tarih: 24 haziran 1990 giuseppe meazza stadyumu / milan seyirci: 74.559 hakemler: juan carlos loustau (arjantin), elias jacome guerrero (ekvador), vincent mauro (abd)
b.almanya: bodo illgner, klaus augenthaler, thomas berthold, jürgen kohler, stefan reuter, pierre littbarski, lothar matthäus (kaptan), guido buchwald, andreas brehme, rudi völler, jürgen klinsmann (78 karl heinz riedle) teknik direktör: franz beckenbauer (almanya)
hollanda: hans van breukelen, berry van aerle (67 wim kieft), ronald koeman, frank rijkaard, adri van tiggelen, john van't schip, jan wouters, aron mohamed winter, richard witschge (79 hans gillhaus), marco van basten, ruud gullit (kaptan) teknik direktör: leo beenhakker (hollanda)
goller: jürgen klinsmann (b.almanya) 51, andreas brehme (b.almanya) 82, ronald koeman (hollanda) 89 penaltıdan
ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
ölüm-kalım mücadelesinin ikinci gününde çok ilginç bir maç daha doğrusu yıllardır bekleyen bir rövanş vardı. 1974 dünya kupası finalinde almanya, 2-1'lik galibiyetle kupayı hollanda'ya bırakmamıştı. tam on altı yıl sonra, iki takım gene bir dünya kupası maçında karşı karşıya geliyordu. almanya-hollanda maçına, ev sahibi italyanlar ise bir küçük milan-inter maçı gözüyle bakıyordu. öyle ya, gullit, van basten ve rijkaard, milan'ın hollandalı yıldızlarıydı. alman takımında yer alan klinsmann, matthaeus ve brehme de, inter'de oynayan aslardı. milano şehrinin iki takımının küçük bir çarpışması gibi görünen maçın aynı kentte oynanması da, ayrıca ilginç bir rastlantıydı.
oyunda ilk golü kimin nasıl atacağı merakla beklenirken, iki takımdan birer futbolcunun daha 22. dakikada oyundan atıldığını görmek şaşırtıcıydı. arjantinli hakem loustau, birbiriyle tekmeleşen völler'le rijkaard'a kırmızı kartını gösterince, iki takım da on kişi kalıyordu. sonrasında zaman zaman futbol resitali seyredilecek, zaman zaman da sinir harbinin başka görüntüleri yaşanacaktı. aşırı gerginlik, golü geciktirmiş, ilk yarı 0-0 kapanmıştı. ikinci kırk beş dakikada alman takımı, özellikle matthaeus'un orkestra şefliğiyle oyuna ağırlığını koyacak 50. dakika oynandığı sırada da klinsmann'ın golüyle gülecekti. hollanda'nın buna karşılık verme çabası arasında, brehme uzun yıllar unutulmayacak bir golün kahramanı oluyor; nefis vuruşuyla gönderdiği topu, usta kaleci van breukelen kurtaramıyordu. hollanda için şeref sayısı şansını ise bir penaltı kararı getirecek, maçın son dakikasındaki bu penaltıyı koemann güzel bir vuruşla gole çevirecekti. on altı yıldır bekleyen rövanş, 1974'teki gibi 2-1 bitecek ve gene 1974'teki gibi, kazanan alman takımı olacaktı.
ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
- almanya-hollanda maçı bir faciaya sahne oldu. almanya'da bir adam, bu maçı kendisiyle beraber izlemek istemeyen karısını tabancayla kurşun yağmuruna tuttu ve öldürdü.
- almanya hollanda maçından sonra her iki ülkenin sınır kentlerinde olaylar çıkmış, çatışmalar olmuştu. bu arada motosikletli bir hollanda grubu, alman plaklı otomobilleri taşlamış, arabadan inenleri de dövmüştü.
- dünya kupası'nı seyretmeye gelen ama rimini kentinde olay çıkaran tam 247 ingiliz hooliganı, italya'dan sınırdışı edildi.
ilk basımı 1996 olan simon kuper'in "futbol asla sadece futbol değildir" kitabından;
her şey 1988'in bir yaz gecesinde hamburg'da oynanan avrupa şampiyonası yarı final maçında, hollanda'nın almanya'yı 2-1 yenmesiyle başladı. aslında ağırbaşlı insanlar olan hollandalılar kendilerinin de şaştığı bir duruma tanık olmuşlar ve dokuz milyon hollandalı, yani toplam nüfusun yüzde 60'ı zaferi kutlamak için sokaklara dökülmüştü. o salı gecesi, hollanda'nın bağımsızlığına kavuştuğu günden bu yana görülen en büyük toplu gösteri yaşandı. hatta eski bir direniş örgütü üyesi televizyonda, "sanki sonunda savaşı kazanmışız duygusuna kapıldım'1, demişti.
58 yaşında bir hollandalı olan ger blok haberi, honduras ulusal takımı'nı çalıştırdığı tegucicalpa'da almış ve duyduğu mutluluğu, elinde ülkesinin bayrağıyla sokaklarda koşarak dile getirmişti, "inanılmaz bir mutluluk içindeydim", diyordu, "ama ertesi gün o gülünecek davranışımdan ötürü büyük bir utanç duydum"
leidseplein meydanında amsterdamlılar bisikletlerini havava fırlatmışlar (acaba kendilerininkini mi7) ve "yaşasın, bisikletlerimizi geri aldık!", diye bağırmışlardı. tarihteki en büyük bisiklet hırsızlığı sayılan olayda almanlar, işgal sırasında bütün hollandalıların bisikletlerine el koymuşlardı.
yaşamının son 45 yılını, onlarca ciltten oluşan, ikinci dünya savaşında hollanda'nın resmi tarihini yazmakla geçiren kır saçlı, ufak tefek biri olan prof. dr. l. de jong "hollanda gol attığı zaman odanın içinde dans ediyordum", demişti. "ben bir futbol delisiyim", diyen profesör daha sonra şöyle devam etmişti: "bu çocuklar ne yaptılar böyle? bunun savaşla ilgisi olduğu kesin. insanların bunu inkâr etmeleri ne kadar garip."
1974 dünya kupası finalinde almanya'ya karşı hollanda ulusal takımında yer alan willem van hanegem, vrij nederland dergisine verdiği demeçte şöyle demişti: "genel anlamda almanlar'ın en iyi dostlarım olduklarını söyleyemem. beckenbauer fena değildi. kibirli görünürdü ama bu onun oyun tarzından kaynaklanan bir şeydi. onun için her şey çok kolaydı." gazeteci "bunda ne gibi bir terslik var?" diye sorunca van hanegem, "ne de olsa ataları çok yanlış kişiler", diye yanıtlamıştı. hollanda dilinde 'yanlış' anlamına gelen 'fout' sözcüğü ayrıca, 'savaştaki yanlış' anlamını da taşıyordu. şeytanın avukatı rolünü üstlenmiş gibi görünen gazeteci, "bu, onların suçu değil ki", deyince van hanegem hemen ekledi: "olabilir, ama bu gerçek yine de değişmeyecek." ''özgür hollanda' anlamına gelen vrij nederland'ın bir yeraltı gazetesi olarak yayın hayatına başladığı günlerde van hanegem babasını ve iki erkek kardeşini savaştaki bir bombardımanda kaybetmişti. daha sonra da şakayla karışık, "ne yazık ki japonlar futbol oynamıyorlar", demişti.
hamburg'daki maçın tüm dünyada sinirleri gerginleştirdiği ortaya çıktı. maçtan sonra yapılan bir basın toplantısında, 150 yabancı gazeteci, 1 hollanda teknik direktörü michels'i ayakta alkışladı. 1 hollanda'da yayınlanan de telegraaf gazetesinin bir muhabiri, basın locasında oturan israilli bir gazetecinin kendisine; "hollanda'yı tutuyorum. nedenim anlarsın", dediğini yazmıştı.
