15.06.1952 de polonyayı deplasmanda 5-1 yendikleri maçtan bizimle oynadıkları maça kadar 41 maçta 34 galibiyet 6 beraberlik ve sadece 1 mağlubiyet alıp 167 gol atıp 50 gol yemişlerdi.bu süre zarfındaki tek mağlubiyetlerini 1954 dünya kupası finalinde almanyaya karşı favori oldukları final maçında 3-2 ile almışlardı.puskas,kocsis,hidegkutili kadroları ile ingiltereyi wembley stadında 25.11.1953 de 6-3 yenme başarısını göstermişlerdi.23.05.1954 de ise ingiltereyi macaristanda bu sefer 7-4 yenmeyi başardılar.
bundan sonrası bu maçla ilgili anı olup alıntıdır;
macaristan, 1950´li yıllarda tam anlamıyla bir efsaneydi. ferenc puskas da o kadronun en önemli yıldızlarının başında geliyordu. o dönemde ingilizler’e, almanlar’a 6-7 atan macaristan´a ender yenilgilerinden birini türkiye tattırmıştı. bu da türk futbol tarihine macar zaferi olarak geçmişti.
türk milli takımı, 2000 avrupa şampiyonası’nda çeyrek final oynadı, 2002’de dünya üçüncüsü oldu... teknik direktörler, futbolcular film şeridi gibi geldi geçti... ay-yıldızlılar nice zaferler yaşadı... ama biri var ki yarım asır geride kalsa da asla unutulmadı: 1956’daki 3-1’lik macaristan zaferi...
macarlar, o günlerde futbolda dünyayı kasıp kavuruyordu. hatta wembley’de ingiltere’yi yenen ilk takım onlardı. hem de 6-3... 1956’daki maça sayılı günler kala, dönemin federasyon başkanı hasan polat, yalnızca millileri değil, tüm birimleri alarma geçirdi. eşfak aykaç, belirlediği geniş kadroyla adeta dünya kupası’na giden bir ekip lideri titizliği sergilemişti. namzet kadro, ilk deneme maçını f.bahçe stadı’nda beyoğlu’na karşı oynuyor ve maçı 9-1 kazanıyordu. ekibi oluşturanların tempolu oyunu, aykaç’ın olduğu kadar, futbolseverlerin de beğenisini toplamıştı.
diğer yandan maçın oynanacağı mithatpaşa (inönü)’nın kapasitesinin artırımı için bir seferberlik başlamıştı. kalelerin tam arkasına yapılacak portatif tribünlere seyirciler a ve m kapılarından girecekler ve kapasite bir parça olsun artacaktı. bir kısım seyirciye daha yer açmak için yapılan bu operasyon, en çok foto muhabirlerini kızdırmıştı. o günlerin en önemli maç fotoğrafı, gol enstantaneleriydi. teleobjektif, zoom gibi optik teknolojisinden yoksun foto muhabirleri, kale arkalarında oturamayınca nasıl gol fotoğrafları çıkacaktı!
macar devinin türkiye’yi ziyareti, ülkenin bir numaralı gündemiydi. yalnız istanbul değil, türkiye ayağa kalkmıştı. ankara profesyonel futbol ligi lideri güneşspor da kafile halinde istanbul’a gelip macarlar’ı izleyeceğini açıklamıştı. güneşspor’un peşine, diğer takımlar da takılmıştı elbette...
gelecekler, geliyorlar derken nihayet 3 şubat günü macarlar istanbul’a geldi. 23.40’ta yeşilköy’e inen sas havayolları uçağından çıkan puskas, bozsik, czibor, hidekuti gibi yıldızların ışıltısı etrafa saçılıyordu. her yerde, ajanslarda, radyolarda, gazetelerde, kahvehanelerde, evlerde, tüm meskun mahallerde macarlar konuşuluyordu. macar yıldızlar, istanbul’da günlük hayatı durdurmuştu adeta. yalnızca macarlar mı? yağan yoğun kar da istanbul’da hayatı felce uğratıyordu. yıllardan beri görülmemiş olan kar fırtınası yüzünden ulaşım tümüyle durmuştu. 700 binlik şehr-i istanbul’da ekmek ve yakacak sıkıntısı baş göstermiş, ortalama 70 santimi bulan kar nedeniyle merkezin diğer ilçeleriyle irtibatı kesilmişti. denizlerdeki fırtına ve tipi, korkunç bir hal almıştı. karadeniz’de imdat isteyen iki gemiden haber yoktu. karaya oturan iki şilebin mürettebatı ise güçlükle kurtarılabilmişti. boğaz seferleri tümüyle iptal edilmiş, köprüsüz günlerde istanbul’un iki yakası bir araya gelmiyordu! boğaz’da mayın görüldüğü haberi ise tipiyle karışık bir panik havası estirmişti.
izmir’de çifte tarife: 8-1, 11-0
5 şubat 1956 günü oynanması planlanan ve biletleri kapışılan maç bu şartlarda elbette oynanamazdı. karakışın teslim aldığı istanbul’da maç tehir edildi. jandarma ve poliste izinler kaldırılmış, askeri birlikler kapanan yolları açmaya çalışıyordu. kar fırtınasının devam ettiği ve mithatpaşa stadı’nın 70 santim karla kaplı olduğu dondurucu 4 şubat günü, aklı olan evinden çıkmıyordu.
