galatasaray beşiktaşı da 1-0 yendi ve liderliği bileğinin hakkıyla aldı
ilk devrede fevkalâde oyun çıkaran sarı-kırmızılılar ikinci yarıda rakiplerinin hâkimiyetini kabul ettiler
… ve g. saray beşiktaş’ı da yenerek liderliği bileğinin hakkiyle aldı… fenerbahçe’yi 19 senedenberi bu yana 5-0 gibi müthiş bir netice ile mağlûp eden sarı – kırmızılılar, dün son mâniayı da aşmasını bildiler.
ama itiraf etmek gerekir ki bu hiç de kolay olmadı.. hattâ zaman zaman galatasaraydan ümidini kesen, ve âniden filelere çarpacak bir gol ile «kepçenin, ters döneceğini» bekleyenler olmuştu… ilk devrede sarı – kırmızılı takımın avrupai bir temposu vardı. arı gibi işleyen iki yan haf, ileri geri çalışan iki insayd, hücumda metin, bahri kardeşlerin çift santrfor olarak beşiktaş defansını zorlamaları… niyazinin pasif, recebin ise ağır temposuna rağmen ince ve şirin pasları… gerçi sürat bakımından forvete, ilk nazarda recep ayak uyduramaz gibi gözükmüştü. ama, bahriye ve metine attığı yüzde yüz gollük üç pas «matlûp olanı» temin edecek değerdeydi. recep büyük hatâ yapmadı. yapsaydı da onu affetmek icap edecekti. zira uzun yıllar emek verdiği, hizmet ettiği renklerine karşı çıkıp oynamak… bu, dile kolaydı. hele recep gibi hassas bir insan için… avrupada profesyonelliğin icabı olarak kabul edilen bu hal nedense bizde muhafazakâr kulüpçülerin daima muhalefeti ile karşılaşmıştı. recep bu halin menfi reaksiyonundan elbette ki korkmuştu. ama ne kadar fanatik olursak olalım, bu ölçü şahıslara göre değişiyordu. işte recep korktuğunun tamamen aksine olarak vefakâr beşiktaşlılar tarafından eski beşiktaşın kaptanı recep gibi karşılanmış, alkışlanmıştı. bu muhteşem tezahürat karşısında recep, siyah – beyazlıların bulunduğu tribünün önüne kadar gitmiş ve onları göz vaşları içerisinde selâmlamıştı. sonra aynı sesler galatasaray tribününden yükselecekti. recep orayı da ziyaret edecek ve onları da selâmlayacaktı. sevilen adam olmak… bir fâni için bunu hayatta anlamak büyük bir değer taşırdı…
evet maça gelince, galatasarayın sahâne futbol oynadığını kaydettik. ya beşiktaş hiçbir şey yapmadı mı yook, haksıznk etmeyelim. dün en az fenerbahçeyi 3-1 yendikleri maçtaki kadar başarılıydılar… sabahattinin biraz da faulle kilitlediği metin, münür – tuncay ve kayanın bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji ile her gedik veren yere saldırışları müsabakanın başında beşiktaşın kolay yutulur bir lokma olmayacağını gösteriyordu. forvet için aynı sözleri tekrarlamak ve «muvaffaktı» demek imkânsızdı. eğer forvet ikinci yarıda elde ettiği fırsatları değerlendirebilse idi, netice en azından bir beraberlik olurdu. ne erdoğan, ne şenol, ne birol, ne de selim, ne de fenerbahçe maçının kahramanı kücük ahmet… uykuda gezen adamlar gibi galatasaray kalesi önünde tam 90 dakika birer hayalet olarak dolaştılar. forvetin aksadığını kaydederken galatasaray müdafaasının muvaffakiyetini küçümsediğimiz zannedilebilir… bu sebeple hemen tasrih edelim ki: besiktaş forvet hattının halkalarının kopup dağılmasında suat, mustafa ergun, ahmet ve candemirin büvük rolü olmuştu…
kaliteli bir maç
1961 yılının ilk gününde zevkli ve mücadeleli bir maç seyrettik doğrusu. buyük rakiplerin karşılaşmalarında dunkü kadar kaliteli bir futbol sevretmek her zaman mümkün değildi. zira bir âsab mücadelesi havayı gerginleştiriyor ve futbolcuları kaskatı hale getiriyordu. dün bunlardan hiç biri mevcut değildi. ağır ve kaygan sahada yirmi iki hüsnüniyet sahibi futbolcunun âzami randımanı vererek ortaya seviyeli bir futbol koyduğuna şâhit olunmuştu. gönül isterdi ki hakem cihat ergün de günün temposuna ayak uydursun… ama ne gezer? hatâ hatâ üzerine, gaf üzerine gaf…. hele ikinci devrede, «şu beşiktaş bir gol atsa da muvazene hâsıl olsa» diyecekmiş gibi bir hali vardı…. neden böyle hareket etmişti, neden bazı faulleri ters şekilde cezalandırıyordu, neden tek taraflı gözüküyordu? bu nedenlere mâkul bir sebep bulmak elbette imkânsızdı.