profesyonel futbolcular rakipleri hakkında genelde çok nazik konuşurlar, çünkü günün birinde onlarla mutlaka karşı karşıya geleceklerini çok iyi bilirler. fakat hollandalılar, almanlar hakkında hiç de nazik konuşmadılar. ronald koeman, almanların maçtan sonra kendilerini tebrik etmeyişlerine fena halde içerlemişti. maç sonrasında formasını değiştirdiği olaf thon'un, alman takımındaki tek iyi insan olduğunu söylüyordu. "futbol savaştır" ifadesini ilk kez dile getiren hollanda teknik direktörü rinus michels de, "şu an söylemek istemediğim nedenlerden ötürü bu yengi bana daha da büyük bir tatmin duygusu verdi", demişti. maçın ikinci yarısı için tünelden stada çıkarken alman seyircilerin aleyhte tezahüratları üzerine tribünlere doğru orta parmağını kaldırıp bilinen işareti yapmıştı. arnold mühren'e göreyse almanya'yı yenmeleri, irlanda'nın ingiltere'yi yenmesi gibi bir şeydi, ama bence bu bile durumu anlatmak açısından hafif kalıyordu.
birkaç ay sonra hollanda'da hollanda-almanya: futbol şiirleri adıyla bir kitap yayınlandı. şiirlerden bazıları profesyonel şairler tarafından yazılmıştı ama diğerlerini yazanlar profesyonel futbolculardı.
kendimi bildim bileli hatta ondan da önce almanlar dünya şampiyonu olmak istiyorlardı
diyordu a. j. heerma van voss. rotterdamlı şair jules deelder ise, 21-6-88 adındaki şiirini, van basten'in golü için yazdığı şu dizelerle bitiriyordu:
ve düşenler mezarlarından sevinç çığlıklarıyla kalktılar.
hans boskamp şöyle yazmıştı:
bir halk veya bir ulus hakkındaki, aptalca genellemelerden hep nefret ettim. beni asıl çeken, bir oranlama yapmaktır. düşündüm ki, tatlı bir intikam olası değil ya da çok kısa süreli oluyor. ama sonra hamburg'da yaşanan, o inanılmaz güzellikteki salı gecesi geldi.
futbolcuların şiirleri nitelik açısından çeşitlilik gösteriyordu. en kötüleri, arnold mühren, johan neeskens ve wim suurbier tarafından yazılanlardı. jan wouters'm denemesi ise en sofistike olanıydı. klişeleşmemiş bir dille yazılan ve bir cümlenin birden fazla mısrada tamamlandığı, kafiyesiz bir tarz kullanmıştı. ruud gullit'in yazdığı, iki mısralık ancak tercüme edilmesi olanaksız şiir, bir futbolcunun yazdığı en iyi şiirdi ve seçki içinde ayrıcalıklı bir yere sahipti. johnny rep'in şiiriyse şöyle bitiyordu:
dipnot: bu yeni forma sadece, kıçınızı silmeye değer.
şiir, hollanda'nın kaplan desenli ve çirkin formalarından söz ediyordu ama ronald koeman'ın maçtan sonraki sözlerine atıfta bulunulduğu da düşünülebilirdi. koeman, arkadaşı thon tarafından kendisine verilen alman formasını tuvalet kâğıdı olarak kullandığını söylemişti. bütün bu dizelerin bize savaşı hatırlattığını tekrarlamaya gerek var mı?
söyleşilerde almanca konuşmayı reddeden van basten'in, hamburg'da gol atarak, savaştan sonra geçen 43 yılda bastırılmış bazı duyguların kapağını açtığını düşünmek insana çekici geliyor ama aslında öyle değil. savaşın, avrupa futbolundaki en büyük rekabetle olan bağıntısı, kim ne derse desin o kadar da fazla değildi.
hamburg'daki geceden önce almanlar'a karşı şiddetli duygular besleyen hollandalılar'in sayısı çok azdı.
almanlar'dan hoşlanmadıkları doğruydu. hollanda'da, kuzey denizi kıyısındaki leiden'da 10 yıl yaşadım ve alman turistlerin pek de sıcak karşılanmadığını gördüm. 'almanlar avrupa'nın işgalini nasıl kutlarlar?' 'aynı şeyi her yaz yeniden yaparak' esprisi çok yaygındı. ama 1982'de oynayan ingiltere-almanya maçında, benim sınıfımdaki genç çocukların çoğunun almanya'nın kazanmasını istediklerini de anımsıyorum. hollanda-almanyadaki jaap de groot'un şiiri, 1966'daki dünya kupası finalinde almanya'nın yenilmesine sadece onun değil, tüm dünyanın üzüldüğünü dile getiriyor. gerçi o zamanlar savaşın izleri daha tazeydi ama 1974 dünya kupası finali gayet sakın geçmişti. van hanegem sahayı gözyaşları içinde terk etmişti ve o maç onun için daha önce yapılan herhangi bir dünya kupası finalinden çok daha önemliydi. yine de 1988'deki havadan eser yoktu. 1974'te, her iki takımın oyuncuları da aynı gibiydi. iki takınım kaptanları olan beckenbauer ve johan cruyff arkadaştılar ve johnny rep ile paul breitner, fifa'nın sahada forma değiştirilmesini yasaklayan kararını protesto etmek amacıyla, maçtan sonra verilen ziyafette birbirleriyle ceket ve kravat değiştirmişlerdi.
hollanda kalecisi jan jongbloed, daha sonra günlüğüne şöyle yazmıştı: "kısa süren hayal kırıklığı yavaş yavaş yerini, gümüş madalyadan duyulan tatmin duygusuna bırakmıştı."
hamburg'dan sonra duyulan öfori hollandalıları bile şaşırtmıştı. o gün ortaya çıkan ulusal değişim, maçtan bir gün önce hollandalılarla almanlar arasındaki tüm düşmanca duyguların yok olduğunu söyleyen jongbloed'de açıkça gözlenmişti. maçtan bir gün sonra, 1974'teki takımı temsilen 1988'deki takıma şöyle bir telgraf çekmişti: 'çektiğimiz acılar nihayet sona erdi.'
hamburg'dan sonra hollanda ne zaman almanya'yla maç yapsa, hollandalılar patladı.
görülen o ki, hamburg'da yaşanan o geceden sonra hollandalılar'ın almanlar'a bakış açısı gitgide kötüleşti. kanıtlar da bu görüşü destekliyor. 1993'te hollanda uluslararası ilişkiler enstitüsü 'clingendael', hollandalı gençlerin almanlar'a karşı olan tutumları konusunda bir rapor yayınladı. at ülkelerini, duydukları sevgiye göre sıralamaları istenen gençler, almanya'yı en alta yazmışlardı. (sondan ikinci sırada da, hollandalı gençlerin, mezhep cinayetlerinin işlendiği yer olarak gördükleri irlanda cumhuriyeti yer alıyordu. ingiltere sondan üçüncüydü. lüksemburg un üçüncü olduğu bu listede hollanda'dan sonra en sevilen ülke, ikinci sıradaki ispanya'ydı.) rapor, hollandalı gençlerin almanlar'dan, erişkin yaştaki hollandalılara oranla çok daha fazla nefret ettiklerini ortaya koyuyor ve "bu ilginin bir nedeni var" görüşüyle sonuçlanıyordu. bir değişim yaşanmıştı ve bu da tamamen futboldan kaynaklanıyordu.
