ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
fenerbahçe ve beşiktaş'la yapılan derbi maçları sert hesaplaşmalar izlenimi yaratıyordu. fauller, sarı ve kırmızı kartlardan geçilmiyordu. beklenti içindeki bir yığın seyirci ve televizyon başında büyük bir oyun izlemek isteyen insanlara yazık oluyordu.
sağlıklı bir sertlik karşısında kimsenin söyleyecek bir sözü olamazdı. hakemin bile. fakat yapılan çoğunlukla bir meydan muharebesiydi. kendimi eve, genellikle bir sonraki uykusuz geceye hazırlanmak üzere, hayal kırıklığı içinde ve son derece üzgün bir biçimde zor atıyordum.
oyuncular antrenmanda bile kurallara, disipline ve düzene uyma, direktifleri dikkate alma konusunda zorlanıyorlardı.
antrenman akışının oyuncuların zevkine hiç de uygun olmadığı gözle görülüyordu. oynamak ve işin tadını çıkarmak istiyorlardı. topu okşamak, cambazlık yapmak, kendi kendilerine üretmek ve kişisel bir olay yaşamak istiyorlardı.
anlayışın, yaşama, çalışma, oynama ve öyle çabucak yön değiştirmeye yanaşmamanın, ruhsal yaşamda derin kök salmış bir biçimi olduğunu çabuk anladım.
üstüne üstlük futbolcular hassas, dik başlı ve kolay ikna olmayan insanlardır; özellikle de kişisel bilgileri ve yetenekleri karşısında kuşku duyulduğunda ve eleştirildiklerinde.
uzun yıllara dayanan düşünce ve tecrübelerimi kabul ettirmeyi denemek zorundaydım.
böylece, zaman zaman isteksizlik içinde de olsa antrenman sahasında ve florya'daki ormanda kondisyona yüklendik. hem de hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadan. antrenmanı sevimli kılan küçük oyunları düşünmeye bile fırsat yoktu. oyuncuların kişilik ve onuruna seslenmek gerekiyordu. profesyonellik onurlarına ve hırslı, başanya susamış bir takım olma inançlarına seslenmek gerekiyordu.
daha birkaç haftanın bitiminde, oyunda başarıya giden yolun yalnızca antrenmanda zorlu bir çalışmadan geçtiğini öğrenmişlerdi. zaman zaman zorlansak da aramızda anlaşma sağlamıştık.
ama en güzeli de zorlu çalışma ve çaba göstermekten haz duyuyorduk. zorlu bir çalışmanın ardından gelen iyi maçlar ve galibiyetler bize yolumuzda devam etme gücü veriyordu.
daha sonra mustafa denizli'nin yanında antrenör yardımcısı olan stoperimiz raşit onu yıllar sonra yeniden gördüğümde hislerini şöyle ifade etmişti bana:
"antrenörler antrenman sırasında amansız davrandıklarında nasıl bir tehlike içinde yüzdüklerinin farkında bile değildirler. bizim yaptıklarımızı durmadan düzeltip, çabuk ve öne doğru tek top oynamamızı talep ettiğinizde sizi öldürebilirdim; aynı şey diğer oyuncular için de geçerliydi. ama allah'a şükür biz böyle bir şey yapmadık. siz bize doğru olanı bulmakta yardım ettiniz. ancak bugün, bir antrenör olarak bunu anlayabiliyorum."
üstün mücadele niteliğine sahip örnek bir oyuncu olan raşit bunları söylerken biraz da abartmıştı aslında.
diğerlerinden bir adım önde olabilme yolunda en doğrusunu yaptığımızı çok geçmeden takımdaki bütün oyuncular anladılar. daha sonraları istanbul gazeteleri büyük puntolarla "galatasaray avrupai futbol oynuyor" diye ilan ettiklerinde 14 yıl sonra tekrar şampiyonluğa doğru koştuğumuzdan kimsenin kuşkusu kalmamıştı.
oyuncuları daha az rekabet edip, daha fazla dayanışma göstermeleri gerektiğine ikna edebildiğimi, onlara spor ruhu ve centilmence oyunun mesleklerinin doğal bir parçası olduğunu anlatabildiğimi, diğerlerine değer verme ve saygı göstermenin görev olduğunu ve örnek oluşturmanın yaşamda herkese nasip olmayacak en üstün niteliklerden biri olduğunu gösterebildiğimi sanıyorum.
aksi takdirde sevgili futbolumuzu nasıl türkiye'de ve tüm dünyada doğru biçimde sergileyebilir ve ayrıca ona anlam kazandırabilirdik.
futbolu yalnızca oynamak ve bunun için mücadele etmek yetmez. aynı zamanda futbolu yaşamak ve başkalarına örnek olacak şekilde yaşamak gerekir.
bir pele, mütevazılığı, centilmence oyun tarzı ve diğerlerine gösterdiği saygı, verdiği değer nedeniyle seviliyordu.
o tüm dünyanın genç futbolcuları için örnekti. pele gibi bir oyuncunun sahadaki muhteşem futbol yeteneğinin yanı sıra futbol dünyası dışında da futbolun kabul görmesi ve değer kazanması için yaptıklarını tam olarak kim ölçebilir ki?
aynı şey alfredo stefano, bobby charlton, franz beckenbauer, michel platini ve bugün ruud gullit, marco van basten ve garry linecker gibi futbolcular için de geçerli. bunlar, güçlü ve farklı anlayışlar taşımakla birlikte aynı iyi, sevecen ve mücadeleci kişilik çizgisine sahip oyuncular ve yıldızlardı.
not: derwall'in ilk derbisi olduğu için bu maça alıntıladım...