ilk basımı 2003 yılında olan yiğiter uluğ'un "hatice'den mektuplar" kitabından;
sezon bitti... biliyorum, hepinizin unutamadığı anlar var bu futbol mevsimine dair... gönlünüzün bir sırça köşkünde sakladığınız zıpkın gibi şutlar, örümcek ağını doksandan alan goller, yürek hoplatan kurtarışlar ya da sicim gibi yağmurun altında bile 'waterproof' kalabilmiş galibiyet sevinçleri... yarın, öbür gün efkârlandığmızda, hatırlamaktan keyif alacağınız, her biri birer mücevher değerinde anılar...
benim de hiç gözümün önünden gitmeyen meşin toplu bir 'kısa filmim' var elbet...
6 mayıs akşamı, şükrü saraçoğlu stadı. fenerbahçe-galatasaray maçının 21. dakikası... galatasaraylı okan, spikerlerimizin pek sevdiği tabirle 'yerde kalmış' yatıyor. fenerbahçe atağı sol kanattan gelişecek derken, rapaiç, takımının rakip defansın eksik ve dengesiz yakaladığına aldırmadan topu taca bırakıveriyor. tribünler şaşkın, tribünler uğultulu... ancak bir maestronun becerebileceği kadar anlamlı ve ekonomik bir el hareketiyle anında bastırıveriyor rapaiç bu uğultuyu. sonra maraton tribününden başlayan ve bütün stada yayılan bir alkış kaplıyor kadıköy'ü. (kamera, müzikle birlikte yükseliyor. galiba ben de bu anı her hatırlayışımda yükseliyorum.)
milan rapaiç, oynayanlar fenerbahçe ile galatasaray da olsa, sahadakinin yalnızca bir futbol maçı olduğunu hatırlattığında, skorbord sarı-lacivertli takımın 1-0'lık üstünlüğünü gösteriyordu. oracıkta farkı ikiye çıkarmak, fenerbahçe'yi çok rahatlatabilirdi. ya galatasaray 1-1 beraberliğe taşısaydı maçı? ya fenerbahçe o çok önemli avantajı yitirseydi? ya..? ya..?
bu soru işaretlerinin hiçbirini çengellemedi rapaiç kafasında. hatta ligin ilk yarısında ali sami yen'de oynanan, hiç kimsenin futbol adına bir şey hatırlamadığı, meşalelerin gölgesinde kaybolup giden o 'dumanaltı derbi'yi bile aklına getirmedi bana kalırsa... doğru bildiğini, kendine ve arkadaşlarına yakıştırdığını yaptı. (zaten sezon başından beri maruz kaldığı sertliklere gülüp geçmesiyle, maç kazandıran oyunlarından sonra bile herhangi bir şımarıklık belirtisi göstermemesiyle 'adam gibi adam' olduğunu ortaya koymamış mıydı?)
benim için sezonun oscar'ını alan ve en az 3-5 şampiyonluk değerindeki bu 'şıklık' maç ertesinde televizyon ekranlarında, gazete sütunlarında pek az yer bulabildi ne yazık... 'ofsayt mı, değil mi?' soruları kadar bile tartışma yaratmadı.
o günden bu yana, kendi kendime defalarca aynı soruyu sordum: "top rapaiç'e değil de, 'bizden' bir futbolcuya gelse, o da aynı jesti yapar mıydı acaba? bir arkadaşının yerde yattığına işaret edip, 'o kalkmadan bu maç devam etmez' mesajını verebilir miydi?"
hiç şüphe yok ki, yapmayı isterdi. ama... birkaç satır yukarıda sıraladığım 'ya...' diye başlayan sorulardan birine yakalandığı anda vazgeçecekti büyük olasılıkla... tribünden yükselecek uğultunun hayatını bir karabasana çevireceğinden korkacaktı, o anı önceki deneyimleriyle birleştirerek... (ogün ile rüştü'nün bu topraklardan yetişmiş en değerli futbolculardan ikisi olduğuna kim itiraz edebilir? bu iki delikanlının, hak etmedikleri barbrca tepkilerle ezilmiş yüreklerinde, hiçbir şampiyonluğun silemeyeceği bir karanlık köşe yok mu, dersiniz... aklıma gelmişken: geçen sezon rüştü'ye saldıranlar da bugün utanıp sıkılmadan şampiyonluk kutlamalarına katılıyordur, değil mi?)
sahi, ne oldu bize?
futbolun bir oyun olduğunu, bütün oyunlar gibi bunda da aslonanın insan olduğunu anımsayabilmek için aramıza yeni katılmış bir yabancının uyarısına ihtiyaç duyuyoruz... bu ülkede kimsenin yapamadıklarını yapmış bir takımın oyuncularını, kaybettikleri anda şükran dolu alkışlarla değil, pet şişelerle uğurluyoruz kopkoyu yalnızlıklarına...
ekonomimizi çekip çevirmek için dışarıdan beyin ithal ediyoruz... yarın belki bizi insan yapan değerleri bile dışarıdan getirebileceğimizi, ancak o yolla ayakta kalabileceğimizi düşüneceğiz.