ilk devre g. saray’ın
ilk dakikalarda galatasaray oyunda bir hâkimiyet kurmuştu. metenin uzaktan savurduğu şüt. bahrinin kaleci necmiye topu yakın mesafeden teslim edişi bir fırtınanın, şüphe götürmez öncüleri idi. nitekim 5. dakikanın dolduğu bir sırada metinin çektiği frikik, beşiktaş barajı içerisinde bulunan metenin ayağına çarparak ters falso alacak ve kaleye şandellenecekti. necmi ve bahri bir anda havaya fırıaoılat. fakat pozisyona bahri hâkim oldu ve havada voleyi patlattı. top filelerde. necmi ise yerde kıvranıyordu. bu kıvranışın sebebini sakatlıkla izah etmek pek de mümkün değildi. siyah – beyazlılar ise golün faulle yapıldığı iddiası ile hakeme ıtıraz ediyorlardı.
ilk anlarda atılan bu gol beşiktaş tribünlerinde bulunanların dahi nefeslerini kesmiş ve «acaba mı?» sualini zihinlere takmıştı. çünkü galatasaray bundan iki hafta evvel yine böyle bir liderlik maçında fenerbahçe’nin kale ağlarını ilk dakikalarda havalandırmış ve rakibini ağır farklı bir mağlûbiyete uğratmıştı.. gerçek olan da buydu. ve her an farklı neticeye gidebilirdi sarı-kırmızılılar… zirâ, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi galatasaray avrupai bir futbol oynuyordu. 29. dakikada bahri’nin sağaçığa kayarak yapmış olduğu ortaya metin havada uçmuş, fakat o müthiş kafa şutlarından birini topa denkleştirememişti. metin gibi bir futbolcunun topu ayarlayamamasına doğrusu hayret edilmişti. 31. dakikada recep’ten çok müsait bir top alan metin’i tuncay ve sebahattin ceza sahası içerisinde adetâ makaslamışlardı. bu bariz penaltıydı. ama hakem cihat ergün’un kitabında her halde bu madde tam tasrih edilmemiş olmalıydı. zira daha sonra da aynı hakem beşiktaşlı şenol ve selime yapılan penaltılık iki hareketi cezalandıramıyacaktı. itirazlar, protestolar.. 35. dakikada ise niyazi’nin sürdüğü ve ortaladığı topu metin yakın mesafeden kaleci necmi’ye teslim ediyordu. beşiktaş ise sağnağın dinmesini bekliyordu. nitekim 40. dakikada ahmet, büyük ahmet ve mustafa’yı çalımlayacak ve sert bir şüt atacaktı. kaleci bülend topu elinden kaçırmıştı. suat o anda kalenin önünde bitmemiş olsaydı…
ikinci yarı beşiktaş’ın
sıra beşiktaş’a gelmişti. aynı oyunu şimdi siyah-beyazlılar gösteriyor, galatasaray ise 1-0 lık neticeyi muhafaza etmenin yolunu arıyordu. havadan uzun paslar ve kontrataklar. beşiktaş müdafaası vazifesini tam yaptığı gibi zaman zaman da kaya ve tuncay vasıtasıyla forvet hattını desteklemeye muvaffak oluyordu. sarı-kırmızılılar bu fırtınayı dindirebilmek için sağiç mete’yi geriye çekmeye mecbur oldular. hattâ birara niyazi de sol haf gibi oynuyordu. bahri, metin ve recep.. galatasaray’ın hücumdaki kuvveti bu üç adamdan müteşekkildi. şenol’un 58., doğan’ın 60. dakikalarda kullanamadıkları iki fırsattan sonra beşiktaşlılar yüzde yüz gollük bir pozisyona daha girdiler. doğan’ın ortaladığı ve birol’un kaleye havale ettiği topu bülend elinden kaçırdı. şenol yetişecek, şütünü atacak, fakat bu top da müdafilere çarparak geriye dönecekti. bülend henüz yerden kalkmamıştı. bu sefer de topa erdoğan hakim oluyor ve boş kaleye şütünü atıyordu, ama bunu ergun kale ağzında karşılayacaktı. böylece beraberlik şansını kaybeden siyah-beyazlılar maçın sonlarına doğru oyundaki tazyiklerini büsbütün arttırmışlardı. ama hayır, forvet gol atmamakta kararlıydı. nitekim 71. dakikada da birolun çektiği frikiki ahmet hemen kalenin iki metre yakınından kafayla dışarı atıyordu.
son dakikalarda ise galatasaray yine toparlanmış ve beşiktaş kalesine tehlikeli olmaya başlamıştı. baştan beri devam eden mücadelenin iki taraf oyuncularını da yorgun düşürdüğü anlaşılıyordu. bu sebeple ne galatasaray ikinci ikinci bir gol atabildi ne de beşiktaş beraberliği temin edebildi.
1961 yılına dünkü kaliteli müsabakayı gördükten sonra iyi girdiğimizi söyleyebiliriz. temenni ederiz ki ou iyilik ve güzellik bir yıl boyunca devam etsin..