mehmet yüce'nin, "romantik yürekler: futbol tarihimizin yeni devreleri: 1952-1992, türkiye futbol tarihi - üçüncü cilt" kitabından;
fethi aytuna anlatıyor:
“1977’nin ekim ayı, yazdan kalma güneşli bir pazar günü. mahalledeki arkadaşlarla bir duvarın üstüne oturmuş sohbet ediyoruz. hepimiz on altı, on yedi yaş civarındayız. havanın güzel olmasının da etkisiyle aylak aylak oturmayıp bir yerlere gitmeyi, bir şeyler yapmayı düşünüyoruz. bir arkadaş, ‘maça gidelim en iyisi,’ diyor. aramızdan bazıları maçın başlamasına fazla vakit kalmadığını, çok kalabalık olacağı için stada girmemizin imkânsız olduğunu söylese de bu öneri grupta heyecan yaratıyor ve çoğunluk tarafından kabul ediliyor. karar verildi, fenerbahçe-galatasaray maçına gidiyoruz.
onca yıldan sonra net hatırlamasam da, maçın başlamasına en fazla üç saat kalmış olmalı. yaklaşık on kişilik grubumuz yürüyerek bostancı’ya inerken, bazılarımız hâlâ kalabalık yüzünden stada giremeyeceğimizi söylüyor. diğerleri en azından şansımızı deneyeceğimizi söyleyerek karamsarları susturuyor. bostancı’ya varınca beşiktaş ya da taksim otobüsüne binerek karşıya geçiyoruz. inönü stadı’na vardığımız zaman mahşeri bir kalabalıkla karşılaşınca hepimizin morali bozulsa da pes etmiyoruz. en ‘zayıf noktayı arayıp, deniz tarafındaki kale arkasıyla kapalı tribün arasında kalan açık tribünü gözümüze kestiriyoruz ve bilet kuyruğuna giriyoruz. bir müddet sonra yeni gelenlerin katılımıyla yan yana iki ayrı kuyruk oluşuyor. temiz yüzlü, genç bir polis memuru bugün bile unutmadığım şekilde bizim gruba, ‘beyler siz iyot gibi açıkta kaldınız,’ diyor. başlıyor iki kuyruğu birbirine karıştırıp hizaya sokmaya. arkadakilerin de ‘hadi beyler, maç başlıyor, hoop!’ bağırtılarıyla uyguladığı tazyik sonucu bir anda kendimizi gişenin önünde buluyoruz. biletlerimizi alıp polis kontrolünden de geçtikten sonra koşar adımlarla merdivenleri çıkıp tribüne giriyoruz.
tıklım tıklım tribünde herkesin ayakta olduğunu söylemeye sanırım gerek yok. takımlar dizilmiş, başlama vuruşu neredeyse yapılmak üzere stada girmişiz. sezonun henüz başları olduğu için zemin tamamen çim, ortası henüz kelleşmemiş. fenerbahçe deniz tarafındaki kaleye, yani bizim bulunduğumuz tarafa hücum edecek. maç başlıyor, daha on dakika olmadan coşkun, numaralı tribünün bulunduğu taraftarı fener yarı sahasından, havadan uzun bir top atıyor galatasaray kalesine doğru. hücuma çıkmış galatasaray takımının çoğunluğu ileride. geride bir tek fatih ile müfit var. top fatih’in üstünden aşıyor. müfit topa doğru hamle yapıyor ama geriden koşup gelen cemil daha hızlı, yetişip müfit’i geçiyor. altıpasa yaklaştığı anda çaprazdan sol ayağıyla vuruyor. kaleci kajganic donup kalmış gibi, kıpırdayamıyor. top solundan geçip yan ağlarla kucaklaşıyor. bizim gruptakilerin ve bizim tribündekilerin kimisi seviniyor, kimisi üzülüyor.
aradan beş altı dakika geçmeden bu kez antic orta sahadan sağ kanada uzun bir pas atıyor. tuna rüzgâr gibi koşup yetişiyor, avut çizgisine yakın bir mesafeden, dar açıda olmasına rağmen topa vuruyor. erdoğan’a çarpan top kayganic’i yanıltınca ikinci fener golü olarak kaleye giriyor. fenerbahçe erkenden 2-0 öne geçince kapanıyor. maçın ikinci yansı galatasaray forvetleri, bilhassa gökmen ile fener kalecisi ivancevic arasında geçiyor. neredeyse maçın bütün pozisyonları bizim taraftaki kalede cereyan ediyor. sağdan soldan yapılan ortalara gökmen yükselip kafayı çakıyor, ivancevic uçup kurtarıyor. hele bir pozisyonda gökmen altıpastan voleyi patlatıyor, ivancevic iri cüssesini onun ayakları önüne atıp bunu da kurtarıyor. çılgına dönüyor gökmen... o sırada karşı kaledeki kajganic, vatandaşının kurtarışlarını centilmence alkışlıyor. neticede maç 2-0 fenerbahçe’nin galibiyetiyle bitiyor. bizim gruptakilerin kimisi üzgün, kimisi sevinçli evimize dönüyoruz.
aradan neredeyse kırk yıl geçtikten sonra, bugünün penceresinden baktığımda şu hususlar dikkatimi çekiyor:
birincisi, o tarihte fenerbahçe stadı bitmek bilmeyen inşaatı sürdüğünden henüz faâliyete geçmemiş. ali sami yen stadı ya kapanmış ya da tamamen toprak zemininde, sadece ikinci ve üçüncü lig maçları oynandığından bütün birinci lig maçlan inönü stadı’nda oynanıyor.
ikincisi, eski kuşakların bugün özlemle andığı biçimde seyirciler karışık oturuyor. aynı şehrin takınılan arasında ev sahibi-misafir takım muamelesi başlamasına daha en az on beş sene var. taraftar grupları arasında ayrışmalar var elbette ama stadın belli yerlerinde. meselâ kapalı tribünün yarısı fener, yarısı galatasaray seyircisi. yeni açık tabir edilen tribünün belli yerlerinde de ayrışmalar var ama bunun dışında iki takımın seyircisi karışık oturuyor ve kimse birbirini bıçaklamıyor. hele iki grubun maçtan önce döner bıçaklarıyla birbirini kovalamasını hayâl bile etmek imkânsız.
üçüncüsü, en azından açık tribün bilet ücretinin kıt öğrenci harçlığına bile yetecek seviyede olması. aradan onca zaman geçtiği için fiyatları hatırlamıyorum ama yüksek olmadığı kesin. yıllardır üst seviyede bir futbol maçına gitmemekle birlikte bugün bu tür bir ‘derbi’ maçı için kale arkası bilet fiyatının bile hayli yüksek olduğunu tahmin ediyorum.
dördüncüsü, vasat, hattâ kötü yugoslav futbolcuların futbol âlemimizi istila ettiği bir devirde iki takımda antic, ivancevic ve kajganic gibi kaliteli futbolcuların bulunması. elbette en önemlisi, bosko kajganic’in bu maçtan bir buçuk ay sonra talihsiz bir şekilde hayatını kaybetmesi. kısır çekişmelerle malûl futbol dünyamıza sadece dört ay kadar misafir olabilen bu centilmen insanı saygıyla yâd ediyorum.”