'kökü ne kadar derinde' isimli şiirinde erik van muiswmkel, 'iyi ile kötü'yü kızma nasıl açıklayacağını merak ediyor:
adem, havva, elma? hitler, florence nightingale? bilemiyorum, bilmek de istemiyorum ve tercihan ahlaksızım.
iyi ve kötü bak hayatım, tv'ye bak: turuncu, gullit, beyaz. beyaz, matthaus, siyah.
alman oyuncular kötü, hollandalılarca iyi'ydı. ya da almanlar alman'dı, hollandalılar hollandalı.
bu, daha maçın başlama vuruşunun çok öncesinde netlik kazanmıştı. sun'ın almanya'daki eşi olan bild, dedikoduları öğrenebilmek amacıyla hollandalılar'ın oteline bir muhabir yerleştirmişti. 1974'te, henüz hollanda ile almanya dünya kupası finalinde karşı karşıya gelmeden önce bild, hollanda kampında neler olup bittiği hakkında asılsız bir haber yayınlamış ve haberin başlığını da şöyle atmıştı: 'cruyff, şampanya ve çıplak kızlar'. cruyff buna çok üzülmüştü. final maçını almanya kazandı ve hollanda takım kaptanı 1978 dünya kupası'na katılmamaya karar verdi. 1988'deyse, bild'e yakalanmak istemeyen hollandalı futbolcular neredeyse oteldeki odalarından hiç dışarı çıkmamışlardı. buna rağmen huzur bulamadılar. hollanda futbol federasyonu yetkilileri, almanların getirdiği, iki takımın otelleri değiştirmesi önerisini büyük bir sevinçle kabul ettiler ve sonuçta hollanda takımı, şehir merkezindeki gürültülü intercoruinental otel'de konaklamak zorunda kaldı.
maçtan bir gece önce, saat 01:00'de bir alman muhabir, hollanda takım kaptanı gullit'i odasından aradı ve milan'a transfer olmadan önce hangi takımda oynadığını sordu. gecenin ilerleyen saatlerinde telefon bir kez daha çaldı ve gullit'in ifadesine göre 'biri çok saçma bir şey söyledi'. daha sonra da bir alman gazeteci kapısını çaldı.
ertesi gün maçtan önce iki tarafın oyuncuları sahayı kontrol ederken hollandalı oyuncular alman rakiplerinin gullit'e, korku dolu bakışlarla baktıklarını fark ettiler. gullit'i az da olsa tanıyan alman savunma oyuncusu andreas brehme konuşmak için onun yanma gittiği zaman, diğer alman oyuncular takım arkadaşlarına ağızları açık bir şekilde bakakaldılar. ronald koeman "onlar kesinlikle bizden daha kötüler", demiş ve eklemişti, "ama onlarla maç yapmak zorunda kaldığımız zaman durum daha da kötü oluyor". biz (benim de almanlar'a sempatim yoktu) onun kötü birşeyler olacağına yönelik önsezisini paylaşıyorduk.
ilk devre hollanda, o dönemde avrupa'da görülen en iyi futbolu oynadı. almanlar karşısında sanki rakipleri lüksemburg'muş gibi oynadılar ama gol atamadılar. almanlar ikinci devre için sahaya çıktıklarında yeni bir taktik almışlardı: rakibi tekmelemek. buna hollandalılar da aynı şekilde karşılık verince oyun giderek gerginleşti. sonra jürgen klinsmann, frank rijkaard'ın bacaklarına takılıp düştü -ki bu durumda bacaklarına daldığını söylemek, sakar klinsmann'a iltifat etmek olur- ve rumen hakem ion igna penaltı kararı verdi. bir het parool muhabiri merak etmeden duramamıştı: 'rumenler de savaşta yanlış mıydılar acaba?' (öyleydiler.) kendini yere çok iyi atan bir futbolcu olan matthâus penaltıyı gole çevirdi. almanya, içlerindeki 'en alman' oyuncunun ayağından, şanslı bir penaltı sonucu kazandığı golle 1-0 öne geçmişti. bunu sanki daha önce de görmüş gibiydik.
ama birkaç dakika sonra marco van basten, alman ceza sahası içinde yere düştü ve igna yine penaltıya hükmetti. aslında uefa bu hakemin penaltı kararı verme konusunda son derece yetersiz olduğunu daha önceden anlamış olmalı ki, ona ve yardımcı hakemlerine yanlışlıkla hamburg yerine stuttgart'a gidiş için uçak biletleri vermiş, ancak hakem üçlüsü müthiş bir göreve bağlılık örneği vererek yine de maçın oynanacağı kente uçmuşlardı. hakemler hamburg'a, oyunu çekilmez hale getirmelerine yetecek bir zamanlamayla yetişmişlerdi.
maçın 87. dakikasında, yani genelde almanya'nın maçları kazandığı golleri attığı son dakikalarda van basten bir gol attı. gullit'in de söylediği gibi 'adalet' sonunda, beklenmedik bir şekilde yerini bulmuştu. maçı seyreden don howe kalp krizi geçirdi, ama hangi dakikada olduğunu ben de bilmiyorum.
hollanda-almanya, lyi-kötü. bizim formalarımız maalesef çizgili ama parlak, almanlar'ın formalarıysa siyah-beyazdı. bizim oyuncularımızın ten renkleri çok çeşitliydi, ki buna kaptanımız gullit de dahildi. taraftarlarımızın başlarında uzun saçlı gullit şapkaları vardı. oysa onların oyuncularının hepsi beyazdı ve taraftarları maymun gibi sesler çıkarıyorlardı. bizim oyuncularımız esprili ve doğaldılar. oysa alman mizahının yüz yılı isimli kitap, dünyanın en kısa kitabıydı ve rudı völler'in saçında o absürd lüle vardı. bizim oyuncularımız birer şahsiyetti. oysa almanlar sadece ve o da güç bela, birbirlerinden sırt numaralarıyla ayrılıyorlardı. maçtan iki gün sonra bir alman gazeteci ronald koeman'a, alman halkından nefret ettiği anlamına gelen bir cümlesini hatırlatınca koeman, "ben asla böyle bir şey söylemedim", dedi. "ben sadece alman takımında oynayan ve sürekli olarak hakemlere, bize sarı kart göstermelerini söyleyen, bizi tahrik eden ve ortada hiçbir şey yokken yerlerde yuvarlanan oyuncuları kastetmiştim - bizi bu rahatsız ediyor." ama bir anlamda gazeteci haklıydı, çünkü koeman bu eleştirileriyle, eski alman geleneklerine hakaret ediyordu.
kısaca her iki takını da, hollandalıların kendilerine ve almanlara bakış açılarını özetleyecek bir genelleme yaratmışlardı. biz ruud gullit gibiydik, onlarsa lothar matthâus gibi... bu ulusta belirgin ayıplar da vardı ve bunu duruma uydurmak isteyen hollandalılar kendi terbiyelerini, kendi vakarlarını ve türkler'e, faslılar'a ve gullit gibi surinamlılar'a karşı gösterdikleri hoşgörüsüzlüğü derhal unutmuşlardı. vrij nederland 'almanlara, aslında bütün yabancılardan nefret ettiğimizi açıklamak zorundayız' diye yazmıştı ama bunu hiç kimse yapmadı. almanlar 'kötü', bizse 'iyiydik.
1988'de aralarındaki zıtlık had safhadaydı. hollanda-almanya maçları geçmişte hiçbir zaman diş bileme maçları olmamıştı. oyuncularımız hiçbir zaman onların oyuncularından çok daha soylu olmamışlardı. doğru, 1974'te hollanda dünyanın en iyi takımıydı. ("şoförümün söylediği bir şey çok hoşuma gitmişti. 'en iyi takım kazanamadı', demişti ki bu aynı zamanda hollanda direniş örgütü'nde çalışmış bir alman olan hollanda prensi bernhard'ın maçtan sonra cruyffa söylediği cümlenin aynısıydı.) doğru, hollandalılar o zamanlar bile kişilik sahibiydiler. van hanegem'ın turnuvada giydiği ayakkabılar o kadar eskiydi ki, ulusal marş çalınırken ayaklarıyla tempo tutmaya başlamış ve o sırada ayak başparmağı, ayakkabısındakı bir delikten dışarı çıkmıştı. ama 1974'teki almanlar da anlayışlıydı: beckenbauer, ayakkabıdan çıkan parmağı görünce hollandalı malzemecilere, ayakkabılarının kalıp kalmadığını sormuştu. onlar iyi almanlar'dı. oysa bunun aksine hamburg, ikinci dünya savaşının yeniden yaşandığı yer olmuştu.
savaş sırasında almanya, hollanda'yı beş yıl süreyle işgal etti ve hollandalılara göre hepsi direniş örgütü üyesiydiler. tabii doğal olarak hamburg'da yaşanan o gece, aradan geçen onlarca yılı silip süpürmüştü. almanlar'm göğüslerinde hâlâ kartallar vardı. hollandalı oyuncular direnişçi, almanlar'sa 'wehrmacht'tı.(almanca askeri güç) gerçi bu, anlamsız bir benzetmeydi ama hollandalıların çoğu böyle düşünüyordu. hamburg'dan sonra hollandalıların da en az almanlar kadar sert ve çirkin oynadığını söyleyen gullit olmuştu, ama acımasız hollanda basını ilk defa bundan şikâyetçi değildi. (hollandalı gazeteciler daha önceleri hiçbir zaman futbolculara sarılıp ağlayarak teşekkür ederiz' dememişlerdi.) yapılan fauller alkışlanmış, hatta kutsanmıştı, çünkü hepsi direnişin gereği davranışlardı. vrij nederland'ın hollandalı savunma oyuncusu berry van aerle'yle yaptığı söyleşi şu şekildeydi:
"saçını mı çektim? hiç hatırlamıyorum. başına hafifçe vurdum ama saçını çekmedim."
