ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
telefon şaşırtıcı bir şekilde ve tam da futbolun adını bile duymak istemediğim bir anda çalmıştı.
paris dönüşü kendimi harap ve yorgun hissediyordum. yalnız kalmak ve ailemle ilgilenmek istiyordum. telafi etmem gereken pek çok şey vardı.
fakat sık sık olduğu gibi, her şey düşünülenden çok farklı gelişti. istanbul'dan alp yalman adında bir bey benimle görüşüp konuşmasının mümkün olup olmadığını sorduruyordu. yalman'ın bu isteğini bana iki türk gazeteci iletti. ailemle tatile çıkmak istediğimi öne sürerek bu isteği geri çevirdim. zaten tasarılarımıza uygun olan da buydu. eşimin memleketi isviçre'ye gidecektik.
ancak galatasaray kulübü'nün o zamanki başkan yardımcısı alp yalman aynı düşünceyi paylaşmıyor olmalıydı. ne kadar kararlı olduğunu gösterdi ve daha ertesi gün kendisinden bir telefon geldi. gayet akıcı bir almancayla anlayış göstermemi rica ediyor, benimle görüşüp konuşmanın kendisi ve kulübü için çok önemli ve acil olduğunu söylüyordu.
kulüp antrenörsüz kalmıştı ve alp yalman başkan yardımcısı olarak sorumluluk taşıyordu. yugoslav antrenörleri iviç daha bir yıllık sözleşmesi olmasına rağmen, kısa süre önce benfıca lizabon'dan bir teklif almıştı. iviç'in, kendisine avrupa futbolunun en üst düzeylerinde çalışma imkânı verecek bu çekici teklifi kabul etmesi için kulüp ona anlayış göstermişti, insani açıdan anlaşılır olmakla birlikte, bu anlayış birçok kişinin tepkisini çekmişti.
alp yalman'ın içinde bulunduğu durumu aktarış tarzı çok cana yakındı; ayrıca, futbolcu yanım bir tepki göstermeden duramayacak kadar ağır basıyordu.
yalman beni ikna etti, ben eşimi ikna ettim, böylece bir uzlaşmaya vararak frankfurt havaalanı ile isviçre sınırı arasındaki mesafenin orta noktasında bir yerde buluştuk.
buluştuğumuz yerin adı ettlingen'di; karaorman lar'ın kuzey kıyısında, karlsruhe yakınlarında çok güzel küçük bir kent.
buluşma yerimiz, 1984 temmuz'unun bir cumartesi akşamının erken saatlerinde, ağzının tadını bilenlerin gayet iyi tanıdıkları "erbprinz" adlı otel-restoran'dı.
selamlaşmamız nazik, temkinli, ama birbirlerini tanımasalar da karşılıklı beklentileri olan insanlarda alışılageldiği gibi çok da dostaneydi.
eşim, ben, alp yalman, faruk süren ve iki türk gazetecinin, hep birlikte yaptığımız görüşme açık seçik ve ilgi çekici bir biçimde gelişti. ancak somut ifadeler ve teklifler şekillenmedi. görüşmemiz aile, futbol ve tatil planları üzerine bir sohbetten öteye gitmedi. fakat yine de sonradan, bahçede, yanımızda gazeteciler olmadan süren ve yalman ile yaptığımız yürüyüş sırasında duruma açıklık getiren bir konuşma gündeme geldi.
birbirimize daha da yakınlaştık. alp yalman'ın güven verici tavrı kuşkuya yer bırakmıyordu. onun yanında antrenör olarak her zaman destek bulabilirdiniz. bunun böyle olduğu sonradan kanıtlandı da.
faruk süren de almanca konuşuyordu; açık fikirli, hoş bir adamdı. gençlerle, sporcularla ve antrenörlerle kafa dengi olduğu izlenimini yaratıyordu. istanbul'daki yıllarımda da onu bunun dışında bir biçimde tanımadım.
"hiç de kötü bir başlangıç değil," diye düşünürken bir yandan da tatil planlarımdan giderek uzaklaşıyordum. bu yeni çekici durum ve merak beni sarmıştı. kültürü, mantığı ve dini bizimkine uymayan yabancı ve bilinmeyen bir ülke karşısında zaman zaman ortaya çıkan önyargıları da tamamen unutmuştum. evet, ateş almıştım. önce çevreyi bir incelemek ve izlenimler edinmek amacıyla yapılan istanbul davetini kabul ettim.
tam sekiz gün sonra yola çıkacaktım. bana tatil için, ama daha doğrusu düşünüp taşınmak için süre bırakmak istemişlerdi...