bir mektepli, alaylı maçıydı bu... belli ki jenalılar bu işin ilmiyle yüz yüze gelişmiştiler. fenerbahçeliler ise işin ilmine sırt dönüp, boş verip yetişmiştiler. «hiç alaydan yetişip de büyük işler başaran yok mu tarihimizde?» diyeceksiniz.. tarihde var amma, dünkü fenerbahçe'de öylesi de yoktu.. zaten biliyorsunuz, futbolumuzun böyle birkaç ismini de son senelerin jübile salgını aldı kuruttu… dün maçın ba¬şında fenerbahçe hepimizindi. maçın sonlarına doğru ise hiç birimizin… sırtlarında, bölge depoyundan alelacele tedarik edilmiş güva beyaz, çividi çıkmamış soluk formalar taşıyan, sandığını bırakıp kavgaya başlayan eski tu¬lumbacılar gibi sahada vurmak. dövmek için adam kovalayan, futbolculuktaki aczlerini sevimsiz şımarıklıkla'la örtmeye çalışan bu takıma nasıl sahip çıkabilirdik? gerçek anlamı ile ancak iki. bi¬lemedin üç futbolcusu olan bu takım nasıl fenerbahçe olabilirdi zaten?..
iyi ki dün fenerbahçe'nin o şerefli gerçek forması yok¬tu sırtlarında... hiç olmazsa onlar tertemiz kaldılar askı-larında... biliyorum, her seye rağme ı takımdı. üzüntüden kahrolup sonuna kadar didinenler de vardı... fakat onların boynunda da yanlış bir tertibin, mantıksız bir oyun tarzının vurduğu boyundu¬ruklar vardı... uzun söze ne hacet, vefakâr fenerbahçe se¬yircisi zannedersem ilk defa takımlarının beşinci golü ye¬mesi için hep bir ağızdan «beş! beş!» diye bağırdı...