ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
1984'de ilk sezonda bir deplasman maçın ardından eskişehir'den geri döndüğümüzde taraftarların neler yaptığını hiç unutamam. maçı 3-0 kaybetmiştik ve görüntümüz hiç de iç açıcı değildi. hücum oyuncuları yakalanan pek çok gol fırsatından hiçbirini değerlendirememişlerdi. kalede zoran simoviç'le savunma oyunculanmız için de kapkara bir gündü. aralarında yedi millî futbolcunun bulunduğu yeni takım, sadece bizimle birlikte eskişehir'e gelen ve maç sırasında bize çok büyük destek veren taraftarları değil, biz antrenörleri, yakın çevreyi ve dostları da hayal kırıklığına uğratmıştı.
maçtan sonra boynumuz bükük, utanç duygularıyla istanbul yoluna döküldük. her zamanki gibi yerel polis bize refakat ediyordu ve otobüste ezici bir sessizlik hâkimdi.
yaklaşık 20 km sonra polisler dostça vedalaştılar, korna çalıp bir kez daha el salladılar. biz istanbul'a doğru yolumuza yalnız devam ettik. daha uzun bir yol vardı önümüzde.
çok geçmeden karşımıza birdenbire bir otobüs çıkarak karayolunu enine kapatıp önümüzü kesti. sonra üzerimize saldırdılar. istanbul'dan gelen kendi taraftarlarımız maçın sonucundan memnun kalmamışlardı; kendilerini aldatılmış ve terk edilmiş hissediyorlardı. eskişehir'deki 3-0'lık yenilgi onurlarına kara bir leke düşürmüştü.
otobüsümüzün ön camını taş yağmuruna tuttular. yolculuk sırasında büyük önem taşıyan dikiz aynalarını söküp attılar. kapıları açıp dışarı çıkmamızı istediler. yüzlerinde çıplak bir nefret okunuyordu. bağıra çağıra, böyle bir futbol oynamanın utanç verici olduğunu haykırıyorlardı.
allahtan otobüste kimse kıpırdamadı. ne şoför, ne de bizden biri. alnımda ter damlacıkları birikmişti. hayatımda futbolda hiç böylesi korkunç bir şey yaşamak zorunda kalmamıştım. herkesin yüzünde korku vardı; ta ki, öfkeli kalabalık sakinleşip fazla ileri gittiklerini kendi kendilerine görene kadar.
yolu kesen otobüsün şoförü bize yol verdi ve pek çok olumsuz ve teskin edici olmaktan uzak düşünceyle istanbul'a, eve doğru tekrar yola koyulduk.
bu da bir anlayış ve yaşam tarzıydı; ama, ancak istekleri gerçekleşmeyen insanlarda ortaya çıkabilecek, bilinç altından gelen bir tavır ve tarz. hem para harcayıp, hem de uzun bir yolu göze aldıktan sonra iyi bir oyun seyretmek, zaferi yaşamak, eve sevinç ve zafer sarhoşluğuyla dönmek isteyenlerin ruh halinin yarattığı bir durum.
diğer zamanlar hep dalgalanan, ama şimdi katlanmış bir şekilde otobüsün raflarında duran flamamız adına tahrip edilen, camları kırık, dikiz aynaları sökülmüş otobüsümüzle istanbul'a kadar gitmek ve yüz karası durumumuzu gözler önüne sermek zorunda kalmıştık.
bütün bunlar dile getirilmeliydi. kulüp sorumluları ve futbolcularla tartışılması gerekiyordu. yıllardan beri kulüp ve taraftarlar arasında söze dökülmemiş bir şeyler gerçekten yaşanmış olmalıydı.
durum hepimiz için ciddîydi. kazanmak ve puan cetvelinin üst sıralarına tırmanmakla olmuyordu. performans göstermeliydik. çalışmalı, çabalamak ve yeterince kuvvet kazanmalıydık. yeni bir dönemin başladığını herkes görmeliydi ve biz geleceği belirleyecek olumlu bir anlayış sergilemek zorundaydık.
oyunculara ya da kulüp görevlilerine iyi zamanların niye bu kadar uzakta kaldığını ve neden anlaşmazlık içine düştüğümüzü sorduğumda kimseden aklı başında bir cevap beklemek mümkün değildi. kim kendi hatasını kabul etmeye yanaşırdı ki?
bu durumda, asıl olarak işe nereden başlamak gerektiği hakkında bir fikir edinebilmek için kendi başıma araştırmaya girişmek zorundaydım.