"çekmedin mi?"
"hayır. başına hafifçe vurdum. buna çok kızdı. çok garip bir tepki gösterdi ve ayağa kalkıp beni kovaladı ama ronald onu durdurunca kendini yeniden yere atıp yuvarlanmaya başladı. bence bu çok garip bir davranıştı."
aslında sahada ne olduğunu hem gazeteci hem de van aerle biliyordu ama bir direnişçi yaptığı kahramanlıktan söz etmeyi hiç sevmezdi. belli bir ironi kullanarak bunu ima ederdi ve zaten bunu da almanlar anlayamazdı. van basten hollanda'nın kazandığı penaltıyı anlatırken şöyle demişti: "kohler dengemi bozdu ve hakem hemen penaltı noktasını gösterdi. ben de onun bu kararını saygıyla karşılamak zorundaydım." hollandalı gazeteciler gülüştüler.
bu maça ilişkin tek benzetme, direnış'e karşı 'wehrmacht' değildi. hamburg, aynı zamanda işgalin tersine dönüşüydü. turuncu üniformalı bir hollanda ordusu tüm araçlarıyla almanya'ya girmiş ve oradaki halkı yenmişti, (ingiltere ve iskoçya arasında sık sık yapılan maçlar döneminde de iskoçlar bir günlüğüne londara'yı fethederlerdi.) almanlar, kendilerine uygun bir davranış örneği gösterip hollandalılara sadece 6.000 bilet verdiler, buna rağmen volkspark stadı hollandalılarla doluydu. almanlar'ın forvetlerinden frank mili bile, "maç almanya'da oynansaydı daha iyi olurdu", demişti ki, bu, bir alman için oldukça başarılı bir espri sayılırdı. hollanda halkı şarkı söylüyordu:
1940'ta geldiler. 1988'de de biz geldik. holadiay, holadio.
hamburg sadece, hiçbir zaman tam olarak beceremediğimiz direniş hareketi değil, aynı zamanda hiçbir zaman tam olarak kazanamadığımız bir savaştı. başka bir açıdan da bize savaşı anımsatıyordu. kısaca hamburg'dan sonra ulusal takımın kaptanından taraftarlara ve hatta başbakanca kadar herkes eşitti. davranış tarzını futbolcular belirledi. maçtan sonra intercontinenta'deyken konga dansı yapıp taraftarların söylediği bir şarkı olan 'münih'e gidiyoruz'u ve popüler bir kafa çekme şarkısı olan 'henüz eve gitmiyoruz'u söylediler. kraliçenin ikinci oğlu prens johan-friso da, 'almanlar'ın şarkı söylediklerini duyuyor musun?' isimli şarkının hollanda versiyonu olan 'o wat zijn die duitsers stil'e eşlik etmişti. gullit, amsterdam'ın leidseplein meydanı'nı dolduran kalabalığın arasında olmaktan mutlu olacağını söylemişti: "ne de olsa almanya'da güzel bir parti vermek olanaksız." blazer ceket giymiş, işe yaramaz bir devlet memurunu tanımlamak için 'bobo' sözcüğünü icat etti ve bu sözcük hemen hollanda diline girdi. bugün bile hollanda halkı birbirlerine 'bobo' der.
siyasal ve sosyal eşitlikten yana olduğumuz için, almanlar'ın mağrur ve küstah olmaları gerekiyordu. hollanda kalecisi hans van breukelen, "o adamların, meslektaşları olduğunuz halde size karşı olan davranışlarını kabul etmek mümkün değil. sizinle bir metre genişliğindeki bir koridorda karşı karşıya gelseler de selam verecek kibarlığı gösteremezler", diye şikâyet ediyordu.
yapılarına uygun olarak almanlar, maçın ahlaki yanını tamamen (ama tamamen) görmezden geldiler. hatta maçtan sonra rakiplerini kutlamak için hollandalıların otobüsüne binen iyi alman beckenbauer bile yenilgiyi 'hak etmediklerini' söylemişti. (ama daha sonra "hollanda o kadar iyi oynadı ki, aldıkları galibiyeti asla küçümseyemem", diyerek ilk ifadesini bir parça yumuşatma yoluna gitti.) matthâus'e göre hakem maçı bir dakika daha uzatmalıydı. völler'in sözleriyse çok garipti: "hollandalılar adeta başka bir gezegenden gelmişlercesine, cennet katma çıkaradeta başka bir gezegenden gelmişlercesine, cennet katına çıkartılacak ölçüde övüldüler." (başka bir gezegenden değil, başka bir ülkeden.) gerçeği sadece bild yazmıştı: gazetenin başlığı 'hollanda süper 'di.
iki ülke daha sonra ekim 1988'de, münih'te karşılaştılar. alman oyuncular hır araya gelerek, maçtan sonra rakipleriyle forma değiştirmeme kararı aldılar. nisan 1989'da rotterdam'da yapılan maçtaysa stadyuma, matthâus'u adolf hitler'e benzeten bir afiş asılmıştı.
hollanda ve almanya, italya'ya gitmeye hak kazandılar ve ikinci turda karşı karşıya geldiler. zaten dünya kupaları'nda veya avrupa şampiyonalarında ya da en azından hollanda bu turnuvalara ne zaman katılma hakkını elde etse karşılaşmışlardı. almanlar, milano'da 2-1 kazandılar ama hepsi bu kadar değildi. rijkaard, völler'e faul yapınca völler yere düştü ve hakem rijkaard'a sarı kart gösterdi. bu durumda rijkaard bir sonraki maçta oynayamayacaktı; rijkaard, völler'e tükürdü, peşinden koştu ve bir kez daha tükürdü. hollanda dışında tüm dünya tiksinti duymuştu. her iki oyuncu da oyundan atıldılar, ama völler'in neden atıldığı bir türlü anlaşılamadı. hollanda-almanya sınırında çatışmalar oldu.
tükürük olayı çok kötü yorumlandı. hollandalılar dışındaki herkes rijkaard'ın sinirli biri olduğunu, hatta hollandalıların paul ince'i veya diego maradona'sı olduğunu düşünüyor gibiydi. oysa o, bilinen en sakin futbolculardan biriydi. peki ama neden tükürmüştü?
hollandalı oyunculardan bazıları völler'in ona ırkçılık kokan bazı şeyler söylediğini iddia ediyorlardı. tv görüntülerinde völler'in, faulden sonra rijkaard'a bağırdığı görülüyordu. völler, "bana neden faul yaptın?" diye sorduğunu ileri sürüyordu ve bu doğru da olabilirdi tabii. ama almanlar'ın nazi olduğu teorisindeki en büyük çatlak, rijkaard'm bunu reddetmesiyle ortaya çıktı: o, völler'in ırkçılığa yönelik bir şey söylemediği konusunda ısrarlıydı. belki völler'ı koruyordu, belki de ortalığı yatıştırmaya çalışıyordu. (birçok hollandalı oyuncunun aksine rijkaard kargaşayı sevmezdi.) belki de onun söyledikleri doğruydu ve völler'ı suçlayan hollandalı oyuncular olayı abartıyorlardı. hollanda basını tükürük olayını araştırmaya, rijkaard'ın şu sözlerine kadar devam etti: "geriye dönüp baktığımızda olay ne kadar da komik geliyor, değil mi?"
