her vakitki gibi bütün mesele maç günü sahaya çıkacak millî onbirimizin o gün hissedeceği iman azim ve ruhtur
-gündüz kılıç
brezilya futbolunun da bir tek seçicisi var: flavio costa... memleketimize gelmeden portekiz, avusturya, isviçre, çekoslovakya ve italya'da yapmış oldukları milli maçlarda pek başarı gösteremediklerinden, costa oturmuş avrupalı bir spor muharririne dert yanmış: «biz futbolu avrupalılar kadar realist oynayamıyoruz. futbolcularımız şık, zarif oyunu tercih edip neticeye gitmiyorlar. artık psikanaliz usûlü ile, milli maç havasını hissedecek, kendini oyuna vererek şahsiyet sahibi futbolcular araştırıp takımı onlardan kurmak lâzım» gibi laflar etmiştir...
staddan kadın kıyafetinde kaçmıştı
1950 senesinde brezilya'da oynanan (dünya futbol kupası) maçlarında brezilya finale kalmıştı. futbola delicesine âşık olan halkın heyecanı, şampiyonluk arzusu korkunçtu. kiliseler brezilya'nın zaferi için mum dikenler, duâ edenlerle dolup taşıyordu. rio'nun büyük gazeteleri ise iri puntolarla: «costa bu maçı da kurtarısa rio valisi olur. kaybederse kendine memleket beğensin» gibi başlıklar atıyorlardı. brezilya maçı kaybetti. stadta ifrit kesilmiş, gazaba gelmiş halk, her önüne geleni yakıp geçerel mes'ulleri arıyordu. bu öfke kasırgası arasında sürüklenen, başlarını şallariyle iyice örtmüş iki kadın fena halde çarpıştılar. fakat ağızlarından gayri ihtiyari fırlayan ve bir kadın için pek kalın tonlu «pardon!» seslerinden hemen birbirlerini tanıyıverdiler. bunlardan birisi costa, diğeri ise futbol federasyonu reisi idi... kadın kıyafetine girerek çılgın halkın elinden sıvışmağa çalışıyorlardı... costa ise bu costa'dır. brezilya'da futbol sahaları, eski şatoları çeviren su hendeklerine benzer geniş, derin kanallarla çerçevelenmiştir. tribünlerde zaman zaman alevlenen heycan yangını sahaya sıçrayıp oradakilerini de yakıp tutuşturmasın diye... fakat buna rağmen genç tribündekiler kendi aralarında, sahadakiler de kendi aralarında boğuşur dururlar. brezilya'da yenmek arzısı, yenilmek acısı bu derecede yıkıcı ve yakıcıdır. şimdi costa, avrupa turnesinde alınan fena neticeler yüzünden memlekete dönünce başına gelecekleri düşünerek kabahati ruhsuz, neticesiz oynanan şahşiyetsiz futbolculara yüklemek istiyor herhalde. sıcak kanlı, heyecanlı milletlerde hep aynı usûl câri galiba...
bizim de bir tek seçicimiz var...
evet bizim de bir tek seçicimiz var. macarları yenince istanbul valisi olmadı amma, büyük millet meclisinde mebuslar, vekiller bile onu ayakta alkışladılar. portekiz maçından sonra ise eminim elinde olsa başka bir memlekete giderdi. o maçta futbolcularımız fevkalâde bozuk oynamışlardı. elden ne gelirdi ki... artık başka oyuncular araştırmak, seçmek lazımdı. işte, nitekim yepyeni isimler seçiliverdi. bu seçim esnanında futbolcularımızın son form ve moral durumlarına kulak asılmadığı muhakkak olduğundan, costa'nın psikanaliz usulüne mukabil kendimize mahsus gizli bir usülle başardık bu işi galiba...
hem şahsiyetten evvel başka meziyetler de arandı herhalde. tahmin ve temenni olunur ki bunlardan birisi de (dakik) lik olsun. zira bizim meşhur ve değişmez birsaatli taktiğimiz var ya... 20 dakika içeride, 15 dakika ortada, 10 dakika hücum filân gibi. (kısa keselim. fazla izahat rakiplerimizin gözünü açabilir.)
mizah değil ciddidir...
korkarım ki gayet ciddi niyetlerle giriştiğim şu yazıda mizah kokusu sezenler olacak. fakat futbol işlerimizin başına kim gelirse gelsin gelen ne kadar allâme olursa olsun, bir müddet sonra etrafının, matbuatın, efkarı umumiyenin tesirine dayanamayıp prensip, plan gibi şeyleri yırtarak o günü esen havaya savurduğundan asıl ahmet mi oynasın, mehmet mi? savasını sistem, taktik meselesini kaleme almak gülünçtür. hele sistem, taktik gibi büyük meseleler halen asla futbolculara yutturulamayışı avuç avuç etrafa savrulan uyutucu haplardır bence... «iyi hazırlanmadık bu maça» diyenleriniz olacak. sakın telaşlanmayın ve üzülmeyin. inanın, şimdiye kadar zaferimizle veya herzimetlerimizle biten bütün milli maçlardan evvel ne yapılmışsa yahut ne yapılmamışsa bu sefer de sadece onlar yapılınış veya yapılmamıştır yani yunanistan, mısır, yugoslavya, israil, fransa, italya, isviçre, isveç, almanya, nihayet macaristan ve portekiz maçlarına nasıl hazırlandıysak bu maça da öyle hazırlandık... kadro daha zayıf mı dediniz? vaktiyle hepimize bundan zayıf, hattâ acaip gelen öyle takımlar çıkarmıştık da, maçlar kazanıldığı zaman o tertipleri yananları bir futbol dâhisi olarak alkışlamıştık... onları hatırlayın.
çanakkale geçilmez!
demek her zamanki gibi bütün mesele, maç günü sahaya çıkacak on birimizin hissedecekleri iman, azim ve iradededir. bizim futbolcularımız ekseriya kendilerini küçük gördükleri ve gördüğümüz zamanlar futbol izzetinefislerini kurtarmak için çoşup, şahlanarak kudretlerinin çok üstlerine çıkıp inanılmaz neticeler almışlardır. buna tam (mehmetçik) tabiriyle ayranları kabardı mı müthiş olurlar da diyebiliriz. işin doğrusu bizler futboldaki büyük zaferlerimizi hiç bir zaman ne üstün bir sistemle, ne üstün bir taktikle, ne de üstün bir teknikle kazanmadık. tıpkı, mesela çanakkale'de çok fâik modern silâhlara sadece manevi hasletleriyle göğüs geren (mehmetçik) ruhuyla oynadığımız zamanlar zaferlere kavuştuk. inşallah bugün de böyle olur... yalnız şu var ki, brezilyalıları yensek de, ezsek de henüz onlar gibi görerek, bilerek, anlayarak futbol oynayacak kıvamda değiliz. halbuki cidden iyi, cidden kıymetli, memleket çapını bile çoktan açmış, futbolcularımız da var...