türkiye’yi kar tipi sarmış; ama macarlar’ın da sebebi ziyaretleri gereği maç yapmaları gerekiyordu. milli maç 19 şubat’a ertelendi. macar kafilesi, ülkenin nispeten sıcak bölgesine, izmir’e transfer edildiler aynı gün. izmir, hava muhalefetinden koruma altındaydı. ya macarlar’dan... izmir-budapeşte karması adı altında yapılan maçta, izmirli futbolcular macarlar karşısında gol fırtınasına yakalanmıştı o gün. puskas atıyor, tichky atıyor, toth atıyor, czibor atıyor... atıyor da atıyor... henüz ilk devre bittiğinde skor tabelası macarlar lehine 7-1’i gösteriyordu. macarlar, şeref sayımızı atma şerefini bile bize bahşetmemişti. hanemizdeki tek golün sahibi de macarlar’dı. ancak devrede soyunma odasına 7 golle giren misafirler, ikinci yarıda insafa geliyor ve maç 8-1 bitiyordu. ertesi gün selçuk’taki efes harabeleri’ni gezen macaristan kafilesi yine bol bol imza dağıtmıştı. ama asıl dağılan bir sonraki gün bizimkiler oldu. macarlar, izmir karmasını bu kez daha acımasızca topa tutmuştu: 11-0.
sebes: futbol ziyafeti çekeceğiz
izmir’deki iki maçta 19 gol atan macarlar, ertesi gün ankara’ya geçti. kafile başkanları dr. sebes, esenboğa’da yaptığı açıklamada, kendilerine gösterilen meşhur türk misafirperverliğine mukabele edemedikleri için üzüldüklerine vurgu yapıyor ve başkent futbolseverine de hemen oracıkta müjdeyi veriyordu: ‘size bir futbol ziyafeti çekeceğiz!’ 19 mayıs stadı’nın üç tarafına kurulan portatif tribünlerde 10 bin seyirci karşısında oynanan ankara-budapeşte karması maçını da misafir ekip çok rahat ve farklı kazanıyor ama bu kez golleri abartmıyordu. izmir ve ankara’dan sonra sonra tekrar istanbul’a dönen macarlar, budapeşte-istanbul karması maçını da 4-2 kazanıyordu.
aynı günlerde cortina d’ampezza’da kış olimpiyatları başlamıştı. istanbul’daki beyaz olimpiyatta(!) ise mithatpaşa stadı’nı kardan arındırmaya çalışan 15 amelenin madalya kazanmaları mevzubahis bile değildi. tek kazançları, ünlü macarlar’ı bedava izlemek olacaktı. maçın iptal edildiği gün bizim milliler şeref stadı’nda, macarlar ise spor sarayı’nın salonunda antrenman yapmıştı. yoğun kar yağışıyla istanbul adeta karaborsa şehrine dönmüştü. baş gösteren ani kıtlık nedeniyle bazı yerlerde ekmek fiyatları 60-70 kuruşa çıkmıştı. ekmek bir yana, ahalinin asıl derdi biletti. istanbul radyosu’ndan naklen yayınlanacak büyük maçın biletleri karaborsada 150 liraya alıcı buluyordu. macaristan maçı için biletini cebine koyanların yürüyüşü bile değişiyordu.
macarlar önüne çıkanı deviriyor
derken, büyük gün gelip çattı... 19 şubat 1956... iki ay önce akdeniz kupası maçında paris’te fransa b takımına mağlup olan millilerimizin macaristan devi karşısında nasıl bir şansı olabilirdi ki! eskiler macarlar’ı çok mu abartıyordu? hayır, asla! puskaş’lı, hidegkuti’li, lantoş’lu, czibor’lu kadrosuyla macaristan, dünya futbolunun merkeziydi. 1950’lerin futbol dünyasında bir macar futbolu vardı, bir de ötekiler... macarlar, türkiye ziyaretlerinden önce futbolun mucidi mağrur ingilizler’i ünlü wembley stadı’nda 6-3 gibi bir skorla dağıtmıştı. budapeşte’deki rövanşta da ingiltere’yi 7-2 deviren macarlar’ın yanına bile yaklaşılmıyordu.
önüne geleni ezip geçen ve 1954’ten beri yenilgi yüzü görmeyen dev futbol firması ile yapacağımız maç için mithatpaşa stadı hınca hınç dolmuştu. öyle ki portatif tribünler bir yana, pist kenarına da seyirciler alınmış ve o günler için rekor sayıda (28.241) biletli seyirci, yine rekor bir bedel (201.925 lira) ödeyerek tarihe tanıklık etmek için yerlerini almıştı.
yugoslav hakem stefanoviç’in yönettiği maça macaristan; farago, buzansky, lantos, szojka, bozsik, kotasz, toth (dk. 46 csordas), machos, tichy (dk. 31 hidegkuti), puskas ve czibor’lu tertibiyle çıkıyordu. türkiye’nin kadrosunda ise şu isimler vardı: turgay şeren (g.saray), ali beratlıgil (g.saray), ahmet berman (beşiktaş), mustafa ertan (ankara karagücü) (dk.75 saim tayşengil (g.saray), naci erdem (f.bahçe), nusret ülük (beşiktaş), isfendiyar açıksöz (g.saray), coşkun özarı (g.saray), metin oktay (g.saray), kadri aytaç (g.saray), lefter (f.bahçe)...
dünyayı şaşırtan sonuç: 3-1
maç başlar başlamaz macarlar birkaç kez kalemizi yokladılarsa da kalecimiz turgay gole izin vermiyordu. ardından atak sırasını biz aldık. 6. dakikada isfendiyar sağdan süratle topu taşıdı, macar ceza sahasına inip landos’u da çalımladıktan sonra ortasını yaptı. bu ortaya harika bir vole yapıştıran lefter, topu macar ağlarıyla buluşturdu. bu golle moral bulan ekibimiz, etkili bir futbol oynamayı sürdürdü. pozisyon versek de biz de karşılığını buluyor ve macarlar’a kafa tutuyorduk. 41. dakikada macar solbeki cantos, lefter’i ceza sahası içinde çelmeledi. yugoslav hakem penaltıda tereddüt etmedi. atışı kullanan lefter, devreyi 2-0 galip kapamamızı sağladı.