bu, kutsal bir şeye yapılan bir hakaretti. bir ulus tümüyle, almanlar'ın ırkçı, hollandalılar'msa iyi olduklarını kanıtlamaya çalışırken rijkaard ortaya çıkıp bu olayı bir şaka haline dönüştürmüştü. ama en sonunda, almanlar'dan nefret etmediğini söylerken çok ciddi olduğu anlaşıldr. aynı şey hollanda antilleri kökenli hollandalılar için de geçerliydi.
oysa gullit'in almanlardan nefret ettiğinden kimsenin kuşkusu yoktu. ama şunu da unutmamak gerekir ki, gullit'in annesi hollandalı, babasıysa hollanda antilleri'ndendi ve o, ten renginin siyah olduğunu ancak on yaşına geldiğinde öğrenmişti. hatta bir keresinde kendisini hollandalı gibi hissettiğini söyleyerek hollanda antilleri'nden gelen insanları çok fena kızdırmıştı. rıjkaard farklıydı. onun ve gullit'in babaları, profesyonel futbol oynamak için hollanda'ya birlikte gelmişlerdi, ama herman rijkaard yine hollanda antilleri'nden bir kadınla evlenmişti ve frank rıjkaard siyah tenli olduğunu başından beri biliyordu. rıjkaard gibi, hollanda'nın 1990'dakı üçüncü kalecisi olan ve surinam'ın paramaribo kentinde dünyaya gelen stanley menzo da, almanlar m zaferine pek aldırmadığını söylemişti.
menzo sözlerine şöyle devam etmişti: "canımı en çok sıkan şey, aron winter, rijkaard ve daha sonra da gullit'in topu aldıkları zaman ıslıklanmaları oldu. öte yandan hollandalıların da almanlara bir sürü hakarette bulunduklarını duydum. bence bunların hepsi çok saçma ama maalesef engel olmaya gücüm yetmiyor." hollanda antilleri bu oyunun dışında kalmışlardı. onlar savaş sırasında hollanda antilleri'ndeydiler ve hollanda yurtseverliği onlara şevk vermek yerine, onları endişeye düşürüyordu. rıjkaard tükürdüğü zaman, sanki halkta yaygın olan isteri durumu onu da etkisi altına almış gibiydi, ama o bunu daha sonra inkâr etti. ona göre tükürmesi direniş değil, sadece kötü bir davranış biçimiydi.
ancak bu olay, bir sonraki hollanda-almanya maçını daha da gergin bir hale getirdi, iki takım 18 haziran 1992'de göteborg'da avrupa şampiyonası için karşı karşıya geldiler. ronald koeman'a göre bu eşleşme, şeytan'ın marifetiydi.
en büyük alman sayılan matthaus bu maçta sakatlanarak oyundışı kaldı. de telegraaf onun yerine oyuna giren andreas möller'in, onun yerini tutmaktan çok uzak bir dublör olduğundan şikâyet etmişti, çünkü 'gerçek bir hollandalı nasıl olur da, kendi ülkesinde bile dışlanan bir alman'dan nefret edebilirdi?' ama hollandalı taraftarlar bu zor işi de başardılar. van aerle maçtan önce şöyle demişti: "riedle, doll, klinsmann, ne fark eder ki? hepsi tehlikeli. bütün almanlar tehlikelidir." bütün almanlar'm aynı olduğunu söylerken çok ciddiydi. maçı 10 milyon hollandalı izledi. bu, hollanda tv'si açısından yeni bir rekordu ve ullevi stadı ağzına kadar hollandalılarla dolmuştu.
alman taraftarlar maça daha az ilgi göstermişlerdi. hollanda-almanya maçları onlar için de özel bir anlam kazanmaya başlamıştı ama yine de o kadar önemsemiyorlardı. ne de olsa hitler'in işgal ettiği tek ülke hollanda değildi. hatta hollandalılar'ın bu konudaki tepkileri almanlar'ı hayrete düşürüyordu. bu, onlara göre başka tür bir ırkçılıktı ve sanırım haklıydılar. eski bir futbol menajeri olan, bild'in köşe yazarlarından udo lattek, vrij mederland muhabirine, "bazı insanların geçmişte yahudiler'e kötülük ettiği gerçeği konusunda benim küçük kızım ne yapabilir ki?" diye sormuştu. völler bu düşmanlığı 'dış güçlere' bağlıyordu. işin özünü görmemekte direnerek, "hollandalılarca karşı en ufak bir artniyetim yok", demekte ısrar ediyordu. beckenbauer de, "çocukken amsterdam a gittim", demişti, "hollanda'yla yaptığımız maçlar benim yıllarıma maloldu, yine de bu maçları hiçbir şeye değişmezdim. o maçlardaki futbol her zaman nitelikli, duygu yüklü ve benzeri görülmemiş bir gerginlikle dolu olurdu. daha doğrusu, en saf haliyle futbol oynanırdı". beckenbauer için maç, sadece büyük bir yarışmadır ve futbolun özü de budur zaten... oysa çoğu hollandalı açısından futbol maçı daha karanlık, daha çapraşık bir olaydır.
hollanda takımı göteborg'da soyunma odasından çıkarken michels oyuncuları durdurup şöyle dedi: "beyler, şu anda söyleyeceğim şeyleri daha önce asla söylememiştim. bugün üç gol atacaksınız. bunlardan ikisini orta saha oyuncularımız atacak ve almanlar da bir veya iki gol atacaklar. güzel bir maç olmasını dilerim."
orta sahada oynayan rijkaard maçın ikinci dakikasında bir gol attı ve iki alman bunun üzerine, bir hollanda gece kulübüne parça tesirli bir bomba atarak, nedense maçı seyretmeyen üç kişinin yaralanmasına neden oldu. gece kulübü, hollanda'nın kerkrade kentinde ve hollanda'da başlayıp almanya'da sona eren nieuwstraat caddesi üzerindeydi.
daha sonra hollanda sol açığı rob witschge'nin serbest vuruştan attığı ikinci gol geldi. top, alman barajında yer alan ve vuruş sırasında havaya sıçrayan riedle'nin ayaklarının altından geçerek kaleye girmişti. michels maçtan sonra, "idmanlarda serbest vuruş planları yaparsınız ama oyuncuların sahada bunları uygulayıp uygulayamayacağından emin olamazsınız. neyse ki bu maçta almanlar bu plana uydular, demişti. klinsmann almanya'nın golünü attıktan sonra, hollanda'nın ileri uç oyuncularından dennis bergkamp bir gol daha attı ve skor hollanda lehine 3-1 oldu. maçın bitmesine birkaç dakika kalmıştı ki, michels ve yardımcısı dick advocaat, wouters'in yerine oyuna peter bosz'u sokmak istediler, ancak ne wouters ne de bazı hollandalı oyuncular oyundan çıkmayı kabul ettiler. sonunda teknik adamlar oyundan, genç bergkamp'ı çıkarmak zorunda kaldılar. advocaat, "dennis, taraftarlara seni alkışlamaları için bir şans vermek istiyoruz", demişti. bosz kardeşine, formasını bir almanla değiştirmeyeceğine dair söz vermişti. maçın sonucu, michels'in 'tahmin ettiği gibi 3-1 oldu. hollanda-almanya maçları insanların doğaüstü güçlerini de harekete geçiriyordu.
