nihayet altmış saniye sonra hakem maçı bitiren düdüğü çalacak ve beşiktaş yeni bir mağlûbiyetle sahayı terkedecekti. işin aslına bakılırsa siyah – beyazlılar artık kurtuluşu olmayan bu akıbete bir buçuk saattir adım adım sürüklenmişler ve maalesef buna bir çare düşünememişlerdi. telaşlı bir kargaşalık içinde idiler. halbuki gençlerbirliği bütün kadrosu ile ne yaptığını çok iyi bilenlere mahsus sükûnet içinde çalısıyordu. maçın doksanıncı dakikasının da işte yarısı geçmişti sabahattinin bir taç atışına dalıp topu röveşata ile ortaya havale eden birol bu pasının akıbetini merak ederek arkasına döndüğü zaman ahmet fişek gibi yetişip şütünü yapıştırmıştı bile… top gençlerbirliği ağlarına takılıyor ve beşiktaşlı futbolcular birbirini kucaklarken, tribünlerdeki siyah beyazlılar da bir bayram sevinci içine giriyorlardı. halbuki beşiktaş, bu golle gençlerbirliğinden sadece bir puan – hem de istanbulda – almış oluyordu… hepsi bu idi… gel gelelim seyircisi ile futbolcusu ile bütün besiktaslılar biliyorlardı ki bu tek puan da hakketliklerinden fazla idi.
iyi takım, iyi taktik
oyuna başlar başlamaz gençlerbirliği iki insaydı geri çekmiş ve bu maçta kapalı bir müdafaa ıle hızlı kaçan forvetlerine güveneceğini derhal göstermişti. beşiktaş için yapılacak iki şey vardı: ya iki yan hafı ile insaytlerine saha ortasında top tutturarak oyunun tıkanıp kalmasına mani olacaki yahut kapalı müdafaaya belki biraz da sürat ve vücutla yüklenerek dağıtmaya çalışacaktı. yazık ki ne onu, ne de bunu tatbik edecek elemanı yoktu beşiktaşın…
gençlerbirliğinin iki yan hafı ve üç beki gözü kapaıı bir müdafaa barikatı kurmayı düşünmüyorlar kademeli, zeki ve rakibine bedenen de üstün bir müdafaa organizasyonu kuruyorlardı.
otuzuncu dakikada zeynel gerilerden aldığı bir topıa ani atağını yapmıştı. tam çizgi üzerinde ayaklarına yatarak topu kesmeğe uğraşan bahattin ceza sahası içinde topu eliyle çeliverdi. penaltı… doğrusu bizim yerimiz bu el müdahalesinin kasıtlı mı yoksa tesadüfi mi olduğunu anlamağa imkân vermıyordu. ama hakem kasıt görmüş olsa gerekti. penaltıyı kahraman kötü bir vuruşla üst direğe çarptırdı. gençlerbirliği bir penaltı kaçırmıştı ama oyun hızlanmıştı. bu ise delikanlı takım olan kırmızı – siyahlıların herhalde aleyhine olmazdı. nitekim zeynel’in bahattinle sıkı mücadeleden sonra söktüğü ve ortaladığı topa çok iyi pozisyondaki orhan ıskalayınca gerilerden kopup gelen nevzat nefis ve sert bir şutla nemciyi mağlûp ediverdi.
yok mu kurtuluş çaresi?
beşiktaş ikinci devreye bir gol farkla ve heyhat ki gençlerbirliğinin kapal. fakat akıllı müdafaa kuruluşunu dağıtmak için bir şey yapmadan başladı. belki sabahattini ortaya alıp darbe ve hamle kuvveti kazanmak faydalı olabilirdi, o dahi düşünülmemişti.
kırmızı – siyahlı takım sahada mekik gibi çalışıyor geri hatlarda girgin ve iyi kesici elemanlarla yüzde yüz bir başarı kazanıyordu. forvete gelin: orada yalnız iki kanat kalmıştı. iki rüzgâr kanat… zeynel ve ilhan. bunlardan ikisi de karşılarındaki bekleri vızır vızır geçiyorlar ve müdafaadan açılan her top nemcinin önüne kadar geliyordu. eğer orhan, iyi değil fakat sadece vasat bir gününde olsa «bahattin, muhittin, münir» üçlüsü belki de son senelerin en feci mağlûbiyetine uğrayacaktı. hem de yüklenmeyen, gerilere çekilip üç adamla gelen bir takıma karşı…
bu arada gençlerbirliği takımının en mühim adamının selçuk olduğunu söylemek de versiz olmazdı. geriye çekilip maçın uzun zamanında oyunu kendi kalesi önünde kabul eden bir takım için neticede kalecinin rolü elbette mühim olacaktı.
ama biraz rizikoyu göze almak ve ikinci devrenin hiç olmazsa ikinci yarısında oyunun merkezi sıkletini rakip sahaya atmak lâzımdı.
nihayet maç bitecek ve futbolcusu ile seyircisi ile besiktaslılar beraberlik golünü cılgınlar gibi sevinerek karşılayacaklardı.
halbuki siyah – beyazın tarihine talihsiz ve başarısız bir maç daha geçiyordu.