türk milli takımı dünya çapında bir macar zaferiyle kapadığı 1955-56 mevsiminden sonra 1956-57 devresinde ilk maçını yapıyor. üstelik rakibimizi tanımıyoruz. «form» u hakkında bir fikir verirse, son bir ayda yaptığı iki maçı da beşer gollük galibiyetlerle bitirmesini ehemmiyetle kaydetmek gerekir.
buna karşılık bizde futbol mevsimi gelmiş, hattâ geçmekte iken. futbolcularımızın çoğu elân formlarına girmiş değillerdir. esasen bu noktadır ki. tek seçici'yi tereddütlere boğmuş, nihayet düşündüğü taktiğe göre bir tertip kurmuştur. gerek «seçme» deki, gerekse «taktik» teki hatâ veya sevabın derecesini bugün sahada görmek mümkün olacaktır.
«stad» ve «seyirci» avantajının büyüklüğü, bilhassa milli maçların asli unsurlarıdır. bu iki avantajın da bizde bulunması, ümitlerimizi arttıran hususların başında gelmektedir.
diğer taraftan tek seçici'nin «hücum taktiği» ile oynıyacapımızı açıklaması, üzerinde durulmada değer mahiyettedir. «en iyi müdafaa taarruzudur» diyen asker darbımeselini, futbolda da tatbik etmek, sahaya «aman yemiyelim, aman yenilmeyelim» diye çıkmaktan daha makûl görünmektedir. ancak bütün işin «hücum» veya «müdafaa» olsun, verilen taktiği oyuncuların tatbik edebilmesindedir. yoksa önceden çizilen programlar, verilen direktifler, kâğıt üstünde karışık çizgilerden ibaret kalır.
avusturyalı hakemler triosu, bilhassa orta hakemi jiranek, böyle bir maçı vukufla idare edecek ehliyettedir. oyunun cereyanının da hakemlere yardımcı olması temenni edilir.
maçın başlama saatini yazmak, bu defa biraz garip düşüyor. zira topa ilk vurulacağı aaat 14 de değil, daha sabahın 10 unda, 11 inde stad yükünü almış, hatta numaralı tribün talihlileri dahi yerlerini bir an evvel emniyete almak için saat 12 de stada yollanmış olacaklar.