ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
ben ise düşüncelerimde, alman millî takımı'nın 1980'de italya'da yapılan avrupa şampiyonası finalinde, roma'da belçika'ya karşı oynayıp avrupa şampiyonu olduğu güne gitmiştim.
o gün öğleden önce, hamburg spor kulübü'nde oynayan santrforumuz horst hrubesch'e şunları söylemiştim: "horst, bugün elinden gelen her şeyi yapacaksın, hepimiz için en önemli gün bugün. avrupa'nın en iyi takımı olma imkânını bir daha bu kadar çabuk bulamayız. kendini sonuna kadar zorlayacaksın, sahada dizlerinin üzerinde sürünmen gerekse bile. biz seni soyunma odalarına kadar taşırız."
horst hrubesch'in 1.93 boyunda, 88 kg'lık bir adam olduğunu düşünürseniz, böyle bir sözü vermenin cesaret işi olduğunu da anlarsınız.
sanırım, uygun olup olmadığını düşünmeden bu cümleyi hemen herkese söylemiştim. zaferin büyük bir yorgunluğa mal olacağını biliyordum.
bizi kaldığımız holiday inn oteli'nden olimpiyat stadyumu'na götürecek otobüse bindik. iki yıldan beri ilk kez otobüste müzik çalmıyordu. dışarıda kızgın bir güneş vardı; hava boğucu, nemli ve kurşun gibi ağırdı. herkes kendisiyle meşguldü. maçı ve rakiplerini düşünüyorlardı. italyan polisleri özel arabaları ve motosikletleriyle görev başındaydılar. sirenleri ve yanıp sönen ışıklarıyla stadyuma bir an önce varmamızı sağladılar. yolda sıkıntı çekmedik, çünkü bu saatte roma sokaklarında hemen hemen hiç kimse yoktu.
bu öğleden sonra futbol her şeyi yutmuştu. stadyum, restoranlar, evlerin oturma odaları ve hatta otel odalarında.
yolun iki yanında gördüğümüz tek tük insanlar da kimin geldiğini biliyor, durup dostça el sallıyorlar, baş parmaklarını havaya kaldırarak şans dileyip sonra yollarına devam ediyorlardı.
geceleyin, bizim takımla ve rakiple bir kez daha uğraşmıştım. oyun taktiklerini, ikili mücadeleleri ve golleri incelemeye çalışmıştım. takımların formlarını, güçlü ve zayıf taraflarını değerlendirmiştim. her iki takımın da aynı form düzeyinde olması halinde alman millî takımı'nm belçika kaşısında hücumda üstün olacağına inanıyordum. çünkü bizde bir rummenige, hrubesch ve klaus allofs vardı. üçü de hızlı, hareketli ve gol şansı yüksek oyunculardı.
horst hrubesch lig maçlarında, diğerlerinin ayağıyla attığından çok daha fazla golü kafayla atmıştı. karl heinz rummenige ise 26 golle yılın gol kralı olmuştu.
sonra orta saha ve savunmadaki oyuncuların niteliklerini karşılaştırmaya geçtim.
vfb stutgart'dan hansi müller, fc kaiserslau-tern'den peter briegel ve l.fc köln'den bernd schuster ile orta saha, belçika'yla her tür kıyası kaldırırdı.
belki beçikalılar'm oyuncuları daha yaşlı ve deneyimliydi. ama bizim orta sahamız da genç, dinamik, istekli ve 22 yaş ortalamasıyla kondisyonu sağlam, iyi koşan ve mukavemeti yüksek bir ekip olarak kolay kolay dize gelmezdi.
belçikalıların savunması bütün avrupa'da meşhurdu. ofsayta düşürme taktiği varyasyonlarıyla her takım için ne yapacağı önceden belli olmayan bir ekip ve yedi mühürlü kapı gibiydiler. müdafaa, bizim hücumumuz için çetin bir ceviz olacaktı.
bizim savunmamız da hiçbir rakipten korkmayan oyunculardan oluşuyordu. ne de olsa 15 maçtır yenilgi almamıştık. bunlardan son 10 maç farklı galibiyetlerle sonuçlanmıştı.
belçika, ispanya'yı 2-1 yenmişti. ingiltere ile 1-1, italya ile de 0-0 berabere kalmış ve böylece hiç yenilgi almadan finale yükselmişti. avrupa'nın en iyi takımları karşısında olağanüstü bir performanstı bu.
böyle bir final, sadece bir ülkenin futbol federayonuna prestij kazandırmakla kalmaz; aynı zamanda, tüm ülkenin, insanların, sporcuların, ekonominin ve çalışanların prestijini yükselten bir kalite belgesidir. bu nedenle, avrupa kupası'nı sadece şansa değil, sahip olunan niteliklere dayanarak kazanmak önemliydi.
soyunma odalarından çıkıp uzun tünelden geçerek "futbolun arenası"na çıktığımızda bir kez daha her şeyi gözden geçirdim. "her şeyi söyledin mi, yaptın mı; unııttugun bir şey var mı?"diye sordum kendi kendime.
antrenörler oyuncularının her adımını, her jestini gözler ve bunları yorumlamayı hiçbir zaman ihmal etmezler. bu, kendisini oyuncularına bağlı hisseden antrenörün tipik alışkanlıklarından biridir.
söylenmedik bir söz, yapılmadık bir şey kalmadığı, oyuncular görevlerini bildikleri halde, antrenörler neden böyle yaparlar?