maçtan sonra sınırdaki enschede ve kerkrade'nin nieuwstraat caddesi'nde hollandalılar ve almanlar birbirlerine bira şişeleri ve taşlarla saldırdılar. enschede'de oturan 500 kişi sınırı geçti ve alman kenti gronau'nun altını üstüne getirdi. at'de işler yolunda giderken, neredeyse savaşın eşiğine gelinmişti. hollanda'nın entelektüel günlük gazetesi nrc handelsblad genç taraftarların hiç hakları olmayan bir öfke gösterdiklerini ve bu haksız öfkenin, hiç de yakışık almayan kötü bir davranışı haklı çıkarmak amacıyla kullanıldığını yazmıştı. ama aslında konu ikinci dünya savaşı değildi. savaş, direniş ve 'wehrmacht' sadece, bizim oyuncularımızın gerçek birer hollandalı, almanların'sa tipik birer alman olduklarını söylemek amacıyla kullanılan sözcüklerdi.
neyse ki iskoçya, birleşik devletler topluluğu adıyla şampiyonaya katılan rus ağırlıklı takımı 3-0 yendi de hem hollanda hem de almanya yarı finale yükseldiler. hollanda, danimarka'yla, almanya da isveç'le oynayacaktı. her iki taraf da finale çıkaçaklarını umuyorlardı. michels basına, "bu turnuvada almanya'yla iki kez karşılaşacağımızı her zaman söylemiştim", demişti. "bır sonraki maç da çok zor geçecek."
michels'in lakapları arasında sfenks, general ve boğa gibi sözcükler vardı. o, asla ally macleod gibi kibirli biri değildi, ama yine de hollanda'nın finale çıkmak için önce yarı finalde danimarka'yı yenmesi gerektiğini unutmuş gibiydi. bu gerçeği bütün hollandalılar unutmuştu. taraftarlar almanya'yla oynayacakları final maçına gitmeyi planladıkları için, yarı final maçı nedeniyle düzenlenen charter uçak seferlerinden birkaçı iptal edildi. hollanda-danimarka maçında tribünler neredeyse boş kalmıştı. doğal olarak hollanda maçı kaybetti. gereksiz bir kibir içindeydiler. danimarka kalecisi peter schmeichel öfkeyle, bergkamp ilk hollanda golünü attığı zaman seyircilerin bunu alkışlamaya bile üşendiklerini söylemişti. maçtan sonra çok üzgündüler: almanya isveç'i yenmiş ve finalist olmuştu. van breukelen, "almanların kellesini kurtardık. zaten dünya şampiyonu olmuşlardı, şimdi de bizim ünvanımızı elimizden alacaklar. sırf bu yüzden kim bilir kaç gece uyuyamayacağım", demişti.
almanlar final maçını kaybettiler, o gece danimarkalı oyuncularla danimarka halkı hep birlikte 'auf wiedersehen deutschland' şarkısını söylüyorlardı, çünkü onlar da işgal edilmişlerdi.
hollanda-almanya maçları bir süre sonra sinir harbi olmaktan çıkacaktır. 1988'den sonraki birkaç yıl boyunca hollanda, avrupa'nın en başarılı oyuncularından bazılarına sahipti, oysa alman oyuncular en kötüler arasında gösteriliyorlardı. gullit, rijkaard, van basten, wouters ve ronald koeman ulusal maçlarda oynamayı bıraktıkları zaman, almanya, hollanda'yı kolayca yener hale gelecektir. belki bizim oyuncularımız da onlarınkilerden daha iyi insanlar olmaktan vazgeçeceklerdir. işte o zaman hollandalılar, hollanda-almanya maçlarına bu kadar önem vermeyi bırakacaklar ve clingendael enstitüsü'nün de daha fazla üzülüp korkmasına gerek kalmayacaktır.
alman bild gazetesi, galatasaray’ın yeni teknik direktörü frank rijkaard’ın 1990 dünya kupası finallerinde rakibine tükürmesine “futbolda en unutulmaz anlar” sıralamasında birinciliği verdi:
işin ilgi çekici yanı, 24 haziran 1990'da oynanan almanya - hollanda karşılaşmasında frank rijkaard, rakibi rudi völler'i farklı pozisyonlarda iki kez tükürerek taciz etmiş, ancak karşılaşmanın hakeminden sarı kart gören futbolcu itirazı nedeniyle völler olmuştu.
karşılaşma, almanya'nın 2-1 üstünlüğü ile sonuçlanmıştı.
işte "hakeme çaktırmadan" atılan bu tükürükler,2009-10 sezonunda galatasarayı çalıştıracak olan frank rijkaard'a yıldıza "futbolda en unutulmaz anlar" sıralamasında birinciliği getirdi.
olayın video görüntüsü için aşağıdaki linkte açılan sayfada sayfa ortasına doğru bkz:
ilk basımı 2002 olan christian eichkler'in "futbolun beceriksizleri ansiklopedisi" kitabından;
rijkaard, frank, gayet iyi fotoğraflanmış bir sahnede vücut sıvılarına sahip çıkamamış ve bu olay da hollandalı oyuncuyu dünya şampiyonası tarihinin en ünlü tükürükçüsü yapmıştı. 1990 italya'da çeyrek final öncesi karşılaşmada, yoğunluğuna ancak deve familyasından hayvanlarda rastladığımız bu sıradışı ifrazat, rijkaard'ın haklı sebeplerle oyundan atılmasına neden olmuştu. bununla birlikte, kıvırcık saçlarına hollanda balgamı bulaştırmaktan başka bir şey yapmamış olan rudi völler'in de duşa niye gittiği hâlâ anlaşılmış değildir.
#10 völler permalarını gösteriyor hollanda vs almanya, 1990
1990 dünya kupası ikinci tur maçlarının en heyecanla bekleneni hollanda ile batı almanya'yı karşı karşıya getirecek olandı. beklentilerin büyüklüğüyle karşılaştırılınca, sahadaki maç tam bir hayal kırıklığına dönüştü. o herkesin hayran olduğu hollandalılar berbat oynuyorlardı ve jürgen klinsmann'ın yönetimindeki bir almanya tarafından kolayca dağıldılar. portakalların akılda kalan tek pozisyonu frank rijkaard'dan gelmiş, iki defa völler'i şiddetli biçimde indirdikten ve gelişen olaylardan sonra ikisi de oyundan atılmıştı. bütün olan bitenin belki de en suçsuz adamı völler, bu karar sonrasında sahayı ağır adımlarla terk ederken hakeme gitmiş, kıvırcık permalarındaki "sahibi belli" balgam ve tükürükleri göstermişti.
völler daha sonraları hollandalı'yı affetti -ki sizin boynunuzda parlayan bir altın madalya varken ve rakibinizin hiçbir şeyi yokken affetmek daha kolay olur. rijkaard sonraları bu olay hakkında şöyle dedi: "geriye bakıyorum da, ne kadar komikmiş, değil mi?..." hiç de değil, pis çocuk...
yardımcı hakemler: elias v. jacome guerrero (ecu), vincent mauro (usa)
germany fr: bodo illgner (gk), stefan reuter, andreas brehme, juergen kohler, klaus augenthaler, guido buchwald, pierre littbarski, rudi voeller, lothar matthaeus (c), thomas berthold, juergen klinsmann (dk. 77 karlheinz riedle)
yedekler: thomas haessler, frank mill, raimond aumann, uwe bein, paul steiner, andreas moeller, hans pfluegler, olaf thon, guenther hermann, andreas koepke
teknik direktör: franz beckenbauer (ger)
netherlands: hans van breukelen (gk), berry van aerle (dk. 66 wim kieft), frank rijkaard, ronald koeman, adri van tiggelen, jan wouters, marco van basten, ruud gullit (c), richard witschge (dk. 78 hans gillhaus), johnny van t schip, aron winter
yedekler: erwin koeman, gerald vanenburg, graeme rutjes, bryan roy, joop hiele, henk fraeser, john van loen, danny blind, stanley menzo
teknik direktör: leo beenhakker (ned)
goller: 1-0 juergen klinsmann (frg) 51' 2-0 andreas brehme (frg) 85' 2-1 ronald koeman (ned) 89' penalty goal
sarı kartlar: frank rijkaard (ned) 20', rudi voeller (frg) 21', jan wouters (ned) 32', marco van basten (ned) 72', lothar matthaeus (frg) 77'
kırmızı kartlar: rudi voeller (frg) 22', frank rijkaard (ned) 22'
raphael honigstein'ın "dördüncü yıldız: alman futbolunun kendini yeniden keşfi ve dünyayı fethi" adlı kitabından;
milan’ın san siro olarak bilinen guiseppie meazza stadında hollanda’ya karşı oynanan 1990 dünya kupası çeyrek final maçı klinsman'ın hayatının maçıydı. 22. dakikada rudi völler ve frank rijkaard kırmızı kartla oyun dışı kalmışlar, klinsmann takımının ilk golünü kaydetmiş, sonra da ileride her topa basmış, sahada deliler gibi koşmuş ve 75. dakikada yürüyecek hali kalmadığında oyundan çıkmıştı. almanya’nın 2-1 galibiyetiyle sonuçlanan maçtan sonra völler “klinsmann ikimiz için de koştu,” derken, teknik direktör franz beckenbauer forvetinin kapasitesinin üstünde bir performans gösterdiğini söylüyordu. klinsmann ise bu kadar çok koşabilmesini kendisini maça zihinsel olarak çok iyi hazırlamasına bağlıyor ve aslında her topun peşinden deliler gibi koşmaktan tarifi zor bir zevk aldığını belirtiyordu.