ikinci devrenin hemen 40. saniyesinde nusret-kadri-isfendiyar kombinezonu ile geliştirdiğimiz atakta, isfendiyar’ın ortasına çıkan metin oktay, topu üçüncü kez macar ağlarıyla buluşturuyordu. 81. dakikada şeref golünü bulan macarlar karşısında elde ettiğimiz 3-1’lik zafer sonrası saha bayram yerine dönüyordu. böylece türkiye, 1951’de berlin olimpiyat stadı’ndaki 2-1’lik almanya galibiyetinden sonra tarihinin ikinci büyük zaferini daha kazanıyordu. yarım asır önceki bu efsane maçtan sonra macar antrenör mandi, ‘türk kardeşlerimiz kapalı savunma oynayarak kazandı. fakat daha çok çalışmaları lazım.’ yorumunda bulunuyordu. teknik direktör eşfak aykaç ise ‘bu galibiyet istikbal için bize büyük ümitler verdi.’ diyordu. kaptan turgay şeren de “bu tarihi maçı kazandık. allah’a bin şükür!” diyerek sevincini ortaya koyuyordu. bizim inanmakta güçlük çektiğimiz büyük galibiyet, dünya basınına ‘yılın sansasyonu’, ‘türkler’in en büyük zaferi’, ‘akıl almaz hadise’ manşetleriyle yansıyordu.
verkac.org dan selim arda üçerin yazısından alıntıdır;
isfendiyar, 2 numaranın arkasındayım, tam önüne geçiyorum topu arkaya ortalıyorsun’ diye sitem etti metin. isfendiyar rüzgârın azizliğinden dem vuracak, sayısız defa gol attırdığı arkadaşına karşı kendini savuracaktı ki lefter söze karıştı: “metin, isfendiyar’a laf etme, doğru yerde durursan sana bile çarptırıp attırır golünü”… soyunma odasında herkes güldü bu cevaba. ne de olsa günlerdir süren stres ilk yarıdaki iki golle yerini rahatlamaya bırakmıştı.
yoğun yağış sonucu oluşan istanbul’daki 70 santimetrelik kar kalınlığı nedeniyle ertelenen maç, 1950’lerde ingiltere ve almanya gibi dünya devlerine bile leblebi gibi gol atan macarlar’ın baskısı ile başlasa bile, 6. dakikada lefter’in golü ile türkiye sürpriz biçimde öne geçmişti. isfendiyar sağ kanattan neden kendisine rüzgârın oğlu dendiğini macarlar’a futbol diliyle açıklamak istercesine hareketlenmiş, daha sonra en iyi yaptığı işi yapmıştı; golcüyle topu buluşturmak. lefter, kadri, metin daha top isfendiyar’ın ayağına değdiği anda pozisyon almışlardı bile… günlerdir, gelmeleri, açıklamaları, izmir ve ankara’da yaptıkları hazırlık maçları ile ilgi odağı olan macar futbolcuların şaşkınlıkları, kapasitesi portatif tribünlerle artırılan mithatpaşa stadyumu’nun her yerinden rahatlıkla fark ediliyordu.
türkiye’nin ikinci golü yine lefter’den bu kez penaltı ile geldi. ikinci yarıya avantajlı çıkacak türk ulusal takımı soyunma odasında son taktikleri alırken, isfendiyar metin’e bir şeyler fısıldıyordu: ‘sağda lantos’u geçtiğim an topu bekle…’
öyle de yaptı metin, hem de ikinci yarının daha kırkıncı saniyesinde ve ulusal takımın üçüncü golünü attı.
türk milli takım tek seçicisi eşfak aykaç ile macar mucizesini yaratan ünlü futbol adamı gustav sebes'in anıları şöyle;
eşref aykaç, yarattığı mucizeden sonra soyunma odasının şaşkınlığını şöyle anlatıyor:
"bir ara kendimi bayılacakmış gibi hissettim. macar soyunma odasına girdiğimde başta kaptan puskaş, milletvekili bozsik ve hidegkuti olmak üzere bütün takım ayağa kalktı... çoğu ağlıyordu... şaşırdım gözlerim doldu... "
sebes, 28 yıl önceki puşkaş, kocsis, hidegkuti, milletvekili bozsik gibi dev isimlerle yarattığı macar harika takımını anlatan hatıratında şunları yazıyor: "macar harika takımını mayınlayanlar ne almanlardır, ne de ingilizler. bizi türkler dize getirdi..."
"macar milli takımı'nda, türklerden iki kişinin oynayacağı kanısındayım: isfendiyar ve lefter..." "türkler bize oynadıkları futbolu dünya kupasında tekrarlasalardı ne olurdu sorusunu zaman zaman sordum. herhalde ilk dört içinde yer alırlardı..."
namı değer "beton mustafa" mustafa ertan maçın yıldızlarından olmuştu.aşağıda onunla ilgili bir alıntı mevcut;
mustafa ertan’la ilgili olarak görüşüne başvurduğumuz ve aynı maçın canlı şahidi sami çölgeçen’den çok güzel bir tanımlama geliyor beton mustafa ve o maç için:“sağhaf oynayan beton mustafa, soliç oynayan puşkaş’ı sahadan sildi,nefes aldırmadı. öyle ki maç 3-0 olduktan sonra galatasaraylı saim’le değiştirilen mustafa oyundan çıkınca rahatlayan puşkaş hemen golü atıp skoru 3-1’e getirmişti.”
