ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
eskişehir dönüşünde yaşadığımız kötü olaydan sonra daha önce hiç olmadığı türden bir şevkle, günün birinde bana güvenip beni galatasaray'ın "esrarı" ile tanıştıracak, bunun için gerekli açıklamayı yapacak doğru kişiyi bulma umudu ile arayışımı sürdürüp durdum.
uzun süre beklemem gerekmedi ve bugün geriye bakınca, yıllardır üzerinde durulmamış ve dile getirilmemiş olanın o cümle olduğuna inanıyorum. herkesin başka türlü ifade ettiği, ama durumu, atmosferi ve düşünce tarzını daha iyi dile getirecek bir başka yol olmadığı için hep öyle anlaşılan o cümle. ne olmuştu?
uzun bir çalışma gününden sonra hak edilmiş içkimizi yudumlamak üzere istanbul'un merkezindeki, ortamı hoş ve tanınmış bir restoranın barında oturuyorduk. antrenman zevkli geçmişti; oyuncular her geçen
gün daha güçlü bir bütünlük sağlıyorlardı. biz de antrenör olarak yeterince fikre ve bunları hayata geçirecek imkâna sahiptik.
mustafa ve ben barın tezgâhına yaslanmış ailelerimiz ve günlük sorunlar üzerine sohbet ediyorduk ki, hepimizin çok iyi tanıdığı bir galatasaray hayranı ve iş adamı olan çok sempatik bir bey yanımıza geldi. her zamanki gibi dostça ve içtenlikle selamlaştık ve gene her zaman olduğu gibi dilden düşürmediğimiz futbol konusuna girdik. bizimle başka ne konuşacaktı ki? sadece futbol günün konusu değildi; bizler de bazen olumlu, bazen olumsuz yönleriyle, ama her zaman bu şehrin ana konularından biriydik.
bir süre şundan bundan konuştuktan sonra bu bey bana, hoşuma gidecek, beni rahatlatıp, destekleyecek, ama aynı zamanda da yardımcı olacak bir şeyler söylemek istedi. şöyle konuştu :
"bay derwall, çalışmalardan, sonuçlarından ve çeşitli gazetelerin günlük eleştirilerinden hoşnut olmadığınızı, aynı zamanda hayal kırıklığı yaşadığınızı ve kendinizi mağdur hissettiğinizi biliyorum. cesaretinizi kaybetmeyin. kitle ve bizimle aynı fikirde olmayan bir yığın insan bizi ne ilgilendirir ki? galatasaray biziz bay derwall ve çizgiyi biz belirleriz. biz 'high society'yiz; bunu bilmelisiniz."
yıldırım çarpmış gibi kalakaldım. sinirlerim boşandı ve ona şu 'high society' konusunda kendi düşüncelerimi söylemeye hazırlandım. ama sonra, öfke ve kızgınlıkla açılan ağzımı tekrar kapatarak hesabı ödedim ve mustafa'ya bardan ayrılmak istediğimi belirten bir işaret yaptım.
bu cümleyle sanki gözlerimin önündeki perde kalkmıştı. aylardan beri bizi meşgul eden pek çok soru ve sorunun cevabı ile çözümü işte buradaydı. gerçek, galatasaray'ın yıllar boyunca en sadık taraftarlarıyla teması kaybetmiş olmasıydı. sadece istanbul'da değil, bütün ülkede böyleydi bu. yaşamlarının anlamı futbol olan, tüm sevinç ve sevgilerini futbolda bulan taraftarlarıyla teması kalmamıştı takımın ve benim tahminlerime göre bunların sayıları beş altı milyonu buluyordu.
onbir yıldan beri taraftarlara vaatlerde bulunulmuş, vurucu gücü yüksek bir takım kurulmaya çalışılmıştı. onbir yıl boyunca oyuncular satın alınmış ve satılmıştı. antrenörler işe alınmış ve gönderilmişti. yönetim kurulu üyeleri elbise değiştirir gibi değiştirilmiş ve asıl çevreye karşı hiçbir hesap verilmemişti.
sekreterler, antrenörler, menajerler, oyuncular, malzemeci, saha bekçisi, doktor, masör, hatta aşçı ve diğer görevliler uzun zamandan beri görevlerini profesyonelce yapacak ve gereken özeni duyacak durumda değildiler.
daha önce de söylediğim gibi, sahalar, kulüp binası, soyunma odaları, mutfak, malzeme depoları, masaj ve doktor odaları uzun yıllardan beri kulüp sorumlularını ilgilendiren sorunlar olmaktan çıkmıştı. performansı ön plana çıkarmak ve işleyişin içindeki kişilere gereken iyi çalışma koşullarını sağlamaktan çok uzaklaşılmıştı. durum, her gün yeniden keşfetmek isteyeceğiniz, ama ancak bu olağanüstü karmaşayı anlayacak duruma geldiğinizde tadını çıkarabileceğiniz, boğaz'ın kıyısındaki o muhteşem şehirle ilişkiye benziyordu.
galatasaray'da ateş daha tutuşup korlaşmadan sönmüştü. yıllardan beri mevcut olan ikilemi ortadan kaldıracak girişim hiçbir taraftan gelmiyordu. tam da bu noktada, başkan ali uras, başkan yardımcıları alp yalman, faruk süren, özkan olcay, profesyonel bölümün yöneticisi selçuk uygur ve bazı diğer açık görüşlü kişiler yıllardan beri kendi haline terk edilmiş olan külübü içine düştüğü uyuşukluktan çıkarma cesaretini gösterdiler.
anlayış, sadece, günün birinde birilerinden öğrendiğimiz ve her zaman için doğru ve dokunulmaz kabul edilen geleneklere ve yaşam anlayışına bağlı kalmak değildir. anlayış, aynı şekilde, zamana uymak, zamanla birlikte yürümek ve önceden düşünebilmektir. bu baylar buna hazırdılar; büyük bir gayret ve benim de yardımımla, sarı kırmızı flamalı kazazede gemi yeni bir rotaya doğru yola çıkmıştı.