ter ve gözyaşının birbirine karıştığı anlar vardır. gençlerbirliği’nin dün akşam ligin 21. haftasında istanbul büyükşehir belediyespor’a konuk olduğu maçta bu karışımın iki ucunu da gördük. biri içimizi acıttı, diğeriyse yaşama sevincini, azmini bir kez daha hatırlattı herkese. marcus vinícius cesário ve mustafa pektemek…
marcus vinícius cesário… belediye takımının brezilyalı defans oyuncusu. 25 yaşında. belki üstün yetenekleri olmayan, işini yapmaya çalışan, brezilya’dan yollara düşüp, sonunda kendini burada bulmuş bir oyuncu. ligin 21. haftası oynanırken, dün bizim karşımıza bu sezonki sadece 4. maçı için çıkmış. sakatlıklar peşini bırakmamış bir türlü çünkü. maçın ilk yarısında da ermin zec’le girdiği ikili bir mücadelede, şansız bir biçimde çarpışıyorlar ve vinícius’un dizi dönüyor. yerde acılar içinde kıvranırken ve sedyeyle kenara alınırken akıttığı gözyaşları, belki sadece çektiği acıdan kaynaklanıyordu. ama sanki sevdiği işi yapmayı, top peşinde koşmayı delicesine isteyip de, her defasında topu elinden alınan bir çocuğun amatör güzelliğini de gösteriyor bence o gözyaşları.
sezon öncesi düzenlenen tsyd turnuvasında ankaragücü maçında, mustafa pektemek sahanın berbat zemini yüzünden sakatlandığında tribündeydim. dün mustafa altı ay sonra ilk kez gençlerbirliği formasını giyip, çimlere çıktı resmi bir maçta. maçın sonlarına doğru zec’in yerine girerken oyuna, mustafa’nın heyecanı, futbola olan açlığı gözlerinden okunuyordu. girdi, çalıştı, çabaladı oyunda olduğu sayılı dakikalarda. maç 0-0 giderken de 89. dakikada attı golünü. 30 binlik tribünde 18 tane taraftarımızın olduğu tarafa doğru koştu, formasını çıkardı ve gözyaşları geldi. altı ay aradan sonra oynanan ilk maçta atılan galibiyet golünün yol açtığı bir duygu boşalması. sadece futbol oynamanın, altı ay boyunca uzak kaldığı o hissi yeniden yaşamanın saf ve kendinde güzelliği. başka hiçbir şey için değildi o gözyaşları. puan, galibiyet, bonservis, prim gibi üretilmiş kaygılar falan değildi arkasındaki.. tek başına, kendi başına o golün sevinciydi.
sonra ne oldu? hakem geldi ve mustafa’ya sarı kart gösterdi formasını çıkardığı için. “bırak bu amatör duyguları koçum, bu oyunun kuralları var” der gibiydi o kart. ama eminim, mustafa’nın hayatı boyunca en az üzüldüğü kart olmuştur.
velhasılı kelam, futbol kitleleri peşinden sürüklüyor, taraftarı olmayan ya da kim tarafından konulduğu belli olmayan standartlarda taraftar sayısına sahip olmayan takımlar yok sayılıyor, hafta sonu akşamları her kanalda aynı takımlarının maç görüntüleri döndürüle döndürüle tekrar veriliyor ve diğerleri yok sayılıyor. ama bu o yok sayılanların, hikayelerini yok etmeye yetmiyor. sahada ter akıtan, tribünde destek veren her bir kişinin kendi hikayeleri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. ve en önemlisi de futbolun, bu ufak hikayelerin sayesinde güzel olduğu gerçeğini unutturmuyor.