1956 yılında fenerbahçe dinamo moskova ile hazırlık maçı yapmak için moskova'ya gider. maçı fenerbahçe yönetcilerinden niyazi sel anlatacaktır. maçın ilk yarısının ardından niyazi sel, "soyunma odasına gideceğim. ikinci yarıya yetişirim" der ve gider. maçın ikinci yarısı başlamak üzeredir ve niyazi sel hala ortalıkta yoktur. halit kıvanç mecburyetten maçı anlatmaya başlar. niyazi sel ha geldi ha gelecek derken maç biter. maçın bitiminde niyazi sel'i gören halit kıvanç, "neredeydin" diye sorunca sel, "geldim ama o kadar güzel anlatıyordun ki bölmek istemedim" der ve halit kıvanç maç anlatmaya böyle başlar.
halit kıvanç'ın "gool diye diye" kitabında yer alan bu anının ardından halit kıvanç şöyle devam ediyor;
"aslında ne kadar çok isterdim bu maç spikerliğine 1956'nın ortalarında değil de, daha öncelerde, hiç değilse aynı yılın ilk günlerinde başlamış olmayı... o unutulmaz macar zaferini anlatabilseydim... eşref aykaç'ın tek seçiliciliğinde puşkaş'ın dünyayı titreten takımını 3-1 yenişimizi, lefter'in, metin'in, o gollerini, isfendiyar'ın inişlerini, tugay'ın kurtarışlarını, kısaca 'macar destanı'nı sunabilseydim. çok isterdim, çok... çünkü bir spikerin, milli duygularla çoştuğu bir mlli sevinci anlatmasındaki mutluluk, hiçbir güzellikle kıyaslanamaz. bunu mikrofon başında o zevki yaşayanlar bilir. tabii acı sonuçlarda da üzüntünün aynı ölçüde büyük oluşu gibi..."
ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
ömer madra'nın "ömür boyu süren şarkı: metin oktay" başlıklı yazısından;
dillere destan -ve artık biraz da fazlaca çiğnenmiş bir çiklet olan- 3-1'lik "macaristan zafer"inde, olanca cüssesiyle üzerine "çöken" kaleci farago'nun altında ezilirken ayağının ucuyla "görmeden" tıngır mıngır kaleye yolladığı top... (ve yedekler arasından fırlayan recep'in onu yerde kucaklayışı.)
ilk basımı 2002 olan islam çupi'nin "futbolun ölümü" kitabından;
yıllardan esintiler
1956 yılındaki macaristan maçına gelen seyirci, bana göre bütün zamanlarda stadlara teşrif etmiş futbolun en anlar kitlesiydi. benim de içinde bulunduğum istanbul o maç için yatağı yorganı mithatpaşa'nın çeşitli kuytuluklarına serip geceyi orada geçirmiş, sabah erkenden kuyruğa girerek bu milli maç tarihindeki en büyük oyun klasiği olan doksan dakikayı, sahanın her karesine her dakikasına ayrı dikkatler atarak bir sanat eserini izler gibi seyretmiştir. o maçın seyirci dikkati, seyirci zarafeti, seyircinin futbolun içine girmişliği ile günümüzde davul birikintisi ve gürültüsünde her türlü küfürü eden yakası açılmadık görüntüler sunan insan kalabalığına her şey denir, ama futbol seyircisi denmez herhalde...
1935-55 arasında futbol oynayan hiçbir futbolcu anormal transfer parası almamasına rağmen, bu oyunu bıraktıktan sonra sürünmemiş ve hayata iyi ve kötü devam etmiştir. çoğu lise ve üniversite mezunu olarak futbol sahasından çıktıktan sonra işlerine devam etmişler, bazıları ise devlet kademelerinde genel müdürlüğe kadar yükselmişlerdir. profesyonelliğin bir poker masası gibi çok kazançlı olduğu 1955-90 dönemlerinde oynarken çok para kazanan futbolcular sahalara veda ettikten sonra meyhane köşelerine ve alkol bardaklarının diplerine düşmüşler, içici ve diğer keyifleri intihar edecek biçimde kullandıkları için, erken yaşlarda mezara girmişlerdir. mezar taşları yazılmayan dünyevi sefaletlerin toprağa yatırdığı futbolcu ölüleriyle doludur.
futbol, profesyonellik yogunlaşmamış iken, resmi maçlar, milli oyunlar ve avrupa kupaları'yla mevcudun iki misline çıkmamış iken, kulüp gelirleri giderlerin çok altında kalmamış iken, bu oyun dünyada olduğu gibi türkiye'de de gündüz oynanırdı. sonra televizyon girdi türkiye'nin her türlü yaşam kesitine... tv, türk insanını esir aldığı gibi, maçları da her kulübe belirli bir ücret ödenmek üzere satın aldı. artık şifreli kanala belli bir ücret ödeyen varlıklı kesim evlerinde divana ayak uzatarak maçları izlerken, parası olmayanlar kahvehane ve birahanelere koştular gençliklerini sarhoş etmek için... oksijenin daha çok olduğu gündüzden karbondioksitin çoğaldığı geceye yapılan futbol maç transferi, hem bu oyunun gündüz güzelliğini bozmuş hem de oyuncuların kişisel randımanını geriletmiştir. bu durum türk spor basınını bir kere daha yozlaştırmış, önceleri çok düşünülerek yazılan ve futbol dalında bir sanat eseri olan maç yazıları artık tribünde kaleme alındığından kaliteleri kaybolmuş ve herkes tarafından kaleme alınmaya başlanan bir kuruluğa yuvarlanmıştır.
