maç hikâyelerini taraftarlarımızdan almaya devam ediyoruz. son karabük deplasmanı izlenimleri erdem ceydilek’ten. ceydilek, 1985 doğumlu. kendisini “ankaralı ama daha çok ankaracı” diye anlatıyor. gençlerbirliği ve ankara yazılarını topladığı bir blogu var. bir de gençlerbirliği’nin alt liglerde geçirdiği ağrılı yılları (1970-1982) anlatan bir belgesel için çalışıyor.
bir hedef peşinden yollara düşmek… asırlar boyunca bir hedef uğruna binlerce kilometre yol kateden insanlar oldu. ferhat, şirin’in peşine düştü, avrupalılar kudüs’ün peşine düşerken, osmanlılar viyana’nın peşindeydi. macellan ve kolomb bir keşfin peşindeyken, mustafa kemal bandırma vapuru’ndaydı. acılı anneler tepki için ankara’ya yürüdü tıpkı arjantin’deki muadilleri gibi. barış için şırnak’tan ankara’ya yürüyenler de oldu, pippa bacca gibi bu barış yürüyüşü trajediyle sonlananlar da. farklı farklı ve hatta bazen çatışan hedefleri de olsa, yollara düşmek hep takdir edilesi ve biraz da romantik bir kıymete sahip oldu insanlık tarihinde.
madem hayat fena halde futbola benziyor, aynı kıymetin futbol cenahına yansıması ise deplasmanlar. deplase olmak, tanıl bora’nın bir zamanlar ingiltere ligleri’nden bizlere aktardığı sadakat puanı uygulamasında yüksek puan getiren cevaplardan biri. armanın peşinde olmak, renklerin, formanın peşinden gitmek gibi romantize edilmiş ifadelerin de gösterdiği gibi değişik bir haz var ortada. “harbi” taraftar olduğunu eşe dosta ve tabii ki kendine kanıtlama fırsatı en nihayetinde.
ligin 9. haftasında deplasmanda oynadığımız karabükspor maçında, deplasman tribününde yerini alan hatırı sayılır kalabalığın içindeki gençlerbirliklilerden biri olarak sadakat puanı haneme bir miktar daha puan yazdırdım. şehrin girişinde, demir-çelik fabrikasının, 19. yüzyıl ingiltere’sini anımsatan görüntüsü karşıladı bizleri, araçtan indiğimizde ise boğazımızı yakan dumanlı bir hava. deplasmanın sadece cefasını değil sefasını çekmeyi tercih edenler olarak kısa bir safranbolu gezisinin ardından santra vuruşundan bir iki dakika sonra girdik stada. en büyük arzumuz bizim bulunduğumuz taraftaki kaleye ilk yarıda bulacağımız bir gol ve ardından bizim tribüne koşan futbolcumuzla bir “sevinç yumağı” olabilmekti ama maç başladığı gibi 0-0 bitti. bizim “sevinç yumağı” işi de başka deplasmanlara kaldı. (ve evet itiraf ediyorum: yıllar önce adana’da oynadığımız ve 3-0 kazandığımız kayserispor maçında troisi’nin tellere tırmanışına tanıklık eden taraftarlarımızı hala kıskanıyorum!)
aslında maç öncesi şehirde hoşgeldiniz demeyi eksik etmeyen karabüksporlu taraftarlar bile gençlerbirliği’ni favori gösteriyorlar ve geçen hafta kalelerinde gördükleri 5 golün ürkekliğiyle stada geliyorlardı. sahaya ramazan-tosic-ante-aykut-serkan-petrovic-cem can-azo-jimmy-hurşut-zec on birini süren fuat hoca, özgür-petrovic değişikliği dışında geçen haftanın kadrosunu bozmamıştı.
