o zaman ne berlinde utandırıcı duvar, ne de futbolümüzde usandırıcı duvar vardı
gündüz kılıç
sene 1951... hislerin henüz duvarlaşmadığı yıllar... ne almanya'da o utandırıcı duvar, ne de futbolumuzda şu usundırıcı duvar var...
milli takımımızın isveç ve almanyada yapacağı iki maç için trabyada bir otelde kamptayız. isveç futbolunu pek mühimsemiyoruz ama alman futbolü hepimizi kara kara düşündürüyor... o günlerde istanbula bir alman takımı gelmişti. bir kulüp takımı. kafilede bulunan gazeteciler, kampımızı görmek istemişler. geldiler, gördüler ve milli takımımızın kaptanı olduğum için bilhassa benle uzun uzun konuşup bol bol notlar alıp gittiler. bunlardan ismi galibi herfux olan birisiyle konuştuklarımızı hiç unutmam.
turek denilen sihirbaz
alman gazeteciyle şöyle pek enteresan bir muhavere geçmişti aramızda... bana sormuştu:
- berlindeki maç için ne düşünüyorsunuz?
- alman futbolü muhakkak ki bizimkinden çok üstün. bunun için iki - üç farklı bir mağlûbiyet bile bizim için hezimet sayılmamalıdır.
- neticeyi rakkamla belirtebilir misiniz?
- mesela (3-1), (4-2), (4-1) filan gibi.
- bakıyorum da neticeleri tahmin ederken daima sizin de hiç olmazsa bir gol atabileceğinizi söylemek ister gibisiniz. alman milli takımına gol alabileceğinize cidden inanıyor musunuz?
- niye olmasın. futbol bu. yenilsek bile gol atmamız da pekâlâ mümkündür.
- yanılıyorsunuz dostum. zira siz alman takımının sihirbaz kalecisi turek'i tanımıyorsunuz galiba.
- turek'in maharetini ve şöhretini bilmiyor değiliz. ancak futbolda öyle pozisyonlar olur ki bir forvetimiz pekâlâ onunla karşı karşıya kalabilir ve tutulmaz bir şut de atabilir bu halde turek ne yapabilir ki?
- işte zaten sizin bilmediğiniz de bu. turek için demin sihirbaz demiştim. zira o asıl, bu pozisyonlarda kendisiyle, burun buruna gelen forvetler karşısında çok soğukkanlı bir şekilde ellerini beline dayar, kalesinden bir iki adım ilerler ve müthiş gözlerini rakip forvetin gözlerine dikerek onu adeta manyatize eder. inanın o zaman forvetin bacakları dolaşır ve topu ya dışarıya ya da turekin kucağına yollar...
ateşler içerisinde
isveçteki maçımızı 3-1 kaybediverdik. ve alman maçını büzbütün kara kara düşünmeğe başladık. berline maçtan beş gün evvel varmıştık. ilk günkü antrenmandan sonra sırtımda bir ürperti, dizlerimde bir dermansızlık hissettim. akşama doğru ise enikonu titremeye başladım. derece kondu, 40 derece ateşim vardı. ulvi ziya yenal kafile başkanımız, adnan akın idarecimiz, rebil erkal antrenörümüz, hep telâşlandılar. doktorlar çağrıldı. ilaçlar... ilaçlar... fakat ne o gün ne de ertesi gün, ateşim düşmedi de düşmedi. eksik olmasınlar, idarecilerimiz bütün çocuklar hep yatağımın başındaydılar. nihayet çok meşhur bir doktor getirildi. o da bir sürü ilâçlar verdi.
gelgelelim maçtan bir gece evveline kadar ateşim bana mısın demedi. doktor da artık tıbbın emrettiği ilaçlardan ümidi kesip bana "gross mutter" yâni bizim kocakarı ilâcı dediğimiz cinsten bir şey deneyeceğini ikrar etmek zorunda kaldı. beni ilkönce yorganlar, battaniyeler altında adamakıllı terlettikten sonra buzlu bir kova içinde ıslatılmış çarşaflara sardılar. bu ameliye üç dört defa tekrar edildi. maç sabahı uyandığım zaman ateşim çok şükür (37.8) e düşmüştü. hemen yataktan fırladım. odada zıplamağa, koşmağa başladım. gözlerim fena halde kararıyordu amma ne olursa olsun maçta oynayabileceğimi söyledim, idareciler şüphe ve kararsızlık içinde yüzüme bakarlarken çocukların samimi sevinçleri, sonunda onları da inandırdı alman doktoru ise bir köşede adnan akın'ın yakasına yapışmış «oynamasına katiyyen müsaade edemem. bu deliliktir sonra hepinizi mes'ul ederim» diye bar bar bağırıyordu...
görülmemiş uğultu
size biraz o günkü berlin olimpiyat stadının halini anlatmalıyım. 120.000 kişilik stad tıklım tıklım dolmuştu. ikinci dünya harbinden yenik, ezik çıkmış olan alman milleti harpten sonra ilk defe milli maç yapan takımını milli bir zafer hasretiyle alkışlamak için sabırsızlanıyorlardı. sahaya çıktığımız zaman halkın kendi takımlarına yaptığı görülmemiş coşkun tezahürattan kulaklarım öylesine zonklamaya başladı ki bayağı kendimi kaybeder gibi oldum. acaba geçirdiğim hastalıktan mı fenalaşıyorum diye düşünürken arkamdan koşan çocukların seslerini duydum: «kaptan bu ne biçim sesler, kulaklarımız sağır olacak uğultudan...»