60 yıldır kurum prensiplerine hatta formadaki ay-yıldızlı bantın ebatına dokunulmayan o milli takım ilkeleri ve maçlara çıkış gömlek ve pantalonu, şimdi sponsorların verdikleri fiyata göre enlenip daralmakta, ay-yıldızımız istenen yerde, istenen biçimde ve ufaklıkta kullanılmaktadır. 19801i yıllarda adidas'a yaptırılan ve ay-yıldızlı bantın içine konulmadığından milli takıma giydirilmeyen ve neredeyse onu yaptıranın ihanet-i vataniyeden yargılanma safhasına gelen milli takımlar eski menajeri erdoğan şenay nerede şimdi?
federasyon başkanlığı koltuğunda şimdi haluk ulusoy oturmakta, formaları hangi spor firması pahalı fiyat verirse ona istediği gibi yaptırmakta, milli takıma ağa sistemi içinde 25 milyar lira prim vermekte, türkiye birinci futbol ligi isminin önüne para karşılığında iki yıl için telsim yazdırmaktadır.
biz görmeyeceğiz, ama gelecek nesiller daha neler görecekler, kimbilir.
ilk basımı 2002 yılında olan hakan dilek'in "işte böyle bir şey" kitabından;
"dosttuk arkadaştık hani..." coşkun ozarı
"kamplarda zeytin, peynir ve reçel yenilecek diye tamim yayınlanırdı. her futbolcuya birer ya da ikişer tane çay fişi dağıtılırdı." belleğimiz sağlam... tarih 23 kasım 1975... takımımız, sovyetler birliği'ni atatürk stadı'nda, fomenko'nun kendi kalesine attığı golle 1-0 yendiği maçın öncesinde izmir'de kampta... coşkun hoca portakal suyu içmek isteyen çocuklarını kıramıyor. kıramadığı çocuklar da, rasim karalar, fatih terimler, b. mehmet'ler, cemil'ler, turgaylar, ali kemaller... ilk gençliğimizin en şık çocukları. sen misin "üstten" izin almadan portakal suyu içiren: "ankara'dan müfettiş gelmiş ve hakkımda soruşturma açmıştı. çok zordu koşullar..." insanın nutku tutuluyor. farkında olmadan 'naşı yaa? doğru mu söylüyorsun hoca?' gibi abuk sabuk şeyler çıktı ağzımdan. "yanlış söylenecek durum yok. belgeler ortada."
47 yıl sonra
yıl 2001. italyan marco'nun torbadan küçük elleriyle türkiye çektiği 1954 mart'ından tam 47 yıl sonra yeniden dünya kupası finalleri için heyecanlandık. 47 yıl öncenin milli takımı'ndan bir oyuncuyla yine siyah-beyaz fotoğraflar üzerinde gezinmek mümkündü, ama günlük spor basını, kriz dönemi türkiye'sinde futbolculara verilecek primin üzerine gidiyor, milli duygularla yer değiştiren ve bu duygulardan biraz daha güçlüymüş gibi duran 200 bin doları konu ediyordu. daha önce de bir jip mevzusu yormuştu gazete manşetlerini. yani mevzu tamamen "duygusaldı!" ve biz de "duygusaldık". yani bizim bu özel mülkiyet düşmanlığını aştı iş. coşkun hocanın hakkında soruşturma açılmasına neden olan portakal suyu macerasının üzerinden 26 sene geçmiş. ya da o günlerde portakal suyu durumundaki çocuklar, bugün koca delikanlı olmuş aslanlar gibi tribünlerdeki yerlerini almışlardır. anlatsak inanırlar mı acaba?
hemen istatistiklere gidelim: 1961-62, 1963-68, 1971-75, 1981-84, 1986 yılları arasında milli takımımızın değişen, ama hep tercih edilen çalıştırıcı ismi olarak tarihimizde müstesna bir yeri var coşkun özarı'nın - toplam 56 maç, 24 mağlubiyet, 14 galibiyet ve 16 beraberlik: "sürekli gidip geliyorduk. çünkü o dönemdeki yönetimle ve mentaliteyle anlaşmak mümkün değildi. ben istifa ediyordum, onlar kabul etmiyorlardı. çünkü kim bu olanaksızlıklar içinde çalışmayı kabul ederdi ki? 'gel' diyorlardı, hadi bakalım gidiyorduk. ne saha, ne kamp yeri vardı, ne de para vardı. bir izmir kampında maçtan önceki idman için sahanın kilidini kırıp içeri girmiştik. kimse dünyada ne olup bittiğini bilmiyordu ki!.. zaten federasyon başkanları tamimle atanıyordu. gelen başkan da, ne yapıyor ilk iş olarak, ekonomi kuruyordu kendine göre. rakibimizi izlemek için yurtdışına gitmeden önce üst düzeyde rezervasyon yaptırırdı adamlar. 250 mark harcırahla yola çıkardım. benim için ayarlanan otele gider önce kapının arkasındaki fiyat listesine bakardım. 200 mark sadece yatak parasıydı... tabii çok güzel anlarımız da oldu." o zamanlar futbol federasyonu'nun "milli maçta para olmaz çünkü milli maç vatani görevdir" dediği zamanlar. o zamanlara öykünüyoruz tabii. kristal düşlerimizin üzerinde kara bulutların dolaştığı ama gülümseyerek gezdiğimiz zamanlar. biz bu para işinin -tüm hayatımıza olduğu gibi- sporu altetmesine karşıyız asıl.
