ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
takımda, türk tâbiyetinde olup, ana dillerini mükemmel kullanan ve kısa zaman öncesine kadar alman liginde birkaç yıl oynamış oyunculara sahip olmak gibi bir şansım vardı.
erhan, uğur, ilyas, erdal ve küçük savaş görüşlerimi yeniden gözden geçirme ve benim için yabancı olan bir anlayışı kavrama açısından çok yardımcı oldular. bu ülkenin insanlarını hataya düşmeden tanımayı ve değerlendirmeyi onlardan öğrendim.
takımda profesyonel tavırlarıyla dikkat çeken üç de yugoslav futbolcu vardı. yugoslavya'nın eski millî kalecilerinden, "simo" adıyla çağrılan zoran simoviç cevat prekazi ve sonradan türk tâbiyetine geçen mirsad kovaçeviç mükemmel oyunculardı. ayrıca hepsi iyi birer dost, takım arkadaşı, takımın direk elemanlarıydı.
sonra, ilk bir yıl, rüdiger abramczik adında, arkadaşları tarafından "abi" diye çağnlan bir alman futbolcu vardı. rüdiger yıllar önce alman millî takımı'ndaki oyuncularımdan biriydi ve çalıştığım en sempatik futbolcular arasında yer alıyordu.
son olarak bir de fransız vardı. didier six 40'dan fazla millî maçın deneyimine sahipti. daha 1984'de fransa'da yapılan avrupa şampiyonasında fransa millî takımı'nda yer almış ve takımıyla birlikte ispanya'ya karşı oynanan final maçında şampiyonluğa ulaşmıştı. didier takım için çok değerli bir oyuncuydu; ayrıca takıma girme rekabetini artırmıştı.
görevim, bu çeşit çeşit insanı, öncelikle de kişilikleri bir araya getirmek ve onlardan oyun gücü yüksek bir takım oluşturmaktı.
takımın kaptanı fatih kişilikli bir insan, tepeden tırnağa bir spor adamıydı. her zaman başkalarına yardıma hazırdı. onu zor etki altına alabilir, ancak doğru bir dava adına her zaman yanınıza çekebilirdiniz. herkes için iyi bir örnek, cana yakın bir dost ve can yoldaşıydı...
sporun kurallarına uyamayanların ise ondan çekecekleri vardı. yüksek görev bilinci, aklı ve hayalperestliğe düşmeyişi, başka bir şeye müsaade etmiyordu.
sanırım, ondan pek hoşlanmayanlar da vardı. bazıları onu pek saydam bulmuyorlar ve ayrıca kendini beğenmiş biri olarak tanımlıyorlardı.
ben ise onu yeterince tanıyordum ve çevresine koruyucu bir kalkan ördüğünü, bu şekilde, özellikle kaybedilmiş ya da kötü oynanmış maçlardan sonra karmaşık duygular içinde futbola sırtını, dönenlere can sıkıntısını yansıtmamak adına, herkese, alçak gonullu ve ağır başlı tarafını göstermediğini biliyordum.
1985 yılında federasyon kupası'nı kazanmamızdan sonra galatasaray'a oyuncu ve kaptan olarak veda etmesine o zamanlar çok üzülmüştüm. onun sonra gelen büyük başarıları ve iki şampiyonluğu hak ettiğine yürekten inanıyordum.
bugün fatih türk millî takımı'nın antrenörü olarak artık benim meslekdaşımdır ve ülkenin en kabiliyetli futbolcularını türk millî takımı'nda hazırlamak gibi verimli bir görevin başındadır.
cüneyt, raşit, yusuf, ismail, semih, iki yıl sonra tanju ve büyük savaş (ikisi de samsunluydu), arif, muhammed, yedek kalecimiz hayrettin gibi türk futbolcular ile tugay, bülent gibi genç futbolcular ve diğerleri, yurt dışından gelen yabancı futbolcuları benimsemek ve onların çevreye uyumunu mümkün olduğu kadar kolaylaştırmak için çaba gösteriyorlardı.
fakat oyuncu olarak herkesle gerçek bir rekabet i-çindeydiler.
bir adım bile gerilemeden takımın ana kadrosuna girmek için mücadele ettiler. bunu büyük bir beceri ve yıllar sonra bugün bile hâlâ takdirle andığım bir başarıyla yaptılar.
benim en önemli görevim, futbolculara, doğuştan edindikleri temel anlayışlarını zedelemeden futbola yönelik bir düşünme biçimi aktarmaktı.