stattaki skor tabelası bozuk olsa da, soldan azo’nun kullandığı köşe vuruşunda, son haftalarda gol atmayı adet haline getirmiş stoperlerimizden ante yükselip iyi vurdu. kış saati uygulamasına geçmiş saatlerimiz 16:05′i gösteriyordu ve tribünde bizler top üst direği sıyırarak dışarıya çıktığında maça daha yeni ısınıyorduk. ilk yarıda karabükspor’un daha etkili geldiği dakikalarda topun önüne cansiparane atlayışlarıyla aykut ve kalede güven veren duruşuyla ramazan maça seyrini veren isimler oldular. 45. dakikada zec’in bulduğu pozisyonda topun bir karış kenardan gittiğinde ise tribünde ben dahil gol diye sevinenler vardı. bakış açısı hayatın her yerinde olduğu gibi tribünde de önemli elbette!
ilk yarıya düşülmesi gereken bir not daha var. geçtiğimiz hafta galatasaray maçında, rakip takımın kendi oyuncuları yerdeyken oyunu durdurmayıp, top gençlerbirlikli topçuların ayağına geldiğinde hakemin oyunu durdurmasını unutmak mümkün değil. aynı durum bu kez aksi istikamette gerçekleşti: zec yerde kaldı; bizim topçular oyunu durdurmadı; atak yaptılar; top karabüksporlulara geçince ise hakem oyunu durdurdu. hatırlamak bir vicdan meselesidir ve tribündeki gençlerbirlikliler “keşke olmasaydı” diyerek hatırladılar geçen haftayı.
ikinci devre, gençlerbirliği tribünleri için bir birliktelik gösterisiydi. yıllardır gençlerbirliği tribünlerinde alışık olmadığımız tezahüratlarla ev sahibi tribünlerle didişen küçük bir grup önce susturuldu, ardından da tribünün üst katında yalnız bırakıldı. yılların birikimi gençlerbirliği kültürü ve değerlerine önem veren taraftarlar alt kattaki tribünde toplandı. yan tarafımızdaki karabük tribünlerinden bizlere doğru gelen teşekkür alkışları, bu maçta alamadığımız 3 puan kadar değerliydi bizler için.
ikinci yarıda karabükspor’un ahmet ilhan ve lua lua gibi seri futbolcularının ceza sahamızın etrafına zorlanmadan gelmeleri ve bu ataklar sonunda kazandıkları birçok duran top ile kalemizde tehlikeli pozisyonlar gördük. ramazan’ın artık ülke gündemine oturmaya başlayan performansı bu pozisyonlarda da devam etti ve kritik kurtarışlarla bizler için eve dönüş yolunun eziyete dönüşmesine engel oldu. serbest vuruş organizasyonunda azo’nun şutunu kalecinin direğin dibinden çıkardığı ve karambolde altıpas içinden ante’nin vurduğu top, uzak kale arkasındaki taraftarlarca çok net görülemedi ama yine de ahlar vahlar yükseldi tabii ki tribünden.
fuat hoca’nın lekic, oktay ve özgür değişiklikleriyle yaptığı müdahaleler, takıma bir dirilik getirdiyse de, hücum bölgesinde bir üretkenlik yaratmada çok başarılı sonuçlar vermedi. hakem maçın bitiş düdüğünü çaldığında karabük’ten ankara’ya dönüş yolunda, sadakat puanlarımıza ek olarak puan cetvelinde bir puanı da cebimize koymuştuk.
bizleri tribünden geç çıkarmayı planlayan güvenlik görevlilerine forma ve atkılarımızla dolaştığımız hiçbir şehirde başımıza bir şey gelmediğini anlatıp kapıyı açtırdıktan sonra, koleksiyon için atkı isteyen karabüksporlu küçük taraftarların arasında kaldık. 1960′lı yıllarda ankaragücü’nde de top oynamış karabükspor taraftarı bir amcanın yanımıza yaklaşıp “bir şeye ihtiyacınız var mı?” diye sorması da deplasmanın artıları hanesine yazıldı.
dönüşte kulüp otobüsüyle önlü arkalı geldik ankara’ya kadar. kulüp otobüsü, bayram dönüşü kalabalığında çok güvenli ve temkinli şekilde geliyordu. tıpkı fuat hoca’nın gençlerbirliği gibi. temkinli ama kendinden emin adımlarla yürüyoruz.