macar maçı
"bir macar maçı var ki... 1956'da..." diye anlatmaya başladığı güzel bir anının penceresinden içeri alıyor bizi. ol rivayet ki halk bugünkünden daha aç başarıya. macar maçının galibi futbolcular evlerine eskort eşliğinde dönerken her yaştan insanlar pencerelerden çiçek atıyor. ankara'da büyük millet meclisi'ne çıkarıyorlar takımı. dönemin başbakanı adnan menderes hem de arkasında kendi imzası bulunan birer altın kol saati hediye ediyor helalinden... sonra oyuncuları celal bayar "kabul ediyor": "bazen tarihin bir döneminde rastlıyor, iyi ekipler buluşuyor. bizde de sadece asker olan bir mustafa ertan vardı. o da ankara karagücü takımından. gerisi galatasaray, fenerbahçe ve beşiktaş takımlarının en iyi topçularıydı. 1951'de federal almanya'yı yenen takımı falan düşünün. onlar bu dönemde yanyana gelmiş iyi futbolculardı. ünlü alman yıldız breitner'le daha sonraki kurslarda görüştüğümüzde 'halk bazen çok ister. avrupa şampiyonu olduk, halk sevinçten çıldıracak gibi olmuştu. ama dünya şampiyonu olduğumuzda aynı ilgiyi görememiştik,' demişti. yani bazı şeylerin doğal akışı içinde gerçekleştiği ve mucize diye adlandırabileceğimiz durumlar olur. işte o anlardan biri de bu macar maçıydı."
şampiyon galatasaray
coşkun özarı 1970-73 yılları arasındaki o muhteşem galatasaray takımının başında. yanında ingiltere'den brian birch var. selahattin beyazıt, coşkun özarı'nm galatasaray lisesi'nden arkadaşı. kafa kafaya verip iyi bir ekip için kolları sıvıyorlar. "tek yetkili özarı'dır," diyor beyazıt. iyi de ediyor. coşkun hoca aynı takımdan oyuncuları transfer etmenin daha iyi olacağını düşünerek ptt'den aydın metin ve tuncay'ı alıyor: "aydın ve metin oynuyordu, ama tuncay küçüktü daha. ve sonra en iyilerinden biri tuncay çıktı. hatta şekersporlu cengiz diye bir futbolcu vardı, ben onu aldım, metin'i de onun yedeği olur diye düşünmüştüm. ancak cengiz istanbul'a ve büyük bir takıma ayak uyduramadı ve geri dönüp kayboldu ortalıktan. metin ise yıldız bir oyuncu oldu. o da çok akıllı, efendi ve iyi bir futbolcuydu. türkiye'nin en iyi kanat oyuncularından biri oldu."
şerefli mağlubiyetler dönemi
1970 yılı şampiyonlukla geçildi ve ingiliz birch saha içi çalıştırıcısı olarak galatasaray'a alındı: "bana çok saygılıydı birch. biraz da menfaat tabii. cebinde akrep vardı birch'ün. ben yemek yemesem yemek yemezdi. bütün idare bendeydi o zamanlar. bazı şeyler yanlış biliniyor. ben istifa edip ayrıldıktan sonra kendisi galatasaray adası'nda yanıma gelip 'siz istifa ettiniz ama ben aynı cesareti gösteremedim. bütün başarı sizin eseriniz,' dedi. bir yanlışı da şurada düzelteyim. hıncal uluç falan yazdı. ben güya bir gazeteye 'şerefli yenilgiler dönemi benimle yaşandı,' demişim. böyle aptalca bir şeyi ben söylemem. zaten antrenörlüğü de bu yüzden biraz erken bıraktım. sabah kalkıp gazetelere baktığımda bir gün önce ne demişim, ne uydurmuşlar diye bakıyordum. kendileri uyduruyor, kendileri inanıyordu yazdıklarına."
macar futbol federasyonundan türk futbol federasyonuna gelen bir telgraf ile macarlarla millî temas yapmamız imkân dahiline girmiştir. macarlar bizimle biri millî, diğeri temsilî iki maç yapmak için 100.000 lira istemişlerdir. ayrıca maçın birini ankara'da da oynayabileceklerini tasrih eden macarlar maç tarihi olarak 4 ilâ 12 şubat tarihlerini ileri sürmüşlerdir.
türk federasyonu bu teklif hakkında «kabul etmekte bir mahzur olmayacağı» mülâhazasında bulunmuştur.
ilk basımı 2009 olan islam çupi'nin "mağlubu anlatmak" kitabından;
dün-bugün
tv'nin dünyası kör bir evren değil... hele yalansız bir futbol getirişi var ki, artık türkiye'de kötü top gargara edilmiyor.
kulüp formalarının, "bu seninki, o bununki" fanatizmi içinde taraftarın sevdasına sokulduğuna bakmayın... bu yutturmaca kalite sadece kızaran avuçlarda vardır... yoksa yerli futbolu asansöre bindirip kafa seviyesine çıkardığınızda, aklın bu çirkinliği, "televizyon seyrediyorum, bana oynadığın şeyin futbol olduğunu yutturmaya çalışma" şeklinde bir gerçekle sepetlediğini göreceksiniz.