grubun 2. derbysi inter - milan çekişmesine sahne olacak gibi. milano kentinin takımları inter'de oynayan f. alman matthaus, klins-man ve brehme ile milan'ın asları hollandalı van basten, rijkaard gullit bu kez dünya kupası'nda kozlarını paylaşıyorlar. bu maçta, milano'da hafif alkollü içkiler (bira - şarap) serbest. beckenbauer'ın "hollanda'nın bizi yenmesi büyük süpriz olur" sözleri hollandalıları kızdırdı. savunmalar maça damgalarını vuracaklar. hollanda hücumda, almanya orta alanda daha ağır basıyor. hollanda, eleme grubunda kupa öncesi iyi hazırlanamamanın cezasını çekti. şimdi daha iyi oynuyorlar ama sinirlerine hâkim olan f. almanya maçın favorisi gösteriliyor. takımda hassler sakat yerine littbarski forma giyecek. reuter iyileşti ama böyle önemli bir maçta takımda yer almasının riskli olacağı söyleniyor. onun yerine berthold aynı görevi üstlenecek. kohler'in orta alana sürülmesi düşünülüyor. brehme’nin sarı kart cezası bitti. hollanda da van basten'in eski formuna yaklaşması, moralleri düzeltti. koeman savunmada hâlâ çok aksıyor.
kupada bugün almanya - hollanda arasında milano'da oynanacak karşılaşma için polis, ek güvenlik tedbirleri aldı.
bu karşılaşma için 4 binden fazla polisin görevlendirildiğini belirten yetkililer, zor durumda kalmamak için şimdiden güvenlik tedbirlerini sıklaştırdıklarını belirtiyorlar.
karşılaşma için 50 bin f. almanyalı taraftarın milano'ya geleceği ve hollandalı taraftarların bilet bulamama sorunuyla karşı karşıya kalacakları ve bir sorun çıkmaması için tedbir alındığı kaydedildi.
bu arada milano'ya ek özel otobüs ve tren seferleri düzenlendi. herzogenrath kasabasından geçen hollanda - f. almanya sınırı, maçtan sonra kapatılacak. çeyrek final eleminasyonu maçı sonrası iki takım taraftarları arasında olası bir kavgavı önlemek için f. alman polisi bu kararı aldı.
1966 ve 1978 dünya kupalarında hakemler, ev sahibi ülkeleri “açıkça" kolladılar. 1966’da ingiltere "tartışmalı" gollerle kupaya uzanırken 78’de de arjantin'in sert futboluna göz yumdu.
cumhur canbazoğlu
roma - italya 90 dünya kupası'nda bazı hakemlerin verdikleri ters kararlarla "can yaktığı" tartışılırken daha önceki dünya kupalarında belgelenen hakem hatalarını çizmek günün konusu oldu. daha önceki kupalarda "birçok takımın canını yakan" hakemler gözler önüne serilirken özellikle 1966 dünya kupası'nda ev sahibi ingiltere'nin "açıkça" kayırıldığı belirtildi. 1978 dünya kupası'nda da arjantin'i koruyan hakemlerin, takımların kaderlerini çizdiği söylendi:
1930 uruguay: futbol kuralları tam oturmadığından ilk dünya kupasında hakem hataları fazlaca göze çarpmadı.
1934 italya: italya'daki kupada faşist rejim kupayı almak için elinden geleni yaptı. çeyrek finalde italya - ispanya maçında belçikalı hakem bert, 25 dakika uzatma oynattı.
1938 fransa: bu kupada hakemler başarılıydı. ancak çeyrek finalde fransız hakem chpdevalle brezilya'nın 2-1 üstünlüğü ile biten maçta çek senecky'nin nizami golünü saymadı. 2. maç oynanması gerekti.
1958 isveç: tek hakem hatası yarı finalde f. almanya - isveç maçında yaşandı. almanlar 1-0 öndeyken liedholm'ün topu eliyle düzeltip verdiği pasta skoghund beraberliği sağladı. macar hakem zsolt'un çok kötü bir yönetim gösterdiği bu maçı ev sahibi ülke 3-1 kazandı.
1962 şili: oyun alanının içi ve dışında "şiddet" yaşandığı bir kupaydı. şili - italya karşılaşmasında önce machio sonra david'i yumrukla deviren "boksör" sachiez, ingiliz hakem kenneth alison tarafından sahadan çıkarılmadı.
1966 ingiltere: bu kupa, ev sahibinin kayrıldığı en belirgin şampiyona olarak belleklerde kaldı. çeyrek final elemelerinde ingiltere fransa'yı 2-0 yenerken perulu hakem yarmasaki, yan hakemin ısrarla bayrak kaldırmasına aldırmadan ingilizlerin ofsayttan attığı golü geçerli saydı.
finalde uzatmalar oynanırken ingiliz hurst'ın attığı şut önce direğe sonra yere vurdu. isviçreli hakem önce golü onaylamadı, ancak ingiliz futbolcularn itirazı üzerine kararını değiştirip santrayı gösterdi. bbc yıllar sonra bu şutun gol olmadığını görüntülerle dünyaya açıkladı.
1970 meksika: en temiz kupaydı. hiçbir oyuncu kırmızı kart görmedi.
1974 f. almanya: genelde centilmenlik sınırları içinde geçen bir kupa oynandı. f. almanya hakkıyla şampiyon oldu.
1978 arjantin: ev sahibini koruyan hakemler "geri göndüler". ilk turda arjantin macaristan'ı 2-1 yenerken galibiyete yardımcı olan portekizli hakem garrido macarların en iyi oyuncusunu oyundan attı.
arjantin'in gruptan ilk sırada çıkabilmesi için peru kalecisi quiraga sakat olduğunu ileri sürerek maça çıkmadı. fransız hakem wurtz'un da "kollaması ile" arjantin 6-0 galip geldi. naçtan sonra dünya basını arjantinli generallerin peru'yu ve hakemi satın aldığını iddia ettiler.