çünkü oyunculardan talep edilen yalnızca iyi oynamaları, gol atmaları ve kazanmaları değildir. hayır. seyirciler, taraftarlar ve bütün bir ulus, oyuncuların nasıl kendilerini aştıkları, dişlerini sıktıkları ve güçlerinin sonuna geldikleri sanıldığında bile nasıl kendi kendilerine karşı acımasız olabildiklerini görmek ister.
kulüpler arası şampiyonalar, avrupa ve dünya şampiyonaları, daima zor bir sezonun sonuna denk gelir.
burada bir takımın gerçek fizik ve ruh durumu kendini gösterir. sezon sonunda hâlâ bir turnuvayı kaldırabilecek, hatta bir final maçı oynayabilecek güç ve direnci gösterebilmek için iyi hazırlanmış olmak gerekir.
sabah toni schumacher'le de konuşup, onun da kaleci olarak, hücum oyuncularının yılda pek çok kez takımları için yaptıkları gibi arada sırada bir maçı tek başına kazanmak zorunda kalabileceğini anlatmıştım.
daha 10 dakika geçmişti ki, horst hrubesch durumu 1-0 yaptı. hızla koşarak vurduğu topu 18 metreden belçika takımının birinci sınıf kalecisi jean-marie pfaff in koruduğu kalenin sağ alt köşesine yerleştirdi.
iklim koşullarına uygun olmayan yüksek tempoyu uygulamak, sadece oyuncuların istek ve coşkusuna bağlı olduğundan, maçı çıkarmak kuvvet gerektiriyordu. oyuncular maçın sonunda avrupa kupası'nı mutlaka ellerinde görmek istiyorlardı.
soyunma odalarına döndüğümüzde, futbolcuların 45 dakika boyunca her şeylerini verdikleri ve kısa bir dinlenme arasına ihtiyaç duydukları hissediliyordu.
oyuncu değiştirmek söz konusu değildi. bu futbolcuların halinden anlaşılıyordu ve ben de homojen oynayan bu takımın örgüsünü değiştirmeyi hiç istemiyordum.
15 dakika sonra bizi gerçeğe davet eden korkunç zil tekrar çaldı. bir çember oluşturup birbirimize bir kez daha son gücümüzü vermek, rakibi ilk devrede olduğu gibi baskı altına almak ve maçın temposunu belirlemek için söz verdik.
belçikalıların oyun kurucusu van moer 35 yaşındaydı. kaptanları cools ise 33. biz tempolu oynamaya devam ettik; gençlerin enerjisi, dayanacak güçleri vardı. takımıma bu konuda güveniyordum.
55'inci dakikada peter briegel'in yerine cullman'ı oyuna almak zorunda kaldık. briegel saha kenarında düşmüş ve doktorumuz prof. hess ikinci bir kez daha tedavi uyguladıktan sonra, bana, onu değiştirmemin daha iyi olacağını işaret etmişti.
cullman ilk maçımızda çok talihsiz bir oyun çıkarmıştı ve ona hollanda karşısında görev vermemiştim. "bu kez kesinlikle hata yapmayacaktır," diye düşündüm. aynca son yıllardaki pek çok güzel oyunu hatırlandığında ötekilerle birlikte takımda yer almayı çoktan hak etmişti.
72'nci dakikada stielike'ninin momens'e yaptığı bir faulden sonra durum penaltıdan 1-1 oldu. romen hakem rainea'nın bu penaltıyı ille de vermesi gerekmiyordu. stadyumdaki herkes mommens'e faulün, ceza sahasının iki metreden fazla uzağında yapılmış olduğu konusunda hemfikirdi.
insanın bunu sindirmesi, kendisine hâkimiyetini kaybetmemesi o kadar da kolay değildi. oyuncularımız penaltı meselesini bir kenara bırakıp saldırmaya devam ettiler.
kupa için verilen bu zorlu mücadele 89'uncu dakikada karşılığını buldu. kari heinz rummenige'nin bir köşe atışında horst hrubesch, romanın karanlık gökyüzüne doğru yükselerek kafa vurdu; ıslık çalarak bir bıçak gibi ağlara saplanan topla o kahredici zafer golünü kaydetti.
durum 2-1'di ve maçın son dakikasında artık kimse kupayı elimizden alamazdı. başarmıştık. bu bizim turnuvamız, bizim kupamızdı. almanya, avrupa şampiyonu olmuştu.
oyuncuların hepsi de sert, yetişkin adamlar ve profesyoneller olmalarına rağmen çocuklar gibi sevinmişlerdi. bütün gece coşup şarkılar söylediler. en sona kalanlar yorgun, ama mutluluk içinde eve dönmek üzere bavullarını toplamaya odalarına gittiklerinde hava aydınlanıyordu.
turnuvanın en genç takımı avrupa şampiyonu olmuştu; hiç kimse genç alman takımından bunu beklememişti.