şimdiki nesil kısmet oğlu kısmet... haritada yerini kafasını kaşıyarak zor bulacağı bir maç, bilmem ne mahallesi, bilmem ne sokağındaki evin oturma odasına misafir geliyor. otur derslene derslene seyret...
bizim çocukluğumuzda, tüylenmemiş gençliğimizde böyle büyük maçları, böyle büyük oyuncuların kendilerini değil sedire oturtmak resimlerini bile getirtemezdik.
hâlâ anısı içimde oturmakta... 1947'de ujpest'li deak'ı dikizlemek için şeref stadı'nda 4 saat yağmur yemiştim. el örgüsü kazağın boyalan vücuduma geçmişti. macar milli takımının büyük klasına keyiflenmek için, elimde panait istrati'nin bir kitabı olduğu halde mithatpaşa'da geceden kuyruğa giriniştim. 195l'de didi'li fluminense geldiğinde şehremini'nden dolmabahçe'ye yürüdüğümü hatırlıyorum...
eli bol bir babanın evlâdı idim... 1939'da ilk radyoyu arkadaşlarıma dinlettiğimde bu "nazik alet" aylarca konuşulmuştu. oysa şimdi yedi yaşındaki kızımın, üstündeki kıyafeti ile uygun düşsün diye hergün birisinin düğmesini açtığı dört pilli radyosu var...
bu nesil talih küpü... para gani... az şöhret ol, türkiye haritası önünde takla atsın. futbol kıyafeti tiril tiril... sırımlı suyu emdiği an gülle olan eski top, yerini keyif veren bir "adidas"a bırakmış. basın desen, seyirci desen iki bacağın altında acem halısı...
eskiden hiç görmüyor fakat oynuyorduk. şimdi çok görüyor ama oynayamıyoruz.
eskiden bir gazoz parasına dökülen büyük yıldızların karikatürlerinin kilosu 20 bin lira...
geri vitesi ile kalkınma arayan bir millet olup çıktık vesselam...
dünya futbolunda büyük bir kudret ve şöhrete sahip macar millî takımı ay-yıldızlı forma karşısında..
türk - macar millî maçı bugün oynanıyor
macar'lar en kuvvetli kadroları ile oynayacak
futbolumuz bir imtihan geçiriyor
galibiyet ve mağlûbiyeti olgunlukla karşılayalım..
bugünkü mücadelenin gayesi;
-babür ardahan
spor tarihimize geçecek en önemli karşılaşmalarından birini bugün yapıyoruz. millî takımımız, futbol dünyasının en büyük şöhretlerini dize getiren, ingiltere'yi hezimete uğratan kudretli macarlarla mithatpaşa'da karşı karşıya gelecek. iki haftadan beri memleketimizde bulunan ve dört maçta 26 gol atıp 4 gol yiyen macarların futboldaki kudret ve üstünlüklerini bizzat müşahede etmek fırsatını elde ettik. ay - yıldızlı takımımızın, futbol üstadları ile karşı karşıya mücadele etmesi, her şeyden evvel futbolumuz için faydalı olacaktır, macarlara karşı alınacak iyi bir netice, çıkarılacak tatminkar bir oyun, türk futbolunun istikbali kalkınması ve tanınması hususunda büyük bir rol oynayacaktır. bu bakımdan, bugün ay - yıldızlı formayı giyip sahaya çıkacak on bir futbolcu, her şeyden evvel, kuvvetli ve şöhretli rakipleri ile bu şekilde bir mücadele yapacaklarına inanmadırlar. sahada elde edecekleri barşarı veya hezimet yalnız onların değil, doğrudan doğruya futbolumuzun olacaktır. başarı karşısında göstereceğimiz olgunluk, mağlubiyette takınacağımız soğukkanlılık kadar büyük olmalıdır. sahadaki mücadele, her şeyden evvel futbolumuz içindir. elde edeceğimiz başarıyı haddinden fazla büyütmeyelim. sun'i kahramanlar yaratmayalım. mağlûbiyette ise bütün kabahati sahadaki çocukların üzerine atıp bir kenara çekilmeyelim, sebeplerini araştıralım ve futbolumuzun kalkınması için gördüklerimizden istifadeye çalışalım.
kuvvet muvazenesinde ağır basan macarların karşısında, alacağımız netice ne kadar az farklı olursa muvaffakiyetimiz o derece başarılı sayılır
-namık sevik
pek çok kimsenin zihinlerine takılan bir sual bugün sahada cevaplanacaktir. evet, aşağı - yukarı yirmi günden beri memleketimizde bulunan macarların evvelâ izmir'deki muvaffakiyetleri, sonra ankara karmasından aldıkları ihtar ve onu takiben peşte - istanbul temsilî maçında geçirdikleri sarsmtı, her şeye rağmen bugünkü maçın neticesinden yine de endişe duyurmaktadır. bunda belki de macar milii takımının, dünya çapındaki şöhreti büyük bir rol oynuyor. bu sebeble otoritesinden, en mütevazi spor severine kadar neticeden ümitli olanların sayısı pek azdır. dört karşılaşma sonunda bir fikir sahibi olan tek seçici bugün takımı «wm» esası üzerine, fakat müdafaaya daha fazla ehemmiyet veren bir zihniyetle kurmuştur. haf oyuncusu coşkunun ve keza kadrinin insay't mevkilerine yerleştirilmesinin başlıca sebebi budur. müdafaamız için uzun boylu birşey söylemek şu anda yersizdir. yalnız bütün elemanlar, vazife görebilecek kıymette ve kıvamdadır diyebiliriz. hücum hattında her iki açıkta yer alan lefter - isfendiyar seyyal sür'atli ve ayaklarında top tutabilen elemanlardır. «diyagonal» sistem icabı müdafaada açık veren macarlara karşı iki açığımızın muvaffak olacağı kanaati umumidir. ortada genç, fakat çok kıymetli bir futbolcu olan metin yine kendisi gibi genç fakat tecrübesiz macar orta hafı matrai'nin yakın markajından kurtulabilirse bu bizim lehimize olacaktır. macar millî takımına gelince ankara ve istanbul maçları hiç bir zaman şöhretlerine yakışacak şekilde neticelenmemiştir. vakıa kendileri de bunu açıkça itiraftan çekinmiyorlar. dünya futbolunda yeni bir çığır açan macarların «diyagonal» sistemi tam manasile tatbik etmelerine sahanın kaygan oluşu bir mâni teşkil edecektir. takım içersindeki elemanlar için uzun boylu söylenecek bir söz yok... şöhretleri dünyaca malûmdur. netice olarak: her futbolcu adamı üzerinde oynamaktan vazgeçip, kendi sahasında direnmeye ve barınmaya muvaffak olursa netice aleyhimizi dahi olsa skor farklı olmayacaktır. hiç beklenmedik zamanlarda kendisinden çok kuvvetli rakiplere karşı millî maçın havası ile güzel maçlar çıkartan millî takımımızın bu maçta kendisine düşen vazifeyi lâyıkı ile başarmaya çalışacağına inanıyoruz.
hasan polat diyor ki: «- bu bir millî müsabaka olduğu için bunun kendisine mahsus bir havası vardır. bu sebeple millî takımımızın macarlara karşı ankara ve istanbul temsili maçlarından daha iyi bir netice alacaklarına inanıyoruz. iyi hazırlandık, allah çocuklarımızı muvaffak eylesin.»
turgay şeren diyor ki: «- macar takımına karşı büyük bir iddiamız yok. bu bakımdan maçın her türlü tecellisini normal karşılamamız lâzımdır. çünki futbolumuz henüz onların seviyesine ulaşmış değildir. ancak yenmemiz büyük bir süpriz olur. bir veya iki farklı bir mağlûbiyet bizim için bir başarı olacaktır.»
tek seçici diyor ki: «- milli futbol müsabakaları nın kaderi evvelden belli olmaz. neticeye tesir eden unsurlar vardır. bu faktörler hangi takıma tesir ederse muvaffakiyet onun olacaktır. macarların ankara ve izmirde yapmış oldukları iki karşılaşmanın neticeleri bu güne kadar hasıl ettikleri müsbet intibalarını sarsmıştır. mamafih macar milli takımının milli maç kazanma azmi büyüktür. bize karşı ayni haletiruhiye ile çıkacaklarına inanıyoruz. türk millî takımını kuvvetli rakibimize karşı bu güne kadar elimizden geldiği kadar en iyi bir şekilde hazırladık. son dakikaya kadar ayni gayreti sarfedeceğiz...»
mithatpaşa stadı devamlı yağan yağmurlar neticesinde kaygan bir hale gelmiştir. saha dün henüz çamurlu bir kıvama gelmemişti. fakat eğer bugün yağmur yağmaya devam ederse milli maç çamurlu bir sahada oynanacaktır.
hava durumu
dün kandilli rasathanesi bugün havanın nasıl olacağı sualine şu cevabı vermiştir: «hava çok bulutlu ve muhtemelen yağışlıdır.»
tribünler dolduktan sonra hiç kimse içeri bırakılmayacaktır.
bu sabah türkiye macaristan millî maçı dolayısıyle mithatpaşa stadı gişeleri saat 8 de açılacak ve seyirciler tribünlerdeki yerlerini almaya başlayacaklardır.
açık tribün ve tribünler dolduktan sonra çarşamba günü olduğu gibi merkez kumandanlığından verilen bir emirle fazla kalabalığın stad kapıları önünde beklemesine müsaade edilmeyecektir. stad kapıları kapanacaktır. bu bakımdan tribün bilet sahiplerinin bilhassa kapılar kapanmadan staddan içeri girmiş olmaları icabeder.
«- macarların reklâmı lûzumundan fazla yapıldı. efkârı umumiye, hakemler ve futbolcular bunun tesiri altında kalmıştır. ankara ve istanbul'da alınan neticeler lüzumundan fazla ilahlaştırıldıklarma canlı bir misaldir. biz peşte muhtelitini yanılmıyorsam 1946 senesinde 5-4 yenmiştik. yalnız macarların bizden daha iyi futbol oynadıktan bir hakikattir. yarınki maçı bir veya iki farklı kaybedersek benim için süpriz olmaz.»
orhan şeref diyor ki:
«millî takım oyuncularının son form durumlarını bilmediğim için böyle bir mütalâanın serdinin faydalı olacağı kanaatinde değilim. elbette ki mukabil bir taktik düşünülmüş olsa gerek. kanaatimce müdafaa oyunundan ziyade bir hücum taktiği kullanarak oyunlarını kendi kombinezonları içinde bozmak icabeder. başarılı bir hücum taktiği kullanılmak ve müdafaada gedikler bırakmamak şartiyle neticenin bizim için başarılı olcağını tahmin ediyorum.»
« ankara ve istanbul maçlarını gördükten sonra bu günkü maçın çok çetin geçeceğini söyleyenilirim. geldiğimiz günden beri havaların soğuk olması yüzünden kapalı sahada antrenman yaptık. dün ilk defa çocukları mithatpaşa stadında çalıştırdım. bu günkü maçta galip geleceğimizi tahmin ediyorum. futbolcularımız bu maçın ciddiyetini idrak etmektedirler. bu sebeple ellerinden geldiği kadar istanbul halkını memnun etmeye çalışacaklardır. eğer buna muvaffak olursak kendimizi bahtiyar addedeceğiz.»
milli takım kampında sporcular dün de çok neş'eli ve güzel bir gün geçirmişlerdir. bu arada kadri, ankaralı ahmet ve lefter buluşmuşlar kaptancılık oynuyorlar. lefter, acaba milli takım kaptanı olsaydım para atışını kazanabilir miydim, mera-kınıarkadaşlarının huzurunda gideriyor. ahmet hakem, kadri ise rakip takım soliçi kaptan puşkaş rolündedir.