1986 meksika: maradona'nın elle attığı gol hakem dahil tüm dünyayı şüpheye düşürdü. bu kupadaki ilk önemli hakem hatası brezilya - ispanya maçında yaşandı. (1-0) avustralyalı hakem bambridge, michel'in attığı muhteşem golü saymadı.
milano (cumhuriyet) -dünya kupası finalleri 2. tura yükselebilme maçında f. almanya hollanda'yı çok zevkli geçen bir karşılaşmadan sonra 2-1 yenmeyi başardı.
maça iyi başlayan hollanda, ilerleyen dakikalarda bu üstünlüğünü koruyamayınca f. almanya oyuna ağırlığını koydu. iki takım karşılıklı gol pozisyonlarını değerlendiremedikten sonra elektrikli havada oynanan maçta iki oyuncu krmızı kartla oyun dışında kaldı. 22. dakikada voeller kendisine sert giren rijkaard'a küfür edip tükürünce rıjkaard da aynı şekilde karşılık verdi. bunun sonucunda iki oyuncu kırmızı kartla oyun dışında kalarak takımlarını 10 kişi oynamaya mahkûm ettiler. maçın ilk yarısı 0-0 sona erdikten sonra 2. yarıda sahanın tek hakimi f. almanya'ydı. hollanda'nın isteksizliği buna karşılık f. almanya'nın hırsı 53. dakikada f. almanya adına golü getirdi. bu dakikada bachwald'ın soldan ortasına ön direkte sol ayağının içi ile filelere gönderen futbolcu klinsmann'dı. golden sonra almanya daha da coştu. hollanda'nın pasif oyununa karşılık f. almanya pek çok rakip defansı az adamla yakalamasına rağmen golü bulamadı. f. almanya'nın gününde olan oyuncu su klinsmann, hollanda defansı na soğuk terler döktürdü. seyir cisnin muhteşem desteğini arkasına alan f. almanya 85. dakikada 2. golü buldu. bu dakikada riedle'nin pasıyla solda ceza sahası çizgisi üzerinde buluşan brehme, falsolu bir vuruşla almanya'yı çeyrek finale taşıyan golü attı.
kalan dakikalarda f. almanya riedle, litbarski ve matthaus ile pozisyonları değerlendiremedi.
88. dakikada van basten, augeathaler tarafından düşürüldü. kullanılan penaltıyı koeman gole çevrdı ve maç 2-1 sona erdi. bu sonuçla hollanda hiç galibiyet alamadan elenirken favori olarak gösterilen almanya çeyrek finale çıktı.
milano - hollanda 7 eylül 1974 'de kaybettiği muhteşem kupa finalinden sonra f. almanya ile oynadığı her maça final havasında çıkıyor. bu karşılaşmada da hollanda başlama düdüğü ile birlikte müthiş bir hızla rakibine saldırdı. f. almanya hücumunun kilit adamı brehme'nin koşu yolu van't schip tarafından kesilince voeller ve klinsmann'ı besleme görevi littbarski'ye düştü.
bol yıldızlı maçta bol adam markajı izledik. kohler, van basten'i, wosters de mattheus'u bir an bile boş bırakmadılar. klinsmaan'ı tutan rijkaard oyun dışı kalınca onun rolünü üstlenen van aerle sürekli adamını kaçırdı. van aerle çıktıktan sonra van tiggelen de tek açık oynayan linsmann'ı tutmakta zorluk çekti. rahatlayan klinsmann ikinci yarının başında golünü atarak voeller'in yokluğunu giderdi. sinirlerine hâkim olamayarak kırmızı kart gören boeller böyle önemli bir maçta arkadaşlarını yalnız bırakması affedilmeyecek bir hareket.
f. almanya bu maçta defansta çok iyi oynayarak hollanda'yı geçti. beckenbauer'in f. almanyası, çekoslovakya önüne voeller de olsa büyük moralle çıkıyor.
alman basını, hollandalı rijkaard için bu deyimi kullanırken fifa’ya, maçın hakemlerine ateş püskürüyor.
dilek zaptçıoğlu
köln - almanya'da doğu ile batı'nın birlşme heyecanı yerini tümüylr futbol coşkusuna bıraktı. takımının kupaya en yakın favori olduğuna artık iyice inanan almanlar, önceki akşam hollanda maçını izlemek üzere evlerine kapandılar. maç 26 milyona yakın kişi tarafından seyredildi. izleme rekorunu hâlâ 1986 dünya şampiyonası'nın final maçı olan almanya - arjantin karşılaşması elinde tutuyor.
hollanda maçında arjantinli hakemin aldığı karakarı alman basını ve halk "skandal" olarak niteliyor. alman futbol federasyonu dfb, hakemin völler'e kırmızı ve augentaler'e sarı kart kararına kızıp fifa nezdinde girişimde bulundu
takımın antrenörü franz beckanbauer, dün sabah alman televizyonunda yayınlanan konuşmasında kararları "haksızlık" olarak niteledi ve avrupa takımlarının maçına gümey amerika'lı hakem tayin edilmesini yanlış bulduğunu söyledi.
hollanda'nın kupadan elenmesiyle sonuçlanan maç, arjantinli hakemin kararları yüzünden daha uzun süre tartışılacak. alman televizyonu rijkaard'ın völer'e sataşmalarını, saçlarından ve kulaklarından çektiği ve tükürdüğü görüntüleri defalarca tekrarlarken alman basını rijkaar'a "en uzun mesafeden tükürük atan futbolcu" ünvanı verilmesini talep ediyor.
milano (cumhuriyet) - hollanda'yı 2-1 yenerek çeyrek finale yükselen f. almanya takımı'nın yıldız futbolcusu jurgen klinsmann düzenlenen basın toplantısında f. almanya'nın italya ile final oynayacağını söyledi. hollanda'nın tüm adamları ile kendisini tutmakta yetersiz kaldığını vurgulayan klinsmann "avrupa şampiyonlasından kalan bir hesabımız vardı. yendik ve ödeştik" dedi.
basın toplantısında heyecanlı tavırları ile dikkati çeken klinsmann maçı yorumlarken şunları söyledi: "hollanda karşılaşması futbol hayatımın en güzel maçıydı. kritik dakikalar yaşadım. özellikle rudi'nin (voller) oyun dışı kalmasına çok üzüldüm. ben attığım golleri bir başkasına adamayı sevmem. ama bu kez golümü şanssız arkadaşım rudi'ye armağan ediyorum."
salonu dolduran gazeticilerin soruları genellikle rijkaard'ın oyundan çıkarılmasından sonra klinsmann'ın kendini nasıl hissettiği şeklindeydi. klinsmann konuya açıklık getirirken şöyle dedi: "takım arkadaşım rudi'nin oyundan çıkarılmasından sonra hareket edebilecek daha geniş alan buldum."
oyun iinde hollanda'nın uygulakdığı taktyiğin tutmadığını vurgulayan klinsmann, rakip takımda kendi hızına uyum sağlayacak kimse olmadığı için gol atmakta zorlanmadığını söyledi. klinsmann sözlerini tamamlarken şunları söyledi: "her maça dikkatli başlarım. büyük konuşmam. kafamdaki tek düşünce bu maçtan galip ayrılmaktı. bachfald'ın ortasına atak yaparken golü atacapımı biliyordum. rijkaard'dan sonra üzerine van aerle'yi sürdüler. onunbenim süratimle baş edemeyeceğini biliyordum. sonunda oyunu terk etmek zorunda kaldı. bu kez van tiggelen'i beni marke ile görevlendirdiler. tek açık gibi oynadığım için onu da rahatlıkla geçtim."
notlar brezilya direklerin kurbanı roma (cumhuriyet) -
* önceki gün holanda'yı 2-1 yenerek çeyrek finale yükselen federal almanya, 4 maçta 12 golle (maç ortalaması 3 gol) en fazla gol atan takım ünvanını sürdürüyor.
* milan başkanı berlusconi, şeref tribününden izlediği hollanda - almanya maçından sonra gazetecilerin sorularını yanıtlarken, "van basten mi? onu sahada göremedim. herhalde erkenden tatile çıktı" dedi.
* fifa, dünya kupası’nda 2. turda hollanda f. almanya arasında oynanan karşılışmada kırmızı kart gören f. almanyalı rudi völler'in çeyrek finalde çekoslavakya karşısında oynayamayavağını, hollandalı frank rijkaard'ın da 3 uluslararası karşılaşmadan men edildiği açıkladı.
fifa disiplin komitesi yaptığı açıklamada, karşılaşmada birbirlerine sert davranan ve kırmızı kartla oyun dışı kalan f. almanya'lı völler'in 1 maçlık cezasının çekoslovkya karşısında uygulanacağını belirtti.
kırmızı kartla oyun dışı kalan völler ve rijkaard yaklaşık 20 bin isviçre frankı (14 bin 300 dolar) para cezası ödeyecek.