman yurdu'nun %60'la sahip olduğunu görülmesi durumun da vahametini ortaya koymaktaydı. öyle ki, içinde herhangi bir hakedilmişlik bulunmaması nedeniyle kulusiç'in attığı golde, bir gençlerbirliği golünde içim rahat bir şekilde sevinemedim.
ilk yarıda %60'ı bulan topla oynama oranları, ikinci yarıyla birlikte %70'lere çıktı. eğer sağ üstte ntvspor logosunu, sol üstte de barcelona'nın kısaltmasını görmüyorsanız bu biraz sıradışı olarak nitelendirilir. oyun gençlerbirliği adına topa sahip olunduğunda en fazla üç pas yapılıp geri teslim edildiği, teslim edilir edilmez de geriye yaslanmak şeklinde hayat bulduğu bir doğrultuda seyrederken, maçın ilk dakikalarından beri aksayan sağ kanattan yapılan bir ortanın sonuçlandırdığı atakta da skor üstünlüğü kaybedildi.
bu noktaya kadar gerçekleşmiş her şeyin sorumlusu olan teknik direktöre biçilecek sıfat "kötü"dür. az sonra okuyacaklarınızdan sonraki teknik direktöre biçilecek sıfat ise "korkak"tır.
topa sahip olamaması sonucu oyunda pasif duruma düşen takım gençlerbirliği değilmiş gibi azofeifa'nın yerine özgür'ün girmesi, çok az teknik direktörün sahip olabileceği "üç önliberolu takıma" sahip olma payesini fuat çapa'ya kazandırdı . oyuna sonradan giren jimmy'nin sakatlanarak kenara geldiği anda onun yerini almak için hazırlanan ismin curri olmasıysa, fuat hoca'ya dair beslenen tüm olumlu hissiyatların yerini büyük bir inanç ve saygı kaybına bıraktı. fuat hoca korkuyordu, o kadar korkuyordu ki takımını üç önlibero ve üç stoperle oynatıyordu. sanki hakkı olsa ferhat'ı kulübeden, özkan'ı da ankara'dan çağıracak ve kalenin yüzleşeceği tüm tehlikeleri bu üç isimle bertaraf edecek gibiydi.
gençlerbirliği geçtiğimiz hafta ligin kalburüstü takımlarından biri olan eskişehirspor deplasmanında oyun oynamak istemiş ve yenilgiye karşın taraftarını yarın için umutlandırmıştı. mersin maçı ise ligin en zayıf ekiplerinden birine karşı verilmiş çaresizlik ve sefillik içinde varolan bir trajediydi. maçı beraber izlediğim insanların mersin idman yurdu'ndan gelecek galibiyet golünü arzulaması ve fuat çapa'nın ortaya koyduğu bu rezilliğin cezasız kalmamasını istemesi bundandı. evet, üzgünüm ancak cumartesi akşamı yarının daha rezil olmaması için bugünden takımlarının cezalandırılmasını isteyen bir taraftar topluluğu vardı.
bu maç özetlemeye çalıştığım perspektiften yorumlanabilse işlerin ne kadar yanlış bir yönde seyrettiği farkedilebilir ve doğru adına yapılacak çözümler üzerine kafa yorulabilirdi; fakat fuat çapa seçimlerinin yanlışlığı üzerine analiz yapmak yerine, her deplasman sonrası hava şartlarını şikayet edecekse gençlerbirliği'ni bekleyenin soğuk ve kara bir kış olduğu gün gibi ortada.
fuat hoca'ya hitaben: sevgili hocam, eminim ki "mesut bakkal"ı tanıyorsunuzdur. ben tek bir cümleyle özetlemek istersem mesut bakkal zamanında gençlerbirliği takım olarak koşar, koşar ve koşardı; futbol algısı koşmaktan ibaret bir takım vardı. dün maçı izlerken pek çok insan sizin takımınız için "mesut bakkal takımına dönmüşüz" ifadesinde bulundu. elinizde bu kadar kaliteli ve derin bir kadro varken, sürekli destek beklediğiniz ankaralılar tamamen sizin arkanızdayken gelin hiç birşeyden korkmayalım hocam. biz tribünler olarak korkmuyoruz, peki ya siz fuat hocam?