evet! arkamdaki çocuklar... o kahraman çocukları hemen takdim etmeliyim sizlere. turgay - maci, müjdat - eşref, a. ihsan, hüseyin - erol, recep, lefter, faruk... sonra da m. ali ve mıuzaffer...
oyunun henüz beşinci dakikasındaydık ali ihsan kestiği bir alman hücumundan kaptığı topu «kaptan!» diye bağırarak yerden bana uzattı. top gelirken yan gözle recep'in bomboş olduğunu görüverdim. aksi tarafa dönecekmiş gibi yaparak ayağımın içiyle topu onun önüne düşürdüm. recep topu rahatça alıp yürüdü, yürüdü, onsekize yaklaştı, onsekize girdi... o sırada ister istemez aklıma her fux'un tarabyadaki otelde bana söyledikleri geliverdi. gayriihtiyari kaleci turek'e baktım. dehşetler içinde turek'in tıpkı onun anlatmış olduğu gibi ellerini beline koyup kalesinden birkaç adım atarak, gözlerini recep'in gözlerine diktiğini gördüm «eyvah! recep şaşıracak» derken recep topa müthiş bir darbe yapıştırdı ve top alman kalesinin ağlarını allak bullak karıştırdı. öyle içten bir «ohh!» çektim ki sormayın... devreyi 1-0 ilerde bitirdik.
soyunma odasına girer girmez birden fenalaştım. gusyan etmeye başladım. ağzımdan kara kara sular geliyordu. bir kenara yıkıldım kaldım. bu arada hayal meyal alman doktorumun «ben sizlere demiştim» gibilerinden tehditkar yumrukları salladığını görüyor, «çabuk hastahaneye» gibi laflar işitiyordum. çocuklar ikinci devreye çıkmışlar. neden sonra biraz kendime gelip yakama yapışan doktordan silkinerek saha kenarına koştum. diğer yedek arkadaşlar sırtımı battaniyelerle, başımı havlularla örttüler. halbuki heyecandan onlar da benim kadar titriyorlardı.
turgay... turgay... turgay...
alman takımı seyircilerin anlatılmaz çılgın tezahüratiyle şahlanmış kalemize yüklenmişti. fakat kalemizi koruyan 18 yaşındaki genç. turgay o gün görmeyenlerin inanamayacakları mucizeler yaratıyordu. öyle pozisyonlarda goller kurtarıyordu ki şutu atan alman oyuncuları hayretten saçlarını yoluyorlar, kafalarına vuruyorlardı. ben bütün futbol hayatımda böyle olağanüstü kurtarışları peşi peşine yapan bir kaleciyi hâlâ görmedim. almanlar beraberlik gollerine ancak 70 inci dakikada kavuşabildiler ve büsbütün fırtınalaştılar. turgay da büsbütün mucizeleşti.
taş gediğine...
çocuklar beraberliğin bile şahane bir netice olacağını ister istemez düşünerek dışardan bir direktif almamalarına rağmen takımca korkunç bir müdafaaya giriştiler. seyirciler ise bu 15-20 dakikalık koyu müdafaayı bile o gün öylesine ıslıklamışlardı ki... bu arada oyunun 88 inci dakikasında aniden dönen bir kontr-atağımızda muzaffer galibiyet golümüzü atıverdi... koskoca stad sanki bir mezarlık sessizliğe büründü. birazdan da hakem bitiş düdüğünü öttürdü... artık turp gibi sağlam hissediyordum kendimi. soyunma odasında çocuklarla sarmaştık ve dakikalarca ağlaştık... o gece veriken resmi ziyafette her fux'un benle göz göze gelmemek için yırtındığını hissettim, fakat bir fırsatını bulup yanına yaklaştım «her fux size bir teşekkür borçluyum» dedim.
«eğer istanbulda bana turek'in sihirbazlığını anlatmamış olsaydınız belki recep onun sihrine kapılıp golü atamıyacaktı. halbuki ben sizle konuştuktan sonra çocuklara böyle pozisyonlarda asla turek'in gözlerine bakmamalarını, arkasındaki ağlara bakmalarını sıkı sıkı tembih etmiştim...» her fux kös kös yanımdan uzaklaşırken ben için için gülüyordum...
bugün için dileğim
milli takımımız bugün tam 12 sene sonra gene almanya'da oynuyor. bütün temennim sahadan sadece bir turgay ve önünde bir duvar olmamasıdır artık. çünkü beynelmilel tecrübeleri pek olmayan o on iki sene önceki takım bile ancak 15-20 dakikalık olağanüstü müdafaa yapmak zorunda kalmıştı tâ 1951'de... sonraki senelerde ise çok şeyler gördüler, çok şeyler öğrendiler futbolcularımız. hem şimdi bizlerden çok daha kıymetli futbolcularımız var takımımızda... bugün bu futbolcuları «memlekette ne derler», «sonra yerimizden oluruz» zihniyetlerinin ördüğrdüğü bir duvarın tuplaları gibi kullanmak yazıktır, günahtır... ve o duvar bugün almanyada bir «utanç duvarı» kadar ayıplanır inanın...
on iki sene evvelki takım arkadaşlarımla sizlerin candan duacılarınınız çocuklar! allah